11 Aralık 2018 Salı

Brexit’te kritik oylama (ANALİZ) - EREN KORKMAZ

İngiltere'nin AB'den çekilme kararının ardından ayrılığın yönetimine ve sonrasına ilişkin tartışmalar keskinleşiyor. Başbakan Theresa May'in AB ile mutabakata vardığı anlaşma metninin yarın parlamentoda oylanması beklenirken, oylamanın erteleneceğine dair de haberler geliyor. İngiltere'nin AB'den ayrılış tarzının kısa vadede ekonomik ve siyasi bir krizi tetikleme olasılığının yanısıra uzun vadede de emperyalistler arası güç dengesindeki evrime dair önemli işaretler sunması bekleniyor.


Brexit’te boşanma günü olan 29 Mart yaklaştıkça ayrılığın yöntemine ve sonrasına dair tartışmalar da keskinleşiyor. Britanya’nın önümüzdeki on yıllarda izleyeceği rotaya yön vereceği önemli bir dönemeç AB’den nasıl ve hangi şartlarda ayrılacağı olacak. Ayrılış tarzının kısa vadede hem Britanya hem de AB’de olası ekonomik ve siyasi bir krizi tetikleme ihtimali olsa da uzun vadede emperyalistler arası güç dengesinin ve çatışmasının evrimi konusunda da önemli işaretler sunacak.

Brexit gündemi: Neler oldu?
Önce 14 Ekim tarihinde taraflar taslak anlaşmada anlaştıklarını duyurdular ve 17-18 Ekim tarihlerinde AB liderleri Britanya Başbakanı Theresa May ile Brexit Özel Zirvesinde buluştu ve Britanya parlamentosunun bu taslak anlaşmayı kabul etmemesi halinde anlaşmasız şekilde Brexit’in yaşanacağı ilan edildi. 

Bu dönemde Muhafazakar Parti içinde Sert Brexitçiler aktif bir karşı-kampanyaya başladı, AB’ye teslim olunduğunu iddia ederek May’e yönelik güvensizlik mektubu toplamaya başladılar. İşçi Partisi, İskoç Ulusal Partisi ve Liberal Demokrat Parti anlaşmayı reddettiklerini duyurdu. May için daha da kötüsü parlamentoda çoğunluğa ulaşmasını sağlayan Kuzey İrlanda’nın sağcı Demokratik Birlik Partisi de anlaşmaya karşı çıktığını duyurdu. Bu sırada 5 bakan da anlaşmayı beğenmeyerek bakanlıktan istifa ettiler. Asıl ilginç olan Brexit Bakanı Raab’ın da müzakeresini yapıp anlaşmaya son noktayı koyduktan sonra bu anlaşmanın ihanet olduğunu fark edip istifa etmesiydi.

11 Aralık’ta oylama ile parlamento taslak anlaşmaya dair kararını verecek. 13-14 Aralık’ta yeniden AB Zirvesi toplanarak parlamento kararı değerlendirilecek.

‘Parlamentoyu aşağılama’ kararı
Gelinen noktada May’in anlaşmasını sadece kendisi savunduğu için ve sanki her an kendisi de bundan vazgeçecekmiş gibi durduğu için parlamentonun reddedeceği beklentisi hakim durumda. Hatta Brexit tartışmasının açıldığı ilk gün parti içindeki muhaliflerle muhalefet partilerinin ortak hareket edip üç önergede May’in istediğinin aksine karar çıkartması May için büyük bir yenilgi olarak görüldü. 

Bu önergelerden biri oldukça önemli. Brexit sözleşmesine dair hükümete sunulan hukuki yorumun sadece kısa bir özeti vekillerle paylaşıldı. Tamamının paylaşılmamasının sebebi olarak da ulusal çıkar ve gizlilik şartı öne sürüldü. Bu yaklaşım çok büyük tepki çekti ve Britanya tarihinde ilk kez meclis hükümetin parlamentoyu aşağıladığı kararını aldı. Bu bir güvenoyu oylaması olmadığı için hükümet düşmese de, meclis çoğunluğunun tarihte ilk kez bu kararı alması büyük bir prestij kaybı olarak görüldü. Bu karar üzerine 5 Aralık’ta tüm rapor açıklandı.
Yine de 11 Aralık’ta ne olacağı belli değil. Çok ciddi bir güç çekişmesinin yaşandığı görülüyor ama tüm bunların belirli bir çerçeve dahilinde, planlı şekilde yaşandığı da sonradan anlaşılabilir. Britanya’nın AB’den ayrılığı konusunda da yönetici elitlerin ve finansal sermayenin bu kararı önceden aldığı konusunda daha fazla bilgi ortaya çıkmaya başladı. 

Meselenin işçi sınıfı açısından karşılığını da yorumlamakta fayda var. Bugün sosyal demokrat entelektüel ve akademik çevrede küçümsenerek huysuz işçi emeklileri olarak adlandırılan AB karşıtı işçilerin aslında kendiliğinden bir tutumla sınıfsal bir tepki gösterdiğini de görmek gerekiyor. Meselenin bir yanı hakim sınıf içindeki güç çekişmesiyken diğer tarafta yıllardır devam eden neo-liberal politikalara, artan yoksulluğa ve anaakım düzen siyasetine olan öfke de sandıkta bu tutuma neden oldu. Britanya toplumu değişim istediğini bu vesileyle gösterdi. Brexit sürecinde bu açıdan göçmen karşıtlığı ve gericilikle suçlanan bu kesim 1,5 yıl sonra baskın genel seçimde Corbyn’in anaakım medya açısından radikal bulunan değişim programına oy verdi. Burada sağdan sola savrulan bir tutarsızlıktan öte AB ve Britanya’daki düzen politikasına yönelik tepkiyi görmekte fayda var. Bu açıdan Brexit sonrasında muhafazakarlar içindeki finansal çevrelerin ve deregülasyonun temsilcilerinin istedikleri gibi at oynatmalarını beklemek mümkün değil. Sosyal bir devlet temelinde toplumsal baskının gelişme imkanı oldukça yüksek.

Anlaşma onaylanmazsa ne olacak?
“No Deal”, “Hard Brexit” olarak kavramlaşan bu durumda anlaşma reddedilirse Britanya, AB’den 29 Mart’ta  tamamen ayrılmış olacak. Bu durumda AB vatandaşı göçmenlerin durumu ve ticari, siyasi ilişkilerin nasıl olacağı öncesinde netleşmemiş olacak. 

Anlaşma olur ise 21 aylık bir geçiş dönemi olacak ve Britanya 31 Aralık 2020 tarihine kadar AB’nin kurallarına uyacak ama karar alma sürecine dahil olmayacak. Bu süre zarfında her bir konu özelinde müzakereler devam edecek ve şirketlerle göçmenlerin ve diğer kurumların sürece adapte olması için süre verilmiş olacak. 

Anlaşmada ne var?
Yaklaşık 500 sayfalık anlaşma metninin özünde daha ılımlı ve uzun dönemli yakın işbirliği amacı görülüyor ve esasında Brexit referandumunda AB lehine oy veren yüzde 48 ve AB ile iş yapan sermaye çevreleri açısından daha tatmin edici bir çıkış amaçlandığı öne sürülebilir. Söz konusu yasal anlaşmaya eşlik edecek bağlayıcı olmayan siyasi deklarasyonda da zaten uzun dönemli işbirliği yaklaşımına vurgu yapılıyor.

Ancak esas gürültü İrlanda meselesi üzerinde kopuyor. İrlanda’da barışın korunması açısından İrlanda Cumhuriyeti ile Kuzey İrlanda arasında sınırın belirgin olmaması, serbest geçişlerin devam etmesi gerektiği üzerinden hareket edilerek 2 yıllık geçiş sürecinde şayet serbest ticaret anlaşması imzalanmazsa, gümrüğün K. İrlanda’da değil İngiltere kara sınırında başlaması hedefleniyor. Bu durumda K. İrlanda Britanya’ya dahil olsa da Britanya’nın değil AB’nin ticari ve gümrük kuralları geçerli olacak. Bu durum K. İrlanda’daki bağımsızlık karşıtı, İngiliz yanlısı, sağcı, Protestan, paramiliter grupları birleştiren DUP’un (Demokratik Birlik Partisi) kabul edemeyeceği bir yaklaşım. 

Badem gözlü Avrupa Birliği
Britanya’daki Brexit süreci liberal ve sosyal demokrat yaklaşımların sonucunda anaakım medya ve akademide aşırı sağ, koyu muhafazakarlık, cehalet ve göçmen karşıtlığı ile damgalandığı için ve AB’ye yönelik güçlü bir sol eleştiri eksik olunca, AB’nin romantize edilmesine sebep olabiliyor. 

Bu yaklaşımın en belirgin kampanyası ise ikinci bir referandum talebiyle hareket eden Peoples Vote koalisyonu. Bu hareketin belirli bir lideri olmamakla beraber tüm partilerden AB yanlısı vekillerin desteklediği bir hareket ve imza toplayarak, eylem ve etkinliklerle son sözü hükümetin değil, yine halkın söylemesi gerektiğini savunuyorlar. Ancak bu hareketin en zaaflı yanı temel talebinde birleşiyor. Bir taraf için referandumdan kasıt Brexit sürecinin tamamen sona erdirilmesi ve AB üyeliğinin sürdürülmesini hedefliyor. Diğer bir kesim ise Brexit olacak ama mevcut anlaşmayı oylayalım teklifinde bulunuyor.

May’in durumu
Başbakan Theresa May ise bu süreçte neredeyse tek başına hareket ediyor. Güçlü olduğunu artık kendisi de iddia etmiyor, ama prensipli ve haklı olduğunu iddia ediyor. Bu konuda haksız da sayılmaz. May açısından başbakanlık koltuğunda oturma azmi ve kararı çok belirgin, bu nedenle bir gün dediğini başka bir gün inkar edebilir. 

Bir gazetecinin “Parlamentoda anlaşma reddedilirse iki hafta sonrasında kendi kişisel kariyerinizi nasıl görüyorsunuz” sorusuna dahi “İki hafta sonra başbakan olmaya devam edeceğim” diyerek cevap veren bir kararlılıktan bahsediyoruz. Sert Brexitçilerin “May’i değil, politikasını değiştireceğiz” demesinin arkasında yatan da bu neden. Kendisine karşı kimsenin aday olmaması da bunun bir sonucu. Gelecekteki birçok “lider adayı” açısından bu sancılı dönem May’e yıkılarak geçsin, kendi imajları bozulmasın diye özel bir çaba içine girmiyorlar. 

May ise kullanışlılık konusunda kendisini kanıtlamış durumda. İçişleri Bakanı iken göçmen mahallelerine “bilgilendirme amaçlı otobüsler” yollayıp yasadışı kalan göçmenlere ülkeyi terk edin anonsları yaptırırken bugün göçmenlere karşı yaratılan “düşmanca ortamdan” şikayet edebilen, referandumda AB yanlısı kampanya yapmasına rağmen Brexit kararının hemen ardından başbakanlığa gelip Brexit sürecini üstlenen bir kişiden bahsediyoruz. Parlamentoda reddedilse dahi milletin vekillerinin kararına saygı duyduğunu, AB’nin tüm dayatmalarına ve kötü niyetine karşın ancak bu kadar bir kazanım sağlayabildiğini, artık görevlerinin anlaşmasız ayrılık sonrası ülke ekonomisinin istikrarının korunması olduğunu belirtip göreve devam edebilir.

Eren Korkmaz / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder