Yaşanan rezillikler ve pespayeliklerden çıkarılabilecek tek iyi sonuç artık bir adaletsizlik kaynağına dönmüş olan “gizli tanık” uygulamasının sorgulanması ve ortadan kaldırılmasıdır.
Öteden beri “bağımsız” olan ve tek eksiği olan “tarafsızlığını” da referandumla kazanan yargımız, 9 Aralık 2016 tarihinden bu yana “casusluk ve terör örgütü üyeliği” suçundan tutuklu yargılanan Brunson’a, 3 yıl 1 ay 15 gün ceza vererek tahliye etti. Pek övündükleri “yeni” Türkiye’de rutin olduğu üzere, günler öncesinden hazırlanmış ve neredeyse motorları çalışır vaziyette bekletilen özel jetle bir kahraman gibi karşılanacağı ABD’ye uçtu. İç politikada sıkıntıda olan ve tekrar seçilmesi riskli görülen Trump’a, ancak bu kadar büyük bir hediye gönderilebilirdi. “Film”in sonu “Başkanın Adamaları” (Wag The Dog) filmindeki gibi “Başkanı Kurtarmaya” yetecek mi göreceğiz.
Biz “filmi” biraz başa sararak kendi trajedimize dönelim. AKP, 26 Nisan 2014 tarihinde çıkardığı 6532 sayılı yasa ile MİT yasasına şu hükmü ekledi: “Türk vatandaşları hariç olmak üzere, tutuklu veya hükümlü bulunanlar, millî güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hâllerde Dışişleri Bakanı’nın talebi üzerine, Adalet Bakanı’nın teklifi ve Başbakan’ın onayı ile başka bir ülkeye iade edilebilir veya başka bir ülkede tutuklu ve hükümlü bulunanlar ile takas edilebilir.”
Bu madde CHP’nin başvurusu üzerine AYM tarafından 1 Mart 2016 tarihinde iptal edildi. İptal gerekçesi özetle ilgililerin, iade ya da takas işlemine karşı etkili bir başvuru yolu öngörülmemesi ve yetkinin sınırlarının belli olmamasıydı.
Tanık Koruma Kanunun 9 (8) Maddesi ve AİHM uygulaması “gizli tanık beyanının tek başına” (ya da önemli ölçüde) hükme esas alınamayacağını öngörmektedir. Yine kimliğin gizlenmesinin ve “ağır tehlikenin” de gerekçelendirilmesi gerekir. Bu kadar sıkı koşullara tabi tutulmasının gerekçesi yargılamanın “yüz yüzeliği” ilkesidir. Tarafların tanığın güvenilirliğini sorgulama ve soru sorma hakları vardır, olmalıdır.
Ancak Fetullahçı yargı döneminde yaşanan gizli tanık terörüne rağmen uygulamanın ıslahı yoluna gidilmedi. Gizli tanıklık kendilerini yönlendiren “yapıların” istekleri doğrultusunda ifade verme karşılığında maddi menfaat ve geçim kaynağı haline geldi. Kimlikleri değiştirildi, maaş bağlandı, ihale verildi, kamuda işe alındılar. Vahşi bir dinleme ve izleme pratiği ile birlikte başlıca delil haline geldi. Asla birleşemeyecek olan aynı suça dair, tanık ve sanık sıfatları birleşti.
Bir kaçını hatırlayacak olursak Danıştay Saldırısı davasında “en elverişli” ifadeleri veren “9 nolu gizli tanığın” aynı dava da sanık olduğu ortaya çıktı. Benim de yargılandığım ve sanıkların aylarca tutuklu kaldığı davanın “gizli tanığının” bir savcı olduğu, kimliğinin değiştirildiği ve estetik ameliyatla görünüşü değiştirildikten sonra yeni kimliği ile mesleğe kabul edildiği ortaya çıktı. Aynı davada gizli tanıklık yapan kriminal kişiler, davanın ilerleyen aşamalarında kendilerinin “gizli tanık savcı” ve diğer Fetullahçı savcı ve polislerce yönlendirildiklerini itiraf ettiler. (Ancak bu ifadeler nedeniyle uzun süre tutuklu kalan genç bir MİT mensubu yüksek olasılıkla bu sürecin verdiği stresle genç yaşta yaşama veda etti. Başka davalarda da benzer ölümler yaşandı.)
Belki de en çarpıcı örneklerden birisi, Kayseri’de bir “Gizli Tanık Karargahının” olduğu iddiasıydı. Daha önce gizli tanıklık yapmış kişilerin Kayseri’de tutulduğu ve özel yetkili savcıların “ihtiyacına göre” çağrılarak “gizli tanık” yapıldığı iddiası maalesef etkin bir şekilde soruşturulmadı. Aynı kişinin bazen bir belediye başkanına karşı, bazen bir örgüte, bazen de ilgisiz kişilere karşı tanık olarak dinlendiği yolundaki delillerin ve CHP Milletvekili Şevki Kulkuloğlu’nun bu konudaki soru önergesinin gereği yapılmadı.
Öteden beri “bağımsız” olan ve tek eksiği olan “tarafsızlığını” da referandumla kazanan yargımız, 9 Aralık 2016 tarihinden bu yana “casusluk ve terör örgütü üyeliği” suçundan tutuklu yargılanan Brunson’a, 3 yıl 1 ay 15 gün ceza vererek tahliye etti. Pek övündükleri “yeni” Türkiye’de rutin olduğu üzere, günler öncesinden hazırlanmış ve neredeyse motorları çalışır vaziyette bekletilen özel jetle bir kahraman gibi karşılanacağı ABD’ye uçtu. İç politikada sıkıntıda olan ve tekrar seçilmesi riskli görülen Trump’a, ancak bu kadar büyük bir hediye gönderilebilirdi. “Film”in sonu “Başkanın Adamaları” (Wag The Dog) filmindeki gibi “Başkanı Kurtarmaya” yetecek mi göreceğiz.
Bu “hediye” karşılığında “bir şey/taahhüt” alındı mı? ABD Başkan Yardımcısı Pence’in tehditleri mi etkili oldu? Baştan ilk düğmenin yanlış iliklenmesi gibi, süreç sürdürülemez hale geldiği için mi? Yalnızca dövizi indirmeye dönük ahmakça bir hamle mi? Soruların yanıtı yakında açığa çıkar! Ama tartışmasız olan, hukuk dışı başlayan bir süreç, başladığı gibi bitti!
Biz “filmi” biraz başa sararak kendi trajedimize dönelim. AKP, 26 Nisan 2014 tarihinde çıkardığı 6532 sayılı yasa ile MİT yasasına şu hükmü ekledi: “Türk vatandaşları hariç olmak üzere, tutuklu veya hükümlü bulunanlar, millî güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hâllerde Dışişleri Bakanı’nın talebi üzerine, Adalet Bakanı’nın teklifi ve Başbakan’ın onayı ile başka bir ülkeye iade edilebilir veya başka bir ülkede tutuklu ve hükümlü bulunanlar ile takas edilebilir.”
Bu madde CHP’nin başvurusu üzerine AYM tarafından 1 Mart 2016 tarihinde iptal edildi. İptal gerekçesi özetle ilgililerin, iade ya da takas işlemine karşı etkili bir başvuru yolu öngörülmemesi ve yetkinin sınırlarının belli olmamasıydı.
KHK ile tekrar geldi!
AKP elitleri, kendileri için “tanrının lütfu” olan 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası, OHAL’den faydalanılarak çıkarılan 25 Ağustos 2017 tarihli ve 694 sayılı KHK ile, AYM’nin iptal gerekçesi karşılanmadan “…ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı nedeniyle cezalandırılmayacağı, onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulmayacağı ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalmayacağına ilişkin güvenceler bulunması kaydıyla…” ibaresi eklenerek MİT yasasını tekrar değiştirdi. 8 Mart 2018 tarihli 7078 sayılı yasa ile de bu değişiklik kanunlaştı. CHP’nin bu yasa için yaptığı iptal başvurusu halen AYM’nin önünde. Nitekim, Çeçen Vahid Edelgiriev’in 2015 yılında ülkemizde öldürülmesi suçlaması ile tutuklu bulunan iki Rus ajan, Rusya’da tutuklu iki siyasetçinin Kırım’a iadesi karşılığında salıverilmişlerdi. Anayasa’ya aykırı olduğu AYM tarafından tespit edilen bu yasanın başka nerelerde kullanıldığını bilemiyoruz.
Erdoğan’ın bu kadar ısrar ettiği bu düzenleme, “Al papazı, ver papazı” lafının ve Bahçeli’nin, Brunson tahliye edildikten sonra ABD’den “FETÖ elebaşını, FETÖ’nün tepe isimlerinden birisini ya da Hakan Atilla’nın iadesini” istemesinin gerekçesini oluşturuyor.
Yalnız şu detayı göz ardı ediyorlar; Fetullahçılar ABD’de suç işleyip yargılanmış değiller, tam tersi ABD’nin koruduğu bir yapılanmaya mensuplar! Hakan Atilla ise zaten cezasını tamamlamak üzere. En önemlisi de uluslararası hukukun her alanında olduğu gibi bu alanda da tarafların ciddiyeti, gücü, caydırıcılığı ve dengeler belirleyici olur.
Bahçeli’nin bile “İfade değiştiren gizli ve satın alınmış tanıklar, davanın savcısında yapılan değişiklikler soru işaretlerini güçlendirmiş, şaibeleri artırmıştır. Türkiye aleyhine faaliyetlerin merkezinde yer alan, terör örgütleriyle irtibat ve iltisakı tespit edilen bir şahsın siyasi baskı ve şantajlarla serbest bırakılması geldiğimiz bu aşamada düşündürücü” dediği bir ortamda “yargının bağımsızlığı ve Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu” iddia etmek artık trajedidir.
Fetullahçıların mirası
Bu pespaye ve -henüz detaylarını- bilemediğimiz iade pazarlığından daha vahim olanı ise “Gizli Tanık” uygulamasıdır. Hukukumuza, yargı ve siyaseti Fetullahçı yapılanmanın yönettiği dönemde girdi. Yasa(lar) çıkarılırken ülkenin yargılama kültürü, evrensel kurallar, adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği gibi ilkelerle uyumu gözetilmeliydi. Özellikle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin önemli ölçüde ihmal edildiği terör ve örgüt suçunun alabildiğine belirsiz uygulandığı şu günlerde gizli tanık uygulaması suçla mücadele enstrümanı olmaktan çıkıp, bir suç kaynağına dönüşmüş durumda.
Dünyada genellikle Mafia/Yakuza tarzı acımasız ve dışarıya kapalı çıkar amaçlı suç örgütleri ile mücadele etmek için kullanılır. Esasen uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararları belli ve sıkı koşullarda tanığın kimliğinin gizlenmesine izin veriyor.
Bu uygulamanın dayanağı olan CMK 58. madde; “Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır” demektedir. Tanığın kimliğinin sanıklar tarafından bilinmemesi durumu zaten çok istisnai durumlarda söz konusu olabilir.
AKP elitleri, kendileri için “tanrının lütfu” olan 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası, OHAL’den faydalanılarak çıkarılan 25 Ağustos 2017 tarihli ve 694 sayılı KHK ile, AYM’nin iptal gerekçesi karşılanmadan “…ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı nedeniyle cezalandırılmayacağı, onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulmayacağı ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalmayacağına ilişkin güvenceler bulunması kaydıyla…” ibaresi eklenerek MİT yasasını tekrar değiştirdi. 8 Mart 2018 tarihli 7078 sayılı yasa ile de bu değişiklik kanunlaştı. CHP’nin bu yasa için yaptığı iptal başvurusu halen AYM’nin önünde. Nitekim, Çeçen Vahid Edelgiriev’in 2015 yılında ülkemizde öldürülmesi suçlaması ile tutuklu bulunan iki Rus ajan, Rusya’da tutuklu iki siyasetçinin Kırım’a iadesi karşılığında salıverilmişlerdi. Anayasa’ya aykırı olduğu AYM tarafından tespit edilen bu yasanın başka nerelerde kullanıldığını bilemiyoruz.
Erdoğan’ın bu kadar ısrar ettiği bu düzenleme, “Al papazı, ver papazı” lafının ve Bahçeli’nin, Brunson tahliye edildikten sonra ABD’den “FETÖ elebaşını, FETÖ’nün tepe isimlerinden birisini ya da Hakan Atilla’nın iadesini” istemesinin gerekçesini oluşturuyor.
Yalnız şu detayı göz ardı ediyorlar; Fetullahçılar ABD’de suç işleyip yargılanmış değiller, tam tersi ABD’nin koruduğu bir yapılanmaya mensuplar! Hakan Atilla ise zaten cezasını tamamlamak üzere. En önemlisi de uluslararası hukukun her alanında olduğu gibi bu alanda da tarafların ciddiyeti, gücü, caydırıcılığı ve dengeler belirleyici olur.
Bahçeli’nin bile “İfade değiştiren gizli ve satın alınmış tanıklar, davanın savcısında yapılan değişiklikler soru işaretlerini güçlendirmiş, şaibeleri artırmıştır. Türkiye aleyhine faaliyetlerin merkezinde yer alan, terör örgütleriyle irtibat ve iltisakı tespit edilen bir şahsın siyasi baskı ve şantajlarla serbest bırakılması geldiğimiz bu aşamada düşündürücü” dediği bir ortamda “yargının bağımsızlığı ve Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu” iddia etmek artık trajedidir.
Fetullahçıların mirası
Bu pespaye ve -henüz detaylarını- bilemediğimiz iade pazarlığından daha vahim olanı ise “Gizli Tanık” uygulamasıdır. Hukukumuza, yargı ve siyaseti Fetullahçı yapılanmanın yönettiği dönemde girdi. Yasa(lar) çıkarılırken ülkenin yargılama kültürü, evrensel kurallar, adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği gibi ilkelerle uyumu gözetilmeliydi. Özellikle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin önemli ölçüde ihmal edildiği terör ve örgüt suçunun alabildiğine belirsiz uygulandığı şu günlerde gizli tanık uygulaması suçla mücadele enstrümanı olmaktan çıkıp, bir suç kaynağına dönüşmüş durumda.
Dünyada genellikle Mafia/Yakuza tarzı acımasız ve dışarıya kapalı çıkar amaçlı suç örgütleri ile mücadele etmek için kullanılır. Esasen uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararları belli ve sıkı koşullarda tanığın kimliğinin gizlenmesine izin veriyor.
Bu uygulamanın dayanağı olan CMK 58. madde; “Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır” demektedir. Tanığın kimliğinin sanıklar tarafından bilinmemesi durumu zaten çok istisnai durumlarda söz konusu olabilir.
Tanık Koruma Kanunun 9 (8) Maddesi ve AİHM uygulaması “gizli tanık beyanının tek başına” (ya da önemli ölçüde) hükme esas alınamayacağını öngörmektedir. Yine kimliğin gizlenmesinin ve “ağır tehlikenin” de gerekçelendirilmesi gerekir. Bu kadar sıkı koşullara tabi tutulmasının gerekçesi yargılamanın “yüz yüzeliği” ilkesidir. Tarafların tanığın güvenilirliğini sorgulama ve soru sorma hakları vardır, olmalıdır.
Ancak Fetullahçı yargı döneminde yaşanan gizli tanık terörüne rağmen uygulamanın ıslahı yoluna gidilmedi. Gizli tanıklık kendilerini yönlendiren “yapıların” istekleri doğrultusunda ifade verme karşılığında maddi menfaat ve geçim kaynağı haline geldi. Kimlikleri değiştirildi, maaş bağlandı, ihale verildi, kamuda işe alındılar. Vahşi bir dinleme ve izleme pratiği ile birlikte başlıca delil haline geldi. Asla birleşemeyecek olan aynı suça dair, tanık ve sanık sıfatları birleşti.
Bir kaçını hatırlayacak olursak Danıştay Saldırısı davasında “en elverişli” ifadeleri veren “9 nolu gizli tanığın” aynı dava da sanık olduğu ortaya çıktı. Benim de yargılandığım ve sanıkların aylarca tutuklu kaldığı davanın “gizli tanığının” bir savcı olduğu, kimliğinin değiştirildiği ve estetik ameliyatla görünüşü değiştirildikten sonra yeni kimliği ile mesleğe kabul edildiği ortaya çıktı. Aynı davada gizli tanıklık yapan kriminal kişiler, davanın ilerleyen aşamalarında kendilerinin “gizli tanık savcı” ve diğer Fetullahçı savcı ve polislerce yönlendirildiklerini itiraf ettiler. (Ancak bu ifadeler nedeniyle uzun süre tutuklu kalan genç bir MİT mensubu yüksek olasılıkla bu sürecin verdiği stresle genç yaşta yaşama veda etti. Başka davalarda da benzer ölümler yaşandı.)
Belki de en çarpıcı örneklerden birisi, Kayseri’de bir “Gizli Tanık Karargahının” olduğu iddiasıydı. Daha önce gizli tanıklık yapmış kişilerin Kayseri’de tutulduğu ve özel yetkili savcıların “ihtiyacına göre” çağrılarak “gizli tanık” yapıldığı iddiası maalesef etkin bir şekilde soruşturulmadı. Aynı kişinin bazen bir belediye başkanına karşı, bazen bir örgüte, bazen de ilgisiz kişilere karşı tanık olarak dinlendiği yolundaki delillerin ve CHP Milletvekili Şevki Kulkuloğlu’nun bu konudaki soru önergesinin gereği yapılmadı.
‘İhtiyaç’ uygulaması
Kolaylıkla doğrulanabilecek ya da yanlışlanabilecek gizli tanık beyanları tartışmasız olgular gibi önce polis ifadesine, sonra iddianameye oradan karara Copy-paste yoluyla aktarıldı. Maddi gerçeği ortaya çıkarma yerine “ihtiyaca göre gerçek inşa etmeye yarayan” bu uygulama, Brunson davasında da önemli ölçüde ortaya çıktı. Hâkim huzurunda verdiği ifadeden dönen, yanlış anlaşılan, büyük resmi birleştiren, beyin yıkama faaliyetine şahit olan gizli tanıklar! Ne suçlamalarla orantılı ciddiyette etkin bir soruşturma ve tanık beyanlarının doğruluğunun araştırılması, ne de yalan (yanlış) olduğu ortaya çıkan ifadelerle ilgili yasal gereğinin yapılması söz konusu.
Yaşanan rezillikler ve pespayeliklerden çıkarılabilecek tek iyi sonuç artık bir adaletsizlik kaynağına dönmüş olan “gizli tanık” uygulamasının sorgulanması ve ortadan kaldırılmasıdır. Doğru uygulanan etkin pişmanlık kurumu, kriminalistik biliminin geldiği aşama ve bilimsel delillendirme yöntemleri suçla mücadele ve adil yargılamaya daha fazla hizmet edecektir.
Kolaylıkla doğrulanabilecek ya da yanlışlanabilecek gizli tanık beyanları tartışmasız olgular gibi önce polis ifadesine, sonra iddianameye oradan karara Copy-paste yoluyla aktarıldı. Maddi gerçeği ortaya çıkarma yerine “ihtiyaca göre gerçek inşa etmeye yarayan” bu uygulama, Brunson davasında da önemli ölçüde ortaya çıktı. Hâkim huzurunda verdiği ifadeden dönen, yanlış anlaşılan, büyük resmi birleştiren, beyin yıkama faaliyetine şahit olan gizli tanıklar! Ne suçlamalarla orantılı ciddiyette etkin bir soruşturma ve tanık beyanlarının doğruluğunun araştırılması, ne de yalan (yanlış) olduğu ortaya çıkan ifadelerle ilgili yasal gereğinin yapılması söz konusu.
Yaşanan rezillikler ve pespayeliklerden çıkarılabilecek tek iyi sonuç artık bir adaletsizlik kaynağına dönmüş olan “gizli tanık” uygulamasının sorgulanması ve ortadan kaldırılmasıdır. Doğru uygulanan etkin pişmanlık kurumu, kriminalistik biliminin geldiği aşama ve bilimsel delillendirme yöntemleri suçla mücadele ve adil yargılamaya daha fazla hizmet edecektir.
İLHAN CİHANER / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder