Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in Fethullah Gülen ve Mehmet Şevket Eygi’nin 1959’da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildiğini doğruladı. Bir açıklama saymıyorum çünkü bu zaten biliniyordu. İslamcıların “Özel Harp” içindeki görevleri, “Yeşil Kuşak” projesi çerçevesinde “komünizmle mücadele” faaliyetleriydi. Pekin, ayrıca 12 Eylül’den sonra yakalanan Fethullah Gülen’in serbest bırakılması için zamanının Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanının aracı olduğunu söyledi ki bu da bir tür doğrulama sayılır.
Gazeteci Tunca Bengin, General Pekin’i aramış, konunun detaylarını sormuş, anlattıklarını yazmış. Pekin’in, bu dincileri “Özel Harp Dairesi” içine alma gerekçesinden başlayalım. Bu adamlar kanaat önderleri olduğu için ister istemez böyle bir teşkilat göz ardı edemezmiş bunları. Mutlaka içine alması lazımmış. Önemli olan teşkilatlanan bu kişilerin kontrolüymüş. Yani devletin bunları kontrol etmesi gerekiyormuş, ondan almışlar.
Almasalar ne olurmuş? Devlet içine alıp kontrol etmezse ABD kontrol edermiş.
Peki, amaç hâsıl olmuş mu? Bir bakıma evet. Devletin kontrol etmek istediği adamlar devleti kontrol etmeye başlamış kısa sürede. Hem de ABD istihbaratının kucağında otururken yapmış bunu. Peki, İsmail Hakkı Pekin ve silah arkadaşları ne yapmış bunlar olurken? Hiç. Beceriksizliklerinden veya istemediklerinde değil bu, isteseler de yapamayacaklarından. NATO ordusu olmuşsun, ABD’nin kucağına oturmuşsun, ne diyorlarsa onu yapacaksın. Daha düne kadar CIA, MİT’in içinde faaliyet gösteriyordu. MİT örgütleyen, alet edevatı tedarik eden oydu. JUSMAT (Joint US Military Mission for Aid to Turkey- Türkiye'ye Yardım için Ortak ABD Askeri Kurulu), resmi amacı Türk Silahlı Kuvvetleri'ne eğitim yardımı olan, Ankara'da yerleşik ABD askeri kuruluşudur. Ankara şubesi TSK’nın merkezindedir. Geçtik bunları, MİT’te yükselecek her eleman, TSK’de general adayı olacak her kurmay NATO’da, ABD’deki bu iş için düzenlenmiş okullarda eğitim alır, görev yapar, onaylanıp döner. Kaldı ki Pekin’in sözünü ettiği Özel Harp Dairesi de “kontrgerilla” yöntemleriyle çalışmak üzere bizzat ABD ve NATO tarafından peydahlanmıştır.
Adı geçen bu “sivil” tipleri alıp, örgütleyip, donatıp solun üzerine saldıkları kurum “Seferberlik Tetkik Dairesi” adını taşıyordu. Toplumda sivrilmiş tipleri, Pekin’in deyişiyle “kanaat önderlerini” seçip gerektiğinde kullanmak üzere maaşa bağlıyorlar, kolaylıklar sağlıyorlardı. Pekin devamını getiriyor; bir takım haklar tanınmış, siyasiyse desteklenmiş, tüccarsa ihalede, kredi verilmede kolaylık sağlanmış ya da kanaat önderiyse bunların faaliyetlerine müsaade edilmiş…
Adı geçen tiplerin tarihine bakın, birinin karanlık tarihi Komünizmle Mücadele Derneği’nde başlıyor, diğeri Kanlı Pazar’la kemale eriyor. Yani İslamcılığın esası “komünizmle mücadele”dir. Komünizmle mücadele ise devletin ve elbette ordunun işidir. Böylece komünizmle mücadelede birleşmişler, kaynaşmışlar, tek vücut olmuşlardır. Geriye dönüp bakın, Kenan Evren ile Fethullah Gülen arasında, Mehmet Şevki Eygi ile Turgut Özal arasında hiçbir fark bulamazsınız.
Antikomünist, yobaz, karanlık ve acımasızdırlar. Hepsi Amerikan Muhibbidir, hepsi devlet desteklidir, hepsinin bir ayağı Özal Harp Dairesinin, haliyle NATO’nun derinliklerindedir.
Pekin eksik söylüyor, sadece bu ikisi değil İslamcıların hemen hepsi devletin elemanıdır. İslamcılarımız devletin kucağında büyümüştür...
***
HDP’li Sırrı Süreyya Önder, yıllar önce devletin görevlileri ile İmralı seferlerine çıktığı için hüküm giyince “suçunu” Cumhuriyet’te Barış Terkoğlu hatırlattı.
Yurtdışında yayımlanan “İmralı Notları”na göre Abdullah Öcalan bile yapılan işin suç olduğunun farkındaydı. Gerisi şöyle: “Karşısında Selahattin Demirtaş, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder oturuyordu. Yüzlerine bakarak sordu: MİT müsteşarları neyle yargılanmak istendi? Vatana ihanetle. Hepimiz vatana ihanetle yargılanabiliriz. Gayrimeşru bir iş yapıyoruz demiyorum. Ama yaptığımız işin hukuki bir güvencesi olmalı.”
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 2012’de İmralı pazarlıkları nedeniyle Fethullahcı savcılarca ifadeye çağrılması iktidar blokunda ilk büyük kırılmaya neden olmuştu. Cemaat, MİT üzerinden iktidar partisini devirmeyi planlıyordu. İmralı’da bunlar da konuşulmuştu. Bu darbeyi engelleyenin kendisi olduğu iddiasındaki Öcalan, FETÖ ile kavgaya başlayan AKP’ye, cephe kurarak rejimi dönüştürmeyi teklif ediyordu. Oturup devletle pazarlık yapmışlar, bir yol haritası belirlemişlerdi. “İslam bayrağı altındaki ortak yaşam” oluşturacaklardı. “Sol, Kürt ve İslam ittifakı” ile yeni anayasa yapılacak, bu cephe marifetiyle “Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve 1950’deki çok partili hayata geçişten çok daha önemli bir rejim değişikliği olacak”tı. Öcalan’ın “İslamcılarla ittifak kuracak solcu-Kürtçü parti projesi” MİT mensuplarının önünde hazırlanıyor, yürürlüğe konuyordu.
Geçen hafta HDP çatısı altındaki Erol Katırcıoğlu adlı liberalin Mecliste yaptığı konuşmada AKP’yi Bolşeviklere benzetmesinden fark etmişsinizdir, HDP içinde de Gülen-Eygi damarının varlığının işaretleri var. Antikomünizm düzenin alamet-i farikasıdır.
Cumhuriyeti yıkıp, İslam bayrağı altında ortak yaşam kuracaklarmış! Hâlbuki ortak yaşam kurmaya kalkıştıkları o devlet 1987’de Güneydoğu’da uçaklardan ve helikopterlerden ayetli hadisli bildiriler dağıtarak halkı PKK’ya karşı cihada çağırıyordu. Dağıtılan bildiride şöyle deniyordu: “Vatandaşım. Bakın yüce İslam dini size ne emrediyor. ‘Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Allah tecavüzkârları sevmez' (Bakara Suresi 190. ayet) Vatandaş. Bölücü çete mensupları seni; dininden, çocuklarından, eşinden, vatan, bayrak ve ahlak gibi kutsal değerlerinden koparmak istiyor. Onlara karşı savaşmak senin gibi her Müslüman'ın görevidir. Bu görevi savaşan güvenlik kuvvetlerine yardımcı olarak yap.”
Masa devrildi, Sırrı Süreyya hüküm giydi ve döndük başa. Devlet Kürt illerinde yeniden cihatta. Üstelik arada rejim de değişti ama Öcalan’ın hayal ettiği gibi İslam bayrağı altında ortak bir yaşam kurulamadı.
Neden böyle oldu peki? Osmanlıda oyun çoktur da ondan. Din-min hepsi iktidar kavgasında bir aletten ibaret. Hem MİT’le masaya oturduysan kullanılmayı da kabul etmişsin demektir. Kullandılar ve attılar. Oyun başka aletlerle sürüyor şimdi.
***
Ta 1800’lü yılların başından beri böyle bu; Bizim egemenlerimiz tarikatsız yönetemez. Dini, haliyle tarikatları kullanır, ihtiyaç duyduğunda yaslanır, devlet içinde yol verir, korur, kollar. 1826’da orduda reform yapacağız diye Yeniçerilerle bütünleşmiş olan Bektaşi tarikatını kovdular, yerine Mevlevileri oturttular. Baktılar olmuyor, Mevlevileri de kovup Nakşibendilere açtılar yolu. O gün bugündür Nakşibendiye devletin resmi tarikatıdır. Kısa Cumhuriyet molası hariç tarikat hep devletin içindedir.
Kim derin devletin işe aldığı Fethullah Gülen ve Mehmet Şevki Eygi? Biri Nur, diğeri Nakşibendi tarikatı mensubu. Nurculuk da Nakşibendiyenin uçsuz bucaksız kollarından biri zaten. 1950’li yıllardan beri, bu iki yapılanma devletin ta içinde.
12 Eylül Cuntası Nurcu severdi, en çok Fethullah’ı koruyup kolladı. Özal demokrattı, gelince Nakşilere de eşit şartlar sağladı. AKP geldi, dinci-tarikatçı karşı devrimini tamamladı, devleti Nakşi-Nurcu devletine dönüştürdü. Sonra darbeye kalkışan Nurcuları eksilttiler, Nakşiliğin dozunu arttırdılar. Döndük başa. Silahlı kuvvetleri tarikatlar kontrol ediyor yine. Bu arada öyle bir yozlaşma baş gösterdi ki Yeniçeriliği mumla arayacaklar yakında.
Sadece İslamcılığın değil, devletin de esası “komünizmle mücadele”dir 1950’den beri. Komünizmden korkarlar, o kurkuyla karanlıkta birleşirler, kaynaşırlar, yekvücut olurlar.
İsmail Hakkı Pekin eski istihbaratçı, laik cumhuriyeti alaşağı etmiş adamlar için “bizim elemanımızdı” diyor. Biliyoruz.
Asıl soru şu, onları alıp devletin içine sokan sizler kimin elemanıydınız?
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder