İlk karşılaştığımda, tren istasyonu önündeki üst geçitte Hong Kong (HK) halkına evlilik kurumu ve boşanmalar üzerine nutuk çekiyordu. “Kadınlar iş hayatına katıldıkları için aile birliği bozulmuş ve boşanmalar artmıştı. İş hayatında erkeklerle yarışan, yarıştırılan kadınlar artık çocuk doğurma, çocuk bakma, deniz ürünleri pişirme görevlerinden uzaklaşmıştı. Otuz yaşını geçmiş ama çalıştığı için evlenmek istemeyen çok sayıda kadın vardı. Erkekler evlenecek kadın bulabilmek için Çin’e hatta Vietnam’a gidiyorlardı…” Sonraki beş yıl boyunca, gıda sorunundan bina yüksekliğine kadar birçok konuda nutuk attığına tanık oldum. Sadece çok az insanın düşünebileceği önemli konulardaki görüşlerini ahaliye sebil niyetine sunmaktan veya kuşyemi gibi serpiştirmekten büyük gurur duyuyor ve böylece önemli biri olduğuna dair inancı daha da pekişiyordu.
Konuşmasını büyük bir ciddiyetle sürdürüyor, bir nevi ilahi kudret yüklü olduğuna ve her işiteni büyülediğine inandığı o sesini duydukça adeta aşka geliyor ve coşuyordu. Aslında, daha çok hiddetli bir ses tonuyla ve dilin canına okuduğu yanlış vurgularıyla sağa sola zart-zurt ediyordu. Sözlerinde mantıksal tutarlılık aramak boşunaydı. Çoğu zaman birbiriyle çelişen kalın kalın cümlelerle büyük laflar ettiğine inanıyordu. Oysa çoğunlukla ya basmakalıp konuşuyor veya düpedüz saçmalıyordu. Bir defasında “HK Genel Yöneticiliği seçimlerinde aday olmalısınız” demiştim. Hoşuna gitmiş olmalı ki beni selamlamıştı. Soru sorulmasından hoşlanmıyordu. Arada bir (takılmak için) bir şey soran olduğunda, her tarafından akan o kaba sabalıkla ya paylayıp susturmaya çalışıyordu ya da “Anlatıyorum, dinle öğren” diye ayar veriyordu.
“Şemsiye Devrimi” günlerinde (26 Eylül 2014’te başladı) protestoların yükseldiği günlerden birinde o da konuya dâhil oldu; ama yanlış yerden. Kendi daimi miting meydanında “Şemsiye Devrimi Hareketi”nin Çin’in kışkırtması ve hareket liderlerinin de “Emperyalist Çin’in ajanları” olduğunu söyledi. Saçmalamanın bu kadarı o sakin ve saygılı HK’luları bile çileden çıkardı. Tartaklandı ve hakarete uğradı. Düştüğü yerde öylece bıraktılar. Toparlanmasına yardım eden kimse çıkmadı. O çürük aklıyla, bir çürük adamın saygınlığa halel getiremeyeceğini, saygınlığın bahşedilen veya lütfedilen değil emek vererek, hak ederek kazanılan en güçlü dokunulmazlık olduğunu uzun yaşamında öğrenememişti.
Bir daha nutuk çektiğini görmedim. Saldırdığı insanların saygınlığı onu çarpmış ve ne kadar değersiz ve önemsiz biri olduğu acı gerçeğiyle yüzleştirmişti. Saygınlığa saldıran kişinin insanların gözünde çöpe dönüştüğünü o yaşında yaşayarak görmüştü. Kendisine HK halkını irşat etme vazifesi ihdas etmiş “özel yaratılmışlardan” olan bu zat HK’lulara büyük bir ceza kesti ve onları irşat etmekten vazgeçti. Ahaliyi kaderine terk etti. HK halkını bilmem ama ben yokluğunu hissettim. Memlekette bu zatla aşağı yukarı aynı frekanstan konuşanları izlemediğim için o “eksikliği” bu “önemli adam”ın vaazlarıyla gideriyordum. Yine de, onun yokluğunu telafi etmek için memlekettekileri dinleme zulmüne katlanmadım. Yani o kadar da değil…
Geçenlerde gözüme çarpan bir haber “Kimsenin takmadığı ‘önemli adam’ artık yok” diyordu. Gazetenin haber görseli tam da onun tutarsız aklını yansıtıyordu: Bir konuşmasında “Bir gün bile ter dökerek para kazanmamış asalak dilenciler” diye sataştığı rahiplerden biri cenazesi yakılırken başında dua ediyordu…
Benim HK Genel Yöneticisi adayımdı. Beklenmedik bir kayıp oldu. Acım büyük…
KAMURAN KIZLAK / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder