6 Kasım 2018 Salı

Nilüfer Hanım’ın Türbanı (I-II)

(I)

Cumhuriyet’te yazmaya başlayınca evrak-ı metrukeyi karıştırmak vacip (zorunlu) oldu ve karşıma iki eski gözde çıktı: Nilüfer Göle ve Ahmet İnsel. Odatv’de gördüğüm  “Nilüfer Göle Kemalizm’e teslim oldu” (21.06.2017) manşeti ilgimi çekti. Nilüfer Göle, Ahmet İnsel ile yaptığı söyleşide Kemalizm’i “Müslüman Laikliğin en gelişmiş ve evrenselleşmiş biçimi” olarak tanımlamış. Oysa “Müslüman Laiklik” olmaz. Olmayan bir şeyin en gelişmiş biçimi de olmaz!

***

Meğer Ahmet İnsel, Nilüfer Göle ile Birikim dergisinde bir söyleşi yapmış; söyleşinin tamamı T24 internet sitesinde yayımlanmış; Odatv de söyleşinin bir bölümünü aktarırken o manşeti atmış. Tamamını okudum: Nilüfer Göle’nin Kemalizm’e teslim olduğu falan yok. 

Bir kez daha anladım ki Nilüfer Hanım ve Ahmet Bey, Laiklik ve Sekülarizmin anlamını bilmiyorlar. Laikliğin liberal özgürlük olduğunu sananlar onu ABD sekülarizmi ile karıştırırlar. Oysa sekülarizmin laiklik ile uzaktan ve yakından ilgisi, ilişkisi yoktur. 
Ayrıca laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından çok daha başka bir şeydir.
 
Laiklik elbette bütün dinlere eşit mesafede durur; ama dinlerin birbirleri üzerinde, bireyler ve toplumlar üzerinde baskı kurmasına engel olur. Dahası: Sekülarizm’i Laiklik’e karşı kullanmak da şeytanın âdetidir. Anlamak için en basit formül şöyledir: 

ABD SEKÜLARİZMİ = Halk + Kilise → Devlete karşı. 
AVRUPA LAİKLİĞİ = Halk + Devlet→ Kiliseye karşı. 
TÜRK LAİKLİĞİ = Dini kamusal alanda sınırlar; birey ve toplumu, anayasa ve yasaları dinin tekçi ve baskıcı şeriatına karşı korur. 

Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte İslamcılar bu “koruma”ya karşı çıktılar ve şeriatı Osmanlı’da olduğu gibi, kamusal alanda ve eğitimde egemen duruma getirmek istediler. AKP ve Başyüce’nin “Dava” dediği şey bu nifak eylemidir. Nilüfer Göle işte bunu anlamadı, anlayamadı. “Dava”ya hizmet etti.

***



Nilüfer Göle söyleşide bir itirafta bulunuyor: “Sekülarizmin eleştirisini içeriden  yapanlar.../ Dahası siyasi olarak laikliğin otoriter yanlarına, dışlayıcılığına vurgu yapanlar, daha kapsayıcı bir laiklik tanımından, çoğulcu bir toplumdan yana olan biz demokratlar diyelim. Bizlerin şuna inandığımızı düşünüyorum: Sekülerlik ile İslam arasında, ya birisi ya ötekisi gibi uzlaşmazlık taşıyan düşünce kalıplarının bizi bir yere götüremeyeceğine. Yani 1920’lerdesekülarizasyon sürecini takiben gelen 1980’lerdeki İslamizasyon hareketlerinin, birinin diğerini bütünüyle dışlayacağı tezine Türkiye’nin direnebileceğini, alternatif olabileceğini düşündük.../ Bizler toplumun seküler ile dinsel kesimleri arasında var-olan kalın duvarın yıkılmasının, birbirlerini tanımanın bir eklemlenme, bir arada yaşama koşullarını yaratacağına inanıyorduk” diyor. 

Bu ifade onun Cumhuriyet ve devrimlerini neden anlayamadığını çok iyi açıklıyor: Laiklik, İslamizasyon ile birlikte yaşayamaz.


***

Oriyantalistler, Cumhuriyet’i ve devrimlerini anlamadıkları gibi saldırgan ve emperyalist nitelikli Selefî ve Vahabî İslam’ı da umursamazlar. Bu nedenle üniversitelerde serbest bırakılan türbanın Türkiye’yi ele geçireceğini akıllarına getirmediler. Bu tehlikeyi gören bizlere düşmanca karşılık verdiler. Sonuç: AKP saltanatında, siyasal türbanın kadını özgürleştirmediği, aksine köleleştirdiği görüldü.
 
Üç yazıdan oluşan “Nilüfer Hanım’ın türbanı” dizisini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. 

Nilüfer Hanım’a bir tavsiye: Fransız laikliğinin pirî Henri Pena-Ruiz’in Laiklik Nedir? ve Tanrı ve Marianne adlı kitaplarını mutlaka okumalı.

(II)

11 yıl önce Hürriyet’te (11.8.2007) yayımlanan Nilüfer Hanım’la ilgili bir yazı:
***
Ayşe ile Nilüfer hanımlar 
Yaz ayları gelince tıp ve sosyoloji iyice magazinleşir. Prof. Dr. Mehmet Öz gelir ABD’den, kalbimize nasıl sahip çıkacağımızı, nasıl göbeklenmeyeceğimizi öğreniriz. Prof. Dr. Hotamışlıgil(1) gelir Boston’dan, obezite genini bir kez daha öğreniriz. İlacı ertesi yaza kalır. 

Nilüfer Göle Hanım gelir Paris’ten, hal ve gidişimizin falına bakar, bela sandığımız şeylerin aslında başımıza konan devlet kuşu (!) olduğunu öğretir.

***

Prof. Dr. Nilüfer Göle bu yaz da İstanbul’u teşrif etmişler (İstanbul’a teşrif edilmez) yani İstanbul’u şereflendirmişler. Bu fırsattan yararlanan Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman hemcinsi akademisyen ile bir söyleşi yapmış. 

Nilüfer Göle, türban ayıbımızı yüzümüze vurmaya pek meraklıdır ama bir türlü adam edemedi bizi. Türbanı İslamcı kızların özgürleşme modası olarak yorumlamayı sürdürüyor. Pek öyle değil ama öyle olsun. Ben türban   “olayını”  ciddiye almam. Benim çok ciddiye aldığım, rejim sorunu yaptığım imam-hatip fesadına ise Nilüfer Göle küçük bir ilgiyi bile esirger. Örneğin, Nilüfer Göle’ye göre, türbanla güzelleşen genç hanımlar, zenginleşen Anadolu İslami burjuvazisinin kerimeleri olup tahsil terbiye görmek ve evden dışarı çıkabilmek için kamuflaj yapmaktadırlar. 

Nilüfer Göle, İslamcıların (Nakşibendiler, Nurcular ve Fethullahçılar gibi tarikat ve cemaatlerin) zenginleşmelerini, okullar açmalarını, yayınevleri, gazeteler, radyo ve televizyon kurmalarını, oteller açmalarını, özel ev-dershanelerde ağabeyler yönetiminde militan eğitimden geçmelerini masum bir gelişme olarak görür. Bu oluşumu siyasal bağlamdan soyutladığı için de İslamcıların bu işlerinin Cumhuriyet’e, Cumhuriyet ideolojisine ve devrimlerine düşmanlığa varan bir tepkiden kaynaklandığını görmezden, duymazdan ve bilmezden gelir. Bir grup insan, içinde yaşadığı toplumun bağrında niçin kendi özel ve yalıtılmış İslami toplumunu kurmak istesin? İslamcı snobizmden mi? Zamanında hippilerin, “beat”lerin bile bir politik amacı vardı. 

İslamcılar, laik toplum içinde kendi paralel toplumlarını yaratmak, önce “symbiose” halinde yaşadıktan sonra toplumun tamamına (“laos”a, bölünmeyen bir bütün olarak kabul edilen ulusun birliğine) egemen olmak istiyorlar. Nitekim “symbiose” dönemi bitti ve 22 Temmuz’dan itibaren egemenlik savaşı başladı. Bu konuda ne düşünüyor acaba Nilüfer Göle Hanım?

***

Ayşe Arman, AKP’nin başarısından epeyce ürkmüş. Nilüfer Göle’den durum değerlendirmesini, durumun sosyolojik açıklamasını istiyor. Nilüfer Göle’nin yanıtı hazır : 
“Bence en çarpıcı olan şu: Muhalefet, ideolojiye yüklendi. Daha dindarolduğu için dogmatik olması gerektiğini düşündüğümüz AKP ise pragmatik ve güncel yaşamı yakalayan parti oldu. Haliyle, her şey tersyüz oldu” diyor.
 
Paris’te ders veren bir sosyoloğa yakıştıramadım bu açıklamayı. Muhalefet yani CHP ideolojiye yüklendi. Çünkü AKP pratiğinin rejimi değiştirmeye yöneldiğini saptamıştı. Rejim değişikliğine karşı fasulye politikası yapılmaz. AKP’nin politikasının yukarda değindiğim yöntemle çalışmasının Müslüman Kardeşler yönteminin kopyası olduğunu anlamıştı. Bu durumda rejimi ideolojik olarak savunmaktan başka ne yapacaktı? Ayşe Arman kardeşimize bir tavsiyem var: Ramazan ayında Nilüfer Göle ile (biraz tebdil-i kıyafet yaparak) Anadolu’yu şöyle bir dolaşsınlar, toplumun İslamlaştırılma operasyonunu yerinde görsünler. Ama başlarına geleceklerin sorumlusu ben olmayayım! 

(1) 
11 yıl önceki yazıda adı geçen Prof. Dr. Hotamışlıgil bu yıl bir uluslararası ödül aldı. Demek ki amacına yaklaşmakta. Sevindirici.

Özdemir İnce / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder