Çiftçinin borcu artıyor, tarımsal kredi kullanımı desteklerin yedi katına ulaştı. Stratejik sektör olan tarımın, özellikle küçük çiftçilerin her zamankinden daha çok desteklenmesi şart. Çiftçiler şirketlerin ve bankaların insafına terk edilmemeli.
Türkiye’de neoliberalizm 12 Eylül darbesinin 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararlarını koruması altına almasıyla başladı. Tarıma yönelik politikalar istikrar programlarına bu süreçte girdi. Devletin 1950-1980 yılları arasındaki tarımı destekleyen tavrı bu dönemden sonra değişti; destekleme alımları, girdi ve kredi sübvansiyonlarından oluşan rolü küçültüldü.
1980’li yıllardan bu yana Türkiye’de tarımın gerek uluslararası gerekse yerli sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi, en açık biçimiyle tarımsal destekleme politikalarında gözlenmiştir.
2000’li yılların başından bu yana tarıma verilen toplam destekler milli gelirin binde 6’sını aşmayacak şekilde tutuldu. 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’nda zorunlu hale getirilmiş olan Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) yüzde 1’i olan asgari destekleme harcaması hedefine hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
Destekleme fiyatları piyasa fiyatları seviyesinde tutulmuş; bu fiyatlarda rekabetedemeyerek tarımı bırakan küçük ve orta ölçekli çiftçilerin yerini tarım şirketleri almaya başlamıştır.
AĞIRLIĞINI KAYBEDİYOR
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında kalkınmanın itici gücü, “milletin efendisi” olarak görülen tarım sektörü, uygulanan neoliberal politikalar sonucunda ülke ekonomisindeki ağırlığını her geçen gün kaybediyor. Özellikle AB ile 1995 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’ndan sonra Türkiye birçok tarım ürününde dışa bağımlı hale gelmiştir.
2001 krizinden sonra IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleriyle hazırlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı AKP hükümetleri tarafından eksiksiz olarak uygulanmıştır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında tarım sektörünün Türkiye ekonomisindeki ağırlığı GSYH’nin yüzde 10’u iken 2017 yılında bu oran yüzde 6’ya kadar düşmüştür. Buna karşılık istihdamın beşte birini barındıran tarım sektörü ücretsiz aile işçiliğinin ve mevsimlik çalışmanın en yaygın olduğu sektör olmayı sürdürmektedir.
Tarımsal girdilerin (mazot, gübre, tohum, yem) fiyatları ürün fiyatlarına göre daha hızlı ve daha yüksek oranda artıyor. Buna karşılık çiftçi yeterince desteklenmiyor. Bu nedenle tarım alanları daralıyor, çiftçi tarımdan kopuyor, kırsal nüfus giderek azalıyor, tarımda daha çok ithalatçı oluyoruz. Tarımda küçük ve orta büyüklükte çiftçiliğinin yaygın olması, piyasada çiftçinin korunmasını zorunlu hale getiriyor. Çiftçilerin desteklenmesi keyfi bir tercih değil, tarımsal üretimin kendine has özellikleri ve üretim yapılan kırsal alanların sosyo-ekonomik özelliklerinin getirdiği bir zorunluluktur. Tarımda koruma ve müdahaleyi zorunlu hale getiren bir başka etken de çiftçilerin girdi satın alırken ve/veya ürünlerini satarken, piyasa koşullarından dolayı çift yönlü sömürüye açık olmalarıdır.
Tarımsal desteklerinin düşüklüğü, girdi maliyetlerinin yüksekliği ve ürününü değerinde satamaması nedeniyle para kazanamayan çiftçi, ürününden elde ettiği geliri aldığı kredi borçlarına yatırmaktadır.
2004 yılında tarımsal destekleme ödemeleri 3,1 milyar TL iken, çiftçilerin bankalara olan borcu 5,3 milyar lira idi. 2018 yılında tarımsal transferler için bütçeden 14,5 milyar lira ayrılmışken; Ekim ayı itibariyle çiftçilerin bankalara olan borcu 101 milyar liraya ulaşmıştır. 2004 yılında çiftçinin kullandığı banka kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 1,7 katı iken, 2018 yılında bu oran 7 katına yükselmiştir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre; 2004-2018 yılları arasında bankalar tarafından çiftçilere kullandırılan kredi miktarının 19 kat artmasına karşılık; tarıma yapılan destekleme ödemeleri yalnızca 5 kat artırılmıştır.
YABANCI BANKALARIN PAYI ARTIYOR
2000 yılında bankalar tarafından tarıma verilen kredilerin hemen hemen tümü kamu bankaları tarafından sağlanıyordu; özel bankaların payı yalnızca binde 4 civarındaydı. 2000-2018 yılları arasında yerli ve yabancı özel bankaların toplam payı yüzde 30’u aşmıştır.
Özellikle yabancı sermeyeli bankaların, borçlarını ödeyemeyen çiftçilerin topraklarına el koyarak, icra yoluyla sattıklarına ilişkin haberler basında oldukça sık sık yer almaktadır.
Devletin neoliberal politikalar uygulaması, yani girdi ve ürün piyasalarından çekilmesi, kredi piyasasını bankalara terk etmesi nedeniyle küçük üreticilerin piyasadaki tek alıcı veya satıcı konumundaki şirketlerle karşı karşıya gelmesi; onların dayattığı fiyatları ve koşulları kabul etmek zorunda kalmaları ve küçük üreticinin ücretli işçi olmaksızın kapitalist bölüşüm ilişkileri içine girerek sömürülmesinin önü AKP’li yıllarda daha da açılmıştır.
ÇİFTÇİ SÖMÜRÜLÜYOR
Bu koşullarda çiftçi ya tarımdan koparak hizmet sektöründe sömürülmeye devam etmekte ya da yine tarımda güç bela üretim yaparak yine tarımda sömürülmektedir. Son yıllarda çiftçinin tarımsal üretimi güç bela sürdürmesi tarım kredilerine bağlı hale gelmiştir.
Tarıma yönelik destekleri yeterince artırmak yerine kredi hacimlerini yükseltmek çiftçiyi borç batağına sürüklemekte, onu tarlasından kopartmakta, bu durumda tarlaların boş kalması nedeniyle üretim düşmekte, tarım arazileri el değiştirmekte ve hızla betonlaşmaktadır.
Küresel iklim değişikliği; toprak, su ve biyolojik çeşitlilik gibi doğal kaynakların tahrip edilmesi; açlık ve yoksulluk gibi küresel sorunlar tüm dünyada gündemin ilk sıralarında yer almakta ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedir.
Artan nüfusu doyuracak yeterli üretimi gerçekleştirmek ve tarım arazilerini koruyabilmek için stratejik sektör olan tarımın, özellikle küçük çiftçilerin her zamankinden daha çok desteklenmesi ve desteklerin uzun vadeli planlanması şarttır. Çiftçiler şirketlerin ve bankaların insafına terk edilmemelidir.
Dr. Necdet Oral - Ziraat Yüksek Mühendisi / BİRGÜN
Türkiye’de neoliberalizm 12 Eylül darbesinin 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararlarını koruması altına almasıyla başladı. Tarıma yönelik politikalar istikrar programlarına bu süreçte girdi. Devletin 1950-1980 yılları arasındaki tarımı destekleyen tavrı bu dönemden sonra değişti; destekleme alımları, girdi ve kredi sübvansiyonlarından oluşan rolü küçültüldü.
1980’li yıllardan bu yana Türkiye’de tarımın gerek uluslararası gerekse yerli sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi, en açık biçimiyle tarımsal destekleme politikalarında gözlenmiştir.
2000’li yılların başından bu yana tarıma verilen toplam destekler milli gelirin binde 6’sını aşmayacak şekilde tutuldu. 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’nda zorunlu hale getirilmiş olan Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) yüzde 1’i olan asgari destekleme harcaması hedefine hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
Destekleme fiyatları piyasa fiyatları seviyesinde tutulmuş; bu fiyatlarda rekabetedemeyerek tarımı bırakan küçük ve orta ölçekli çiftçilerin yerini tarım şirketleri almaya başlamıştır.
AĞIRLIĞINI KAYBEDİYOR
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında kalkınmanın itici gücü, “milletin efendisi” olarak görülen tarım sektörü, uygulanan neoliberal politikalar sonucunda ülke ekonomisindeki ağırlığını her geçen gün kaybediyor. Özellikle AB ile 1995 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’ndan sonra Türkiye birçok tarım ürününde dışa bağımlı hale gelmiştir.
2001 krizinden sonra IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleriyle hazırlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı AKP hükümetleri tarafından eksiksiz olarak uygulanmıştır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında tarım sektörünün Türkiye ekonomisindeki ağırlığı GSYH’nin yüzde 10’u iken 2017 yılında bu oran yüzde 6’ya kadar düşmüştür. Buna karşılık istihdamın beşte birini barındıran tarım sektörü ücretsiz aile işçiliğinin ve mevsimlik çalışmanın en yaygın olduğu sektör olmayı sürdürmektedir.
Tarımsal girdilerin (mazot, gübre, tohum, yem) fiyatları ürün fiyatlarına göre daha hızlı ve daha yüksek oranda artıyor. Buna karşılık çiftçi yeterince desteklenmiyor. Bu nedenle tarım alanları daralıyor, çiftçi tarımdan kopuyor, kırsal nüfus giderek azalıyor, tarımda daha çok ithalatçı oluyoruz. Tarımda küçük ve orta büyüklükte çiftçiliğinin yaygın olması, piyasada çiftçinin korunmasını zorunlu hale getiriyor. Çiftçilerin desteklenmesi keyfi bir tercih değil, tarımsal üretimin kendine has özellikleri ve üretim yapılan kırsal alanların sosyo-ekonomik özelliklerinin getirdiği bir zorunluluktur. Tarımda koruma ve müdahaleyi zorunlu hale getiren bir başka etken de çiftçilerin girdi satın alırken ve/veya ürünlerini satarken, piyasa koşullarından dolayı çift yönlü sömürüye açık olmalarıdır.
Tarımsal desteklerinin düşüklüğü, girdi maliyetlerinin yüksekliği ve ürününü değerinde satamaması nedeniyle para kazanamayan çiftçi, ürününden elde ettiği geliri aldığı kredi borçlarına yatırmaktadır.
2004 yılında tarımsal destekleme ödemeleri 3,1 milyar TL iken, çiftçilerin bankalara olan borcu 5,3 milyar lira idi. 2018 yılında tarımsal transferler için bütçeden 14,5 milyar lira ayrılmışken; Ekim ayı itibariyle çiftçilerin bankalara olan borcu 101 milyar liraya ulaşmıştır. 2004 yılında çiftçinin kullandığı banka kredisi tarımsal destekleme ödemelerinin 1,7 katı iken, 2018 yılında bu oran 7 katına yükselmiştir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre; 2004-2018 yılları arasında bankalar tarafından çiftçilere kullandırılan kredi miktarının 19 kat artmasına karşılık; tarıma yapılan destekleme ödemeleri yalnızca 5 kat artırılmıştır.
YABANCI BANKALARIN PAYI ARTIYOR
2000 yılında bankalar tarafından tarıma verilen kredilerin hemen hemen tümü kamu bankaları tarafından sağlanıyordu; özel bankaların payı yalnızca binde 4 civarındaydı. 2000-2018 yılları arasında yerli ve yabancı özel bankaların toplam payı yüzde 30’u aşmıştır.
Özellikle yabancı sermeyeli bankaların, borçlarını ödeyemeyen çiftçilerin topraklarına el koyarak, icra yoluyla sattıklarına ilişkin haberler basında oldukça sık sık yer almaktadır.
Devletin neoliberal politikalar uygulaması, yani girdi ve ürün piyasalarından çekilmesi, kredi piyasasını bankalara terk etmesi nedeniyle küçük üreticilerin piyasadaki tek alıcı veya satıcı konumundaki şirketlerle karşı karşıya gelmesi; onların dayattığı fiyatları ve koşulları kabul etmek zorunda kalmaları ve küçük üreticinin ücretli işçi olmaksızın kapitalist bölüşüm ilişkileri içine girerek sömürülmesinin önü AKP’li yıllarda daha da açılmıştır.
ÇİFTÇİ SÖMÜRÜLÜYOR
Bu koşullarda çiftçi ya tarımdan koparak hizmet sektöründe sömürülmeye devam etmekte ya da yine tarımda güç bela üretim yaparak yine tarımda sömürülmektedir. Son yıllarda çiftçinin tarımsal üretimi güç bela sürdürmesi tarım kredilerine bağlı hale gelmiştir.
Tarıma yönelik destekleri yeterince artırmak yerine kredi hacimlerini yükseltmek çiftçiyi borç batağına sürüklemekte, onu tarlasından kopartmakta, bu durumda tarlaların boş kalması nedeniyle üretim düşmekte, tarım arazileri el değiştirmekte ve hızla betonlaşmaktadır.
Küresel iklim değişikliği; toprak, su ve biyolojik çeşitlilik gibi doğal kaynakların tahrip edilmesi; açlık ve yoksulluk gibi küresel sorunlar tüm dünyada gündemin ilk sıralarında yer almakta ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedir.
Artan nüfusu doyuracak yeterli üretimi gerçekleştirmek ve tarım arazilerini koruyabilmek için stratejik sektör olan tarımın, özellikle küçük çiftçilerin her zamankinden daha çok desteklenmesi ve desteklerin uzun vadeli planlanması şarttır. Çiftçiler şirketlerin ve bankaların insafına terk edilmemelidir.
Dr. Necdet Oral - Ziraat Yüksek Mühendisi / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder