8 Ekim 2018 Pazartesi

Mafya raconundan McKinsey tornistanına - GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN

Gazetelerin sayfaları bir anda Bahçeli’nin MHP’si ile Akşener arasındaki kavganın detaylarıyla dolup taştı. 24 Haziran’dan bu yana memleket siyasetinde ‘aksiyon’ olmadığından Bahçeli’nin Akşener’i tehdidi onun da “hodri meydan” demesi üzerine MHP’li bir grubun gece yarısı ev baskınına kalkışması gündemin ilk sıralarına oturdu. Kimileri Bahçeli’nin zamanlamasını manidar buldu kimileri ise Akşener’in “dik duruşu”nu övdü. Ne de olsa Akşener Bahçeli’ye “başka anaların çocukları üzerinden yiğitlik olmaz kendin gel” demiş; evinin önünde slogan atan gençlerden de şikayetçi olmamıştı. Ev baskını teşebbüsünü kınayan İyi Partililer ise böylesi hareket “mafya raconunda dahi yok” diyorlardı.

Halbuki MHP kadroları her daim başka annelerin evlatları üzerinden kahramanlık tasladı. “Bir gece ansızın gelebiliriz” zihniyeti üzerine kurulu bir hareket olarak Türk sağı içindeki ayrıcalıklı konumunu tehdit ve saldırılar ile perçinledi. Yaklaşık yarım yüzyıldır sosyalistler, demokratlar, ilericiler için satırlı, bombalı birer alçaklık olarak geldiler ve neredeyse her gelişlerinde milliyetçi devlet bürokrasisi tarafından ödüllendirilip korundular. Yani bir evin önüne alelacele gelmelerinde sürpriz bir şey yok. Ancak o evin sahibinin yıllarca MHP tabanında “Asena” olarak görülen bir politikacı olması işin rengini değiştiriyor. Her ne kadar “genel merkezin haberi yoktu” dense de herkes biliyor ki o grup kendiliğinden Akşener’in evinin önüne gitmez.

Öyleyse olup bitenin “esbab-ı mucibesi” nedir?
İlk neden elbette Bahçeli’nin ne olursa olsun “gündemde kalma” stratejisiyle ilgili. Modern çağın Düyun-u Umumiyesine benzetilen McKinsey’e dahi arka çıkmak zorunda kalan Bahçeli, af ve benzeri çıkışlarla partisini sürekli konuşulur kılmaya gayret ediyor. Böylece iktidar blokunun “politika belirleyen” unsuru olduğunu göstermek istiyor. Bir yandan da tabanı ekonomik krizin ağırlaşmasıyla ortaya çıkan tabloya odaklanmasın gayretinde. Çünkü krizin faturasının yalnızca AKP’ye değil MHP’ye de kesileceğini 2001 deneyiminden çok iyi biliyor.

Safları sıkılaştırma telaşında olan Bahçeli’nin yerel seçim pazarlığında AKP ile masaya zayıf elle oturmak istememesi ikinci neden. 2014 yerel seçimlerinde belediye kazandığı hemen hemen her yerde 24 Haziran’da İyi Parti önde çıktı. Adana’da, Mersin’de, Manisa’da MHP’nin daha önce aldığı oyların yarısından fazlası Akşener’in partisine gitmiş durumda. Cumhur ittifakında yerel seçim için beklenen tavizler kopartılamazsa İyi Parti’ye aday transferleri olabilir ki Bahçeli’nin yeni firelere tahammülü yok.

MHP’nin tabanında kendini seküler olarak tanımlayan seçmen tercihini artık İyi Parti’den yana yapıyor. Tam da bu nedenle 1990’lardan 2000’lere uzanan MHP’nin sahillere açılma stratejisinin sonu geldi. Bu elbette MHP’nin siyasal İslam’a asimile olması demek değil ancak MHP kentli orta sınıflara cazip görünmek için yürüttüğü imaj siyasetinden vazgeçecek gibi görünüyor. Daha net ifadeyle MHP “demir yumruk” olduğunu göstermek için fırsat kollayacak. Bugün Akşener’e yarın kim bilir kime; şiddet merkezli çözümlere yatkın ve muktedir olduğunu her fırsatta göstermeye çalışacak.

Tek adam rejiminin inşasına giden yolda Erdoğan partisindeki “devlet adamı” kontenjanını sıfırlamıştı. Yeni rejim için başka türlüsü de mümkün değildi; önce partinin içi boşaltılmalıydı. Saray’a dümen kıran MHP’liler o sıfırlanan kadroların yerine gelen hısım akrabanın bir basamak altına yerleşti. Beşir Atalay, Cemil Çiçek gibilerinin MHP’deki muadilleri ise mecburen İyi Parti’nin yolunu tuttu. AKP’den tasfiye edilenler fırsat kollamalarına rağmen bir güç oluşturamadı ama MHP’den gidenler bugün için sağ siyasette bir seçenek. Saray, MHP kendisine göbekten bağlı kalsın diye İyi Parti’ye operasyon gerçekleştirmiyor. Bu da son kertede muhalefet blokundaki özerkliğini korumaya çalışan İyi Parti’nin direncini arttırıyor.

Öte yandan MHP’nin Saray’a angajmanı gündelik siyasette hanesine her zaman artı olarak dönmüyor. McKinsey meselesi tam da böyle bir örnek. McKinsey anlaşmasının maliyetinin getirisinden fazla olduğunu fark eden Erdoğan hızla tutum değiştirdi. Ekonomiye uluslararası kayyım atanmasını “yerli ve milli” siyaset ile tutarlı görüp damada methiyeler düzenler bu ani tornistanla ne yapacağını şaşırdı. Erdoğan yalnızca Özkök ve Kaplan gibilerini değil damadını ve de McKinsey’e göğsünü siper eden Bahçeli’yi de boşa düşürdü. “Biz bize yeteriz” çıkışının muhakkak başka nedenleri var. Ancak bundan önemlisi Erdoğan’ın en yakınındakileri dahi bu denli kolay harcayabilecek, egemen güçler arasındaki çatışmayı keyfi bir biçimde manipüle edebilecek bir düzeni “rejim” haline getirmesi. Öyle ya da böyle eski rejimin bir sistematiği, göstermelik de olsa kurumları vardı. Tek adamın her şey demek olduğu yeni rejim, bütün özgüvenli açıklamalara, tüm kurumları kendisinde merkezileştirmesine rağmen kararsız ve dayanaksız bir icra becerisine sahip. Her kritik adımda bu kendini gösteriyor. 

Yalpalıyorlar ve görünen o ki, yalpalamaya ve yeni krizlere mahkûmlar.

GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder