Hayır, yapmayacağım!..
2018 yılının son yazısıdır diye, 31 Aralık tarihli bir gazetede yayımlanıyor diye, gelecek yıla yönelik “umut ve sevgi pıtırcıklarıyla” bezenmiş bir yazı yazmayı içime sindiremiyorum.
Çünkü:
Sadece yazı yazdığı, söz söylediği, fikir beyan ettiği ve hoşa gitmeyen haberler yaptıkları için, bugün yılbaşı gecesini nemli ve kapkaranlık bir zindanda geçirecek düzinelerle meslektaşım olmasını içime sindiremiyorum.
Aynı nedenle yüzlerce meslektaşımın, aydının ve sanatçının haklarında soruşturma açılmış olmasından ve belki de usulca bavullarını hazırlıyor olmaları gerçeğinden tiksiniyorum.
On binlerce yazar, aydın, akademisyen, işçi ve memurun işlerine son verilmek üzere bir tek kişinin buyruğu ile kararnameler hazırlanmış olması ve işsiz, aşsız, umutsuz bir bekleyiş içinde olmaları ağırıma gidiyor.
Bu gece kurulacak sofralarının çoğunda, bir minik kase içine kilosu 60 TL’den bir avuç kavrulmuş fındığı, 50 TL’den 1 dilim peyniri, 1 kilo meyveyi koyabilmek için kredi kartına 9 taksit yaptırmak zorunda kalması, tadını bile unuttuğu malum anasonlu sıvının kokusunu, belki de komşunun mutfak penceresinden gelen rüzgârla kokluyor olması beni kahrediyor.
İşçinin, bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile altında bir ücrete layık görülmesini, açgözlü işverenlerin bununla da kalmayıp, o “sadaka” boyutundaki ücretin saptanmasını “Olumlu buluyoruz” diye, bir de utanmadan alay ediyor olmalarına edecek uygun küfür ve bedduaarıyorum.
“Milletin biiiiiip… biiiiip” diyen Cengiz’lerin vergilerini sıfırlayanlara, ama asgari ücretten hâlâ utanmadan vergi alanlara, emekli dul ve yetimin üç kuruşluk maaşından ilaç parası kesenlere diyeceklerimi, yasal sınırlar içinde söylemeyi-yazmayı becerememekten korkuyorum.
Faili meçhul cinayetlerin ve “kaybetme” vakalarının mağduru insanlarınprotestosuna bile müsaade edilmiyor olması yüreğimi dağlıyor.
İşçi cinayeti kurbanlarına, adeta “hak edilmiş-mukadder sonlarına kavuşmuş oldukları” muamelesi yapılması vicdansızlığına isyan ediyorum.
Canım ülkemin her köşesinin yeşilden griye, ağaçtan betona dönüştürülmesi karşısında içimden kusmak geliyor.
Hastanelerde en temel sağlık malzemesi bulunamaması, en hayati sağlık malzemelerinin alınmaması ve devletin yaşlı, muhtaç, emekli hastaya parasız vermesi gereken ilacı bile parayla satıyor olması beni hasta ediyor.
Mahkemelerin, savcılıkların sürekli bir yerlerden talimat-emir bekliyor görünümünde olmasına, mahkeme kararlarına saygının kalmamış olmasına, kelle alma-kan dökme çağrısında bulunanlara tolerans, özgürlük ve demokrasi isteyenlere zindan ve ölümün layık görülmesinedayanamıyorum.
Seçim ve referandumlarda anayasanın ve tüm yasaların ayaklar altına alınmasına, her türlü eşitsiz koşullar altında seçim yutturmacası yapılmasına ve buna da muhalefetin ses çıkarmayıp boynunu masumca uzatmasına ve bu koşullarda hâlâ “kazanma umudu” ile kitleleri sandığa götürmesine tahammül edemiyorum.
Karanlık mahfillerde gencecik beyinlere zehir zerk edilmesine, bununla da yetinilmeyip ırz düşmanı birtakım hoca tayfasının sabi sübyana tasallut etmelerine karşı avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
Cinsi sapıkların işi gücü bırakıp gece gündüz “Bebek yaştaki kızlarla evlenebilmemizin önündeki yasal engeller kalksın” mealinde yayın yapmalarına ve vaaz vermelerine karşı feryadımı bastırmak istemiyorum.
Kadına, çocuğa, hayvana, her türden korunmasıza, savunmasıza şiddetinolağanlaştırılmasına bu kadar sessiz kalınması gücüme gidiyor.
Kendi yarattığımız dev bölgesel sorunları çözebilmek için, bıyığı terlememiş vatan evlatlarının bir emirle ölüme gönderilmesinden, ama bir yandan da bu emirleri verenlerin kendi evlatlarını “bedelli-raporlu istisna” yapmalarından en hafif tabirle tiksiniyorum.
Karanlık mahfillerde ve karargâhlarda konuşlu terör baronlarının bu toprakların her türlü etnik, milli, dini, mezhepsel kökeninden insanları birbirine kırdırmak için ellerine silah-bomba tutuşturup kan dökmelerine isyanımı frenleyemiyorum.
Kusura bakmayın, 2019’u umutla karşılayamıyorum.
Ayıp ya da suç değil ya..
Endişeliyim. Öfkeliyim.
Zafer Arapkirli / CUMHURİYET
2018 yılının son yazısıdır diye, 31 Aralık tarihli bir gazetede yayımlanıyor diye, gelecek yıla yönelik “umut ve sevgi pıtırcıklarıyla” bezenmiş bir yazı yazmayı içime sindiremiyorum.
Çünkü:
Sadece yazı yazdığı, söz söylediği, fikir beyan ettiği ve hoşa gitmeyen haberler yaptıkları için, bugün yılbaşı gecesini nemli ve kapkaranlık bir zindanda geçirecek düzinelerle meslektaşım olmasını içime sindiremiyorum.
Aynı nedenle yüzlerce meslektaşımın, aydının ve sanatçının haklarında soruşturma açılmış olmasından ve belki de usulca bavullarını hazırlıyor olmaları gerçeğinden tiksiniyorum.
On binlerce yazar, aydın, akademisyen, işçi ve memurun işlerine son verilmek üzere bir tek kişinin buyruğu ile kararnameler hazırlanmış olması ve işsiz, aşsız, umutsuz bir bekleyiş içinde olmaları ağırıma gidiyor.
Bu gece kurulacak sofralarının çoğunda, bir minik kase içine kilosu 60 TL’den bir avuç kavrulmuş fındığı, 50 TL’den 1 dilim peyniri, 1 kilo meyveyi koyabilmek için kredi kartına 9 taksit yaptırmak zorunda kalması, tadını bile unuttuğu malum anasonlu sıvının kokusunu, belki de komşunun mutfak penceresinden gelen rüzgârla kokluyor olması beni kahrediyor.
İşçinin, bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile altında bir ücrete layık görülmesini, açgözlü işverenlerin bununla da kalmayıp, o “sadaka” boyutundaki ücretin saptanmasını “Olumlu buluyoruz” diye, bir de utanmadan alay ediyor olmalarına edecek uygun küfür ve bedduaarıyorum.
“Milletin biiiiiip… biiiiip” diyen Cengiz’lerin vergilerini sıfırlayanlara, ama asgari ücretten hâlâ utanmadan vergi alanlara, emekli dul ve yetimin üç kuruşluk maaşından ilaç parası kesenlere diyeceklerimi, yasal sınırlar içinde söylemeyi-yazmayı becerememekten korkuyorum.
Faili meçhul cinayetlerin ve “kaybetme” vakalarının mağduru insanlarınprotestosuna bile müsaade edilmiyor olması yüreğimi dağlıyor.
İşçi cinayeti kurbanlarına, adeta “hak edilmiş-mukadder sonlarına kavuşmuş oldukları” muamelesi yapılması vicdansızlığına isyan ediyorum.
Canım ülkemin her köşesinin yeşilden griye, ağaçtan betona dönüştürülmesi karşısında içimden kusmak geliyor.
Hastanelerde en temel sağlık malzemesi bulunamaması, en hayati sağlık malzemelerinin alınmaması ve devletin yaşlı, muhtaç, emekli hastaya parasız vermesi gereken ilacı bile parayla satıyor olması beni hasta ediyor.
Mahkemelerin, savcılıkların sürekli bir yerlerden talimat-emir bekliyor görünümünde olmasına, mahkeme kararlarına saygının kalmamış olmasına, kelle alma-kan dökme çağrısında bulunanlara tolerans, özgürlük ve demokrasi isteyenlere zindan ve ölümün layık görülmesinedayanamıyorum.
Seçim ve referandumlarda anayasanın ve tüm yasaların ayaklar altına alınmasına, her türlü eşitsiz koşullar altında seçim yutturmacası yapılmasına ve buna da muhalefetin ses çıkarmayıp boynunu masumca uzatmasına ve bu koşullarda hâlâ “kazanma umudu” ile kitleleri sandığa götürmesine tahammül edemiyorum.
Karanlık mahfillerde gencecik beyinlere zehir zerk edilmesine, bununla da yetinilmeyip ırz düşmanı birtakım hoca tayfasının sabi sübyana tasallut etmelerine karşı avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
Cinsi sapıkların işi gücü bırakıp gece gündüz “Bebek yaştaki kızlarla evlenebilmemizin önündeki yasal engeller kalksın” mealinde yayın yapmalarına ve vaaz vermelerine karşı feryadımı bastırmak istemiyorum.
Kadına, çocuğa, hayvana, her türden korunmasıza, savunmasıza şiddetinolağanlaştırılmasına bu kadar sessiz kalınması gücüme gidiyor.
Kendi yarattığımız dev bölgesel sorunları çözebilmek için, bıyığı terlememiş vatan evlatlarının bir emirle ölüme gönderilmesinden, ama bir yandan da bu emirleri verenlerin kendi evlatlarını “bedelli-raporlu istisna” yapmalarından en hafif tabirle tiksiniyorum.
Karanlık mahfillerde ve karargâhlarda konuşlu terör baronlarının bu toprakların her türlü etnik, milli, dini, mezhepsel kökeninden insanları birbirine kırdırmak için ellerine silah-bomba tutuşturup kan dökmelerine isyanımı frenleyemiyorum.
Kusura bakmayın, 2019’u umutla karşılayamıyorum.
Ayıp ya da suç değil ya..
Endişeliyim. Öfkeliyim.
Zafer Arapkirli / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder