İsrail'de yayımlanan Haaretz gazetesinde yer alan bir makalede, Erdoğan'ın Hindistan müslümanları üzerinde nüfuzunu artırma çabasında olduğu belirtilerek, Erdoğan'ın 'halifelik ihtiraslarının' Hindistan'daki yansımaları tartışılıyor.
İsrail gazetesi Haaretz’de önceki gün “Halife Erdoğan: Türkiye’nin Cumhurbaşkanı neden sessizce Hint müslümanlarına kur yapıyor” başlıklı bir makale yayımlandı.
İsrail gazetesi Haaretz’de önceki gün “Halife Erdoğan: Türkiye’nin Cumhurbaşkanı neden sessizce Hint müslümanlarına kur yapıyor” başlıklı bir makale yayımlandı.
Hindistan dış politikası ve terörle mücadele uzmanı Abhinav Pandya’nın imzasını taşıyan makalede “Erdoğan’ın Hint müslümanlarına yatırım yapmak için iyi bir sebebi var: Onların desteği Müslüman dünyasına liderlik iddiasını güçlendirebilir. Ve Hindistan’da Hindu milliyetçilerin ağırlığı artarken müslümanlar güçlü bir dış destekçi arayışına girebilir” denildi.
Hindistan’da müslümanların Suudi Arabistan’ın Vehhabiliğinin ve Pakistan destekli cihatçılığın hedefi durumunda olduğu belirtilen yazıda, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu kervana katılıp katılmadığı sorgulanıyor.
Erdoğan’ın Hindistan müslümanları hakkındaki faaliyetleri üzerine haberlerin güvenilirliğinin ve Erdoğan’ın dünya müslümanlarının liderliğine soyunma hevesinin boyutlarının tartışıldığı yazıda, Hindistan’ın bu senaryoda nereye oturduğuna değiniliyor.
Yazar “Erdoğan’ın halifelik hevesi dediğimde neyi kastediyorum?” diyor ve devam ediyor: “Bu, Erdoğan'ın Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemli tarihinin varisi olduğu örtüsüne kasten bürünerek meşrulaştırdığı dünyanın siyasi liderliğini ele geçirme hevesini yerine getirmeyi amaçlayan bir projedir. Bu hem Erdoğan'ın İslami siyasi köklerinin ardından gelen bir dini iktidar oyunudur hem de Türkiye’nin çıkarlarını destekleyen bir dış politika manevrasıdır."
Erdoğan’ın Ortadoğu’da saldırgan stratejik tavrını haklı göstermek ve giderek artan otoriter yönetimini meşrulaştırmak için Osmanlı’nın imparatorluk mirasına başvurduğu ifade edilen yazıda “Bu yılın başında Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olduğunu' açıkça ilan etti, böylelikle kendisini de onun lideri olan halifeye benzetti” denildi.
Yazıda, Cemal Kaşıkçı cinayetini yorumlayan Borzou Daragahi’nin Graham E. Fuller’dan yaptığı alıntıya da yer veriliyor: “Alimler Şii İran ile Sünni Suudi arasında ‘amansız tarihi çekişme’den bahsetmeyi çok severler. Aslında ideolojik uçurum Suudi Arabistan’la Türkiye arasındadır, İran değil. Bu uçurumun kökleri daha derinlerdedir. Bu Ortadoğu’nun geleceğiyle ilgilidir.”
'ERDOĞAN'IN KARŞISINDAKİ ENGEL SUUDİ ARABİSTAN'
Haaretz yazarı Erdoğan’ın herhangi bir liderlik yarışında karşısındaki en büyük engelin Suudi Arabistan olduğunu belirterek “Gerçekten de Suudi rakipleri onu yeni bir Osmanlı halifeliği kurmaya çalışmakla suçlamakta gecikmedi” diyor.
Ortadoğu’yu Suudi-İran rekabetinin sahası olarak görenlere bunun komplovari gözükebileceğini söyleyen Haaretz yazarı, buna karşın Osmanlı ile Suudi Vahabiliği arasında yüzyıllar boyu süren rekabetin ve son olarak Cemal Kaşıkçı cinayetiyle birlikte ortaya çıkan gerilimin görmezden gelinemeyeceğini ifade ediyor.
Osmanlı’nın 19. yüzyılda Vahabi imparatorluğunu sona erdirdiğini kaydeden yazar, bir yüzyıl sonra 1920 Sevr Antlaşması’nın halifeliğe son verdiğini ileri sürerek Kemalist Türkiye’nin batılılaşmış seküler bir demokrasi haline geldiğini belirtiyor ve ekliyor: “Ancak görkemli bir imparatorluk geçmişine sahip ülkeler sıklıkla siyasi diriliş ve irredantizm [kaybettiği toprakları ilhak] hayalleri kurar.”
Suudi Arabistan’ın Mekke ve Medine gibi “kutsal mekanların muhafızı” olmasına karşın Erdoğan’ın müslüman liderliği iddasının arkasında başka sebepler yattığı ileri sürülen makalede “[Erdoğan’ın] potansiyel halk desteği ABD ile işbirliği suçlamalarıyla daha az kirlenmiş durumda. O, İran’ın jeostratejik tehdidine ve genel olarak Şii-Sünni rekabetine çok daha az kafasını takıyor ve halihazırda da İran ve Katar ile angaje oluyor” deniliyor.
Türkiye’nin “seçilmiş bir diktatörlüğe” doğru gidişine karşın mutlak monarşinin hüküm sürdüğü, demokratik kurumlardan yoksun Suudi Arabistan’a nazaran devlet kuruluşlarının hâlâ yerleşik ve sağlam olduğu belirtilen yazıda bunun Türkiye’yi daha cazip bir model haline getirdiği ifade ediliyor.
'HALİFELİK SÖYLEMİ ERDOĞAN-GÜLEN ÇATIŞMASININ BİR PARÇASI'
Yenilenen halifelik söyleminin Erdoğan ile "bir numaralı düşmanı" Fethullah Gülen arasındaki “kirli dolap ve suçlama oyunu”nun bir parçası haline geldiği ileri sürülen yazıda, Gülen’le bağlantılı “Turkish Minute” yazarı Abdullah Bozkurt’un Erdoğan’ın diplomatlarını önde gelen din adamları, iş adamları ve siyasetçilerle yakınlık kurmaya yönlendirdiği iddiasına yer veriliyor. Buna göre Erdoğan, Hint müslümanlarının desteğini sağlamak için Şeyh Salman Nadwi gibi aşırı İslamcı din adamlarını ana kanal olarak kullanıyor. Yazıda bir başka Fethullahçı yazar olan Aydoğan Vatandaş’ın 2023 yılında Erdoğan’ın halifelik kurumunu yeniden canlandırma hevesinde olduğu iddiasına da yer veriliyor.
Hindistan’da strateji uzmanlarının Erdoğan’ın bu ülkedeki inisiyatifinin Fethullahçı hareketi hedef aldığını düşünme eğiliminde olduğu belirtilen yazıda, bunun dar görüşlü ve öngörüsüz bir düşünce olduğu ileri sürülüyor.
'ERDOĞAN'IN HİNT MÜSLÜMANLARINA YATIRIM YAPMAK İÇİN İYİ BİR SEBEBİ VAR'
Haaretz yazarı “Erdoğan’ın Hint müslümanlarına yatırım yapmak için iyi sebepleri var. Dünyanın üçüncü büyük Müslüman nüfusundan gelecek destek, Erdoğan’ın Müslüman dünyasının günümüz lideri olma iddiasını güçlendirecektir” diyor.
GASAM VE ŞEYH NADWİ
Pakistan’da eğitim görüp şimdi Erdoğan’ın Avrupa Birliği Bakan Yardımcısı olan Ali Şahin’in kurduğu Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (GASAM), AKP’nin İslam ideolojisini Hint müslümanlarına yaymak üzere çalıştığı, Güney Asya’da müslüman din adamlarını, siyasetçileri ve cemaat önderlerini düzenlediği konferanslara davet ettiğini belirten Haaretz yazarı, Şeyh Nadwi’nin oğlu Yunus’un da halen Türkiye’de okuduğunu ve GASAM’ın düzenli panelistlerinden biri olduğuna değiniyor.
İSLAMİ BOŞANMA YASAĞINA KARŞI EYLEM
Erdoğan’ın çevresi ile Hindistan’daki din adamları arasındaki bağlantıların derinleştiğine işaret edilen yazıda, bir dizi din adamının sürekli Hindistan’a ziyaretlerde bulunduğu, bunlardan birinin Pakistan’da eğitim görmüş olan Serdar Demirel olduğu ifade ediliyor.
Serdar Demirel’in “üç talak” diye bilinen ve üç kez “boş ol” denilerek boşanma yöntemi olan uygulamanın Hindistan Başbakanı Modi tarafından yasaklanmasına karşı yapılan eyleme katılmak üzere 2016 yılında Kalküta’daki eyleme katıldığı belirtilen yazıda, ayrıca Türkiye’nin Hindistan’da Zakir Naik gibi bir dizi köktenci islamcı vaize de kucak açtığı ifade ediliyor.
NAİK'TEN TÜGVA ETKİNLİĞİNDE ÇAĞRI: ERDOĞAN MÜSLÜMAN DÜNYANIN LİDERİ OLSUN
Zakir Naik, Bangladeş’te 2016 yılında 24 kişinin öldürüldüğü terörist saldırıya ilham verenlerden biri olarak tanınıyor ve Hindistan’da hakkında yakalanarak tutuklanma kararı bulunuyor.
Yazıda Naik’in 2017 yılında Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönettiği Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) düzenlediği bir etkinlikte yaptığı konuşmada, Erdoğan’ın İslamı açıkça destekleme cesareti olan tek lider olduğunu söylediği hatırlatılıyor ve Naik’in şu sözlerine yer veriliyor: “Ey Müslüman dünyası, uyan… [Erdoğan] Müslüman dünyasının bundan sonraki lideri olsun”.
Türk medyasının, özellikle TRT World’ün Hindistan’daki müslümanlara yönelik yayın yaptığına işaret edilen yazıda, Keşmir’deki kötü muamele iddialarının da sıklıkla gündeme getirildiği vurgulanıyor.
Haaretz’deki makalede, Türkiye’nin Hint müslümanlarının sivil toplum örgütlerini, Müslüman öğrencilerin değişim programlarını fonladığına dikkat çekilirken, aynı zamanda Türkiye’nin ülkedeki medrese ve camilerdeki nüfuzuna da değiniliyor. Erdoğan’ın Hindistan’da bu alanlarda henüz Almanya, Avusturya ve diğer AB ülkelerindeki kadar etkisi olmadığına işaret edilen yazıda, ancak buradaki niyetin Erdoğan’ın kişiliği ile müslüman liderliğini eşitlemek olduğu savunuluyor.
Erdoğan’ın 24 Haziran seçimlerindeki zaferini ilk kutlayanlardan birinin Keşmir’in ayrılıkçı lideri Mirwaiz Umar Farookh olduğuna değinilen yazıda, Erdoğan’ın stratejisinin Hindistan-Türkiye ilişkileri bağlamında nasıl bir yere oturduğuna ilişkin ise şu ifadelere yer veriliyor: “Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından Türkiye ile ilişkilerinin en kötü hali soğuk, en iyi hali resmiydi. Hindistan’ın rahatsızlığına karşın Türkiye her zaman Keşmir’de Pakistan’a siyasi yakınlığını yansıtan bir tutum aldı. Türkiye’nin dış politikası son yıllarda, Hindistan’ın jeopolitik rakipleri olan Pakistan ve Çin’i destekliyor, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kuruluşlarda Hindistan’ın öne çıkmasını sağlayacak adımlara karşı düşmanca bir tutum alıyor ve Ankara Hindistan’ın Nükleer Tedarikçiler Grubu’na katılmasına karşı uzun süren muhalefetini daha 2016 yılında kaldırdı.”
ERDOĞAN-MODİ DOSTLUĞU
Erdoğan’ın 2017 yılında Hindistan’a yaptığı ziyaretin ve G20 zirvesinde Erdoğan ile Modi arasında görülen samimi ilişkinin, ikilinin liderlik tarzları arasındaki benzerlikten kaynaklandığı ileri sürülen makalede şöyle deniliyor:
“Ancak Türkiye’nin Hindistan için kilit stratejik konularda takındığı olumsuz tutum Hindistan açısından bir engel teşkil ediyor, tıpkı Hindistan’ın Suudi Arabistan ile sıcak ilişkilerinde olduğu gibi: Kıdemli Hint diplomatı Rakesh Sood’un da dediği gibi ‘Hindistan-Türkiye ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak için daha iyi zamanların beklenmesi gerekiyor’.”
Hindistan’daki müslüman topluluğa neden Erdoğan’ın cazip geldiğine ilişkin ise, yazıda, iki ülkenin müslümanlarının çoğunluğunun Sünni İslam’ın Hanefi ekolünü takip etmesine ve Suudi Arabistan’ın Vahabiliğine yabancı olmasına, 1857’deki isyanın ardından İngiltere’nin zulmünden kaçarak Osmanlı’ya sığınan din adamları nedeniyle Osmanlı halifeliğine duyulan hürmete değiniliyor. Dünyanın en büyük üçüncü müslüman nüfusunu barındıran Hindistan’da IŞİD’e katılımın yalnızca 112 kişi ile sınırlı kaldığı vurgulanan yazı şu ifadelerle noktalanıyor:
“Türkiye’nin siyasi islamın ılımlı versiyonu, bir lider figürü olarak Erdoğan’la birlikte, Hint müslümanları için daha cazip. Erdoğan iktidarının otoriter niteliğini artırdıkça ve ‘sultan’ adlandırmasını her zamankinden daha çok benimsedikçe, Türkiye’nin sınırları ötesinde Müslüman dünyanın uluslar ötesi lideri -halife- olarak tanınma niyeti de artıyor.
Ve Hindistan’da Hindu milliyetçiliği güçlenirken kendilerini daha çok tehdit altında hisseden Müslümanlar, çıkarlarını, haklarını, güvenlik ve kimliklerini koruyacak güçlü bir dış destekçi arayışına girebilirler.”
SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder