Yook atlamadım!..
Biliyorsunuz, savunma sanayisi ile ilgili konuları elimden geldiği kadarıyla takip etmeye çalışırım. Bu sefer araya çeşitli sebepler girdiğinden 12-13 Aralık'ta sarayda düzenlenen savunma sanayisi zirvesine değinemedim. Protokol konuşmaları değil de duyduğumda adının bile beni çok heyecanlandırdığı zirvenin ruhu ilgi alanımdı. Çünkü, savunma sanayimiz yaşadığımız iç ve dış sorunlar yüzünden çok çetin bir süreçten geçiyor.
Zirveye katılanların izlenimlerini almaya çalıştım. "Küresel Güç Türkiye" konsepti ile sektöre yön veren isimler alışıldık/rutin konuşmalar yapmış. Bilirsiniz işte, aslında uzaya çıkacakken nasıl kıskanıldığımız, dış güçlerin bizi nasıl engellediği, en önemli ham madde ve malzemeler Amerika'dan peşin parayla satın alınırken nasıl mühendislik harikası bir montaj yapıldığı, bu yeteneklerimizle tüm dünyaya nasıl göz dağı verdiğimiz falan filan... A Haber konsepti oraya da hâkim olmuş!..
Zirve etkinliğinin içeriği ile beraber değinmek istediğim bir başka konu var. Eskiden bir devlet etkinliğine gidildiğinde, kürsüye gelen konuşmacı o etkinlikteki en yüksek rütbeli kişiden başlayarak herkesi selamlar ve konuşmasına geçerdi. Unvan zikredilerek; "Sn. Cumhurbaşkanım, Sn. Bakanım, Sn. Müsteşarım, çok kıymetli katılımcılar hepinizi saygıyla selamlıyorum" gibi... Yapılan bu selamlar artık çok zorlaştı. Zorlaşmasından ziyade bilerek ve isteyerek atlanıyor, her konuşmacı Cumhurbaşkanı'na methiyeler düzeceğim derken kontrolden bile çıkıyor!.. Hatırlayınız, bir üniversitenin başındaki rektör "Erdoğan'a itaat etmek farzdır" demedi mi? Bu zirvede de duyumlarıma göre, methiyeciler iş başında imiş.
Kısa bir parantez açalım;
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçerken aklımıza gelmeyen (!) bir sorun hortlamış durumda. Başkan enflasyonu... Cumhurbaşkanı (Başkan), TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Ana Muhalefet Partisi Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, YÖK Başkanı, Sayıştay Başkanı, Barolar Birliği Başkanı, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, YSK Başkanı, DDK Başkanı, Merkez Bankası Başkanı, Rekabet Kurumu Başkanı, Özelleştirme İdaresi Başkanı, SPK Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı, Devlet Personel Başkanı, Atom Enerjisi Kurumu Başkanı, TÜBİTAK Başkanı, TİK Başkanı, Savunma Sanayii Başkanı, Kurul Başkanları...
Liste uzayıp gidiyor. Görüldüğü üzere, ülkede herkes "başkan". Bir de bunlara eklenen Başkan Yardımcıları ve Daire Başkanları var. Cumhurbaşkanı da kendisine "Başkan" diye hitap edilmesini istiyor, Cumhurdan çok bahsediyor ama nedense tercihi bu yönde!.. Belki de diğer unvanı olan AKP Genel Başkanlığına daha çok vurgu yapılmasını istiyor olabilir.
Bahse konu zirvede Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Prof. Dr. Davut Kavranoğlu konuşmasında insan kaynakları yönetiminin önemini Nisa suresi 58. Ayet ile açıklamış. Buna çok şaşırdım diyemem, itirazım da yok, olamaz da. Ancak, zirveye katılan üst düzey bir ismin şu uyarılarına da hak vermeden geçemedim;
"İşletmelerde bilimsel yönetim kuramının temeli bilimsel anlamda Frederick W. Taylor ile başlar. Bundan yüz yıl kadar önce bu konuları ele almıştır. İşe uygun personelin bilimsel yöntemlerle seçilmesi, (Taylorizm) olarak da bilinen yönetim kuramının ilkelerinden biridir. O kadar geriye gitmesine gerek yoktu."
"Ne alakası var?
Ayetle açıklamış da ne olmuş?
Bir ayetten alıntı yapmak günah mı?" diye tepki verdiğimde üst düzey yönetici şunları söyledi;
"Konuya açıklık getirmek isterim. Zirve etkinliğinden yürümek gerekirse, teknoloji ham maddesinin, mühendisliğin ve asıl önemli olan elektronik kısmının üretimini yapan Müslüman olmayan ülkelerde gerek eğitim gerekse bilim, dinî temellere oturtulmaya veya zorlama ilgi/alaka kurma çabalarına dayanmıyor da ondan. Onların inancı, onların dini yok mu? O ülkelerde herkes ateist mi? Peki, teknolojide neden bizden birkaç yüzyıl ilerideler o halde?
Çünkü, o ülkelerde çalışanların ülkeyi yönetenlere methiyeler düzmek, her işlerini mutlaka dinî inancına bağlamak, ego tatmini yapmak gibi bir derdi yok. Fabrikada bilimsel yöntemlerle işini yapıyor, ülke büyüklerinin karşısına geçtiği zaman yaptığı tek methiye karşıdaki kişinin unvanının başına (Mister) getirmek. 'Mister President' yani Sayın Başkan anlamında. Hatta ince bir zekâyla siyasi yöneticiyi eleştirmek de günün mönüsüne eklenebilir.
Aradaki bu farkı anlamadığımız sürece, eğitimden, sağlıktan, adaletten, teknoloji üretimine kadar her alana dinbazlıkla yaklaştığımız sürece; onlar üretir, bize ham madde diye satar, biz de yaptığımız montajı bilim diye över dururuz. Her okula önce bir laboratuvar açacağımıza sadece mescit açmakla meşgul olursak, sonuç bu olur. Zirvede açıkladıkları Gökbey ismindeki helikopterin motoru Amerikan şirketine ait.
'Kime ne!' deyip de geçelim mi?"
FETÖ'nün ardından en stratejik kurumlarımızda yuvalanmaya başlayan bazı cemaatlerin faaliyetlerini bilen ve bunu sizlere aktarmaya çalışan bir gazeteci olarak sadece gerçekleri ve "millî"lik kamuflajı ile yutturulmaya çalışılan tezgahları bilmenizi istiyorum. İlk emri "oku" olan dinin mensubu olarak, o kutsal emri hep, araştır, sorgula, körü körüne biat etme, aklın ve ilmin yolundan ayrılma olarak anlar ve yaşarım!.. Elhamdülillah...
Ahmet Takan / YENİÇAĞ
Biliyorsunuz, savunma sanayisi ile ilgili konuları elimden geldiği kadarıyla takip etmeye çalışırım. Bu sefer araya çeşitli sebepler girdiğinden 12-13 Aralık'ta sarayda düzenlenen savunma sanayisi zirvesine değinemedim. Protokol konuşmaları değil de duyduğumda adının bile beni çok heyecanlandırdığı zirvenin ruhu ilgi alanımdı. Çünkü, savunma sanayimiz yaşadığımız iç ve dış sorunlar yüzünden çok çetin bir süreçten geçiyor.
Zirveye katılanların izlenimlerini almaya çalıştım. "Küresel Güç Türkiye" konsepti ile sektöre yön veren isimler alışıldık/rutin konuşmalar yapmış. Bilirsiniz işte, aslında uzaya çıkacakken nasıl kıskanıldığımız, dış güçlerin bizi nasıl engellediği, en önemli ham madde ve malzemeler Amerika'dan peşin parayla satın alınırken nasıl mühendislik harikası bir montaj yapıldığı, bu yeteneklerimizle tüm dünyaya nasıl göz dağı verdiğimiz falan filan... A Haber konsepti oraya da hâkim olmuş!..
Zirve etkinliğinin içeriği ile beraber değinmek istediğim bir başka konu var. Eskiden bir devlet etkinliğine gidildiğinde, kürsüye gelen konuşmacı o etkinlikteki en yüksek rütbeli kişiden başlayarak herkesi selamlar ve konuşmasına geçerdi. Unvan zikredilerek; "Sn. Cumhurbaşkanım, Sn. Bakanım, Sn. Müsteşarım, çok kıymetli katılımcılar hepinizi saygıyla selamlıyorum" gibi... Yapılan bu selamlar artık çok zorlaştı. Zorlaşmasından ziyade bilerek ve isteyerek atlanıyor, her konuşmacı Cumhurbaşkanı'na methiyeler düzeceğim derken kontrolden bile çıkıyor!.. Hatırlayınız, bir üniversitenin başındaki rektör "Erdoğan'a itaat etmek farzdır" demedi mi? Bu zirvede de duyumlarıma göre, methiyeciler iş başında imiş.
Kısa bir parantez açalım;
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçerken aklımıza gelmeyen (!) bir sorun hortlamış durumda. Başkan enflasyonu... Cumhurbaşkanı (Başkan), TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Ana Muhalefet Partisi Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, YÖK Başkanı, Sayıştay Başkanı, Barolar Birliği Başkanı, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, YSK Başkanı, DDK Başkanı, Merkez Bankası Başkanı, Rekabet Kurumu Başkanı, Özelleştirme İdaresi Başkanı, SPK Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı, Devlet Personel Başkanı, Atom Enerjisi Kurumu Başkanı, TÜBİTAK Başkanı, TİK Başkanı, Savunma Sanayii Başkanı, Kurul Başkanları...
Liste uzayıp gidiyor. Görüldüğü üzere, ülkede herkes "başkan". Bir de bunlara eklenen Başkan Yardımcıları ve Daire Başkanları var. Cumhurbaşkanı da kendisine "Başkan" diye hitap edilmesini istiyor, Cumhurdan çok bahsediyor ama nedense tercihi bu yönde!.. Belki de diğer unvanı olan AKP Genel Başkanlığına daha çok vurgu yapılmasını istiyor olabilir.
Bahse konu zirvede Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Prof. Dr. Davut Kavranoğlu konuşmasında insan kaynakları yönetiminin önemini Nisa suresi 58. Ayet ile açıklamış. Buna çok şaşırdım diyemem, itirazım da yok, olamaz da. Ancak, zirveye katılan üst düzey bir ismin şu uyarılarına da hak vermeden geçemedim;
"İşletmelerde bilimsel yönetim kuramının temeli bilimsel anlamda Frederick W. Taylor ile başlar. Bundan yüz yıl kadar önce bu konuları ele almıştır. İşe uygun personelin bilimsel yöntemlerle seçilmesi, (Taylorizm) olarak da bilinen yönetim kuramının ilkelerinden biridir. O kadar geriye gitmesine gerek yoktu."
"Ne alakası var?
Ayetle açıklamış da ne olmuş?
Bir ayetten alıntı yapmak günah mı?" diye tepki verdiğimde üst düzey yönetici şunları söyledi;
"Konuya açıklık getirmek isterim. Zirve etkinliğinden yürümek gerekirse, teknoloji ham maddesinin, mühendisliğin ve asıl önemli olan elektronik kısmının üretimini yapan Müslüman olmayan ülkelerde gerek eğitim gerekse bilim, dinî temellere oturtulmaya veya zorlama ilgi/alaka kurma çabalarına dayanmıyor da ondan. Onların inancı, onların dini yok mu? O ülkelerde herkes ateist mi? Peki, teknolojide neden bizden birkaç yüzyıl ilerideler o halde?
Çünkü, o ülkelerde çalışanların ülkeyi yönetenlere methiyeler düzmek, her işlerini mutlaka dinî inancına bağlamak, ego tatmini yapmak gibi bir derdi yok. Fabrikada bilimsel yöntemlerle işini yapıyor, ülke büyüklerinin karşısına geçtiği zaman yaptığı tek methiye karşıdaki kişinin unvanının başına (Mister) getirmek. 'Mister President' yani Sayın Başkan anlamında. Hatta ince bir zekâyla siyasi yöneticiyi eleştirmek de günün mönüsüne eklenebilir.
Aradaki bu farkı anlamadığımız sürece, eğitimden, sağlıktan, adaletten, teknoloji üretimine kadar her alana dinbazlıkla yaklaştığımız sürece; onlar üretir, bize ham madde diye satar, biz de yaptığımız montajı bilim diye över dururuz. Her okula önce bir laboratuvar açacağımıza sadece mescit açmakla meşgul olursak, sonuç bu olur. Zirvede açıkladıkları Gökbey ismindeki helikopterin motoru Amerikan şirketine ait.
'Kime ne!' deyip de geçelim mi?"
FETÖ'nün ardından en stratejik kurumlarımızda yuvalanmaya başlayan bazı cemaatlerin faaliyetlerini bilen ve bunu sizlere aktarmaya çalışan bir gazeteci olarak sadece gerçekleri ve "millî"lik kamuflajı ile yutturulmaya çalışılan tezgahları bilmenizi istiyorum. İlk emri "oku" olan dinin mensubu olarak, o kutsal emri hep, araştır, sorgula, körü körüne biat etme, aklın ve ilmin yolundan ayrılma olarak anlar ve yaşarım!.. Elhamdülillah...
Ahmet Takan / YENİÇAĞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder