19 Aralık 2018 Çarşamba

Portakal, Küçükkaya, Kırıkkanat.. - Tuncay MOLLAVEİSOĞLU

Uygar toplumlarda ve gerçek demokrasilerde en saygın meslekler arasında yer alan gazetecilik, Türkiye'de iktidar beslemeleri ve baskı iklimi nedeni bir kâbus halini aldı...

Gazeteci, okuru-izleyicisi dışında hiçbir güç odağına yaslanmaz...


Geçen sabah Türkiye'nin en çok izlenen sabah kuşağı programında -sanıyorum memleketin yarısı takip ediyor- İsmail Küçükkaya izleyicilerine hem haber veriyor hem de gazeteciliğin kamu yararı için yapıldığını, olumsuzlukları göstermenin gazetecilik görevi olduğunu anlatıyordu.

Yani Küçükkaya, ekrana getirdiği haberler nedeni ile kendini "açıklama yapmak" zorunda hissediyordu...
Haksız değil...
Çünkü AKP iktidarı tel tel dökülürken önce gerçekleri öldürme refleksine sarılıyor...

Gerçekleri öldürmek; o haberleri gazeteye, ekranlara taşıyanları tehdit etmekten, davalarla yıldırmaktan, patronları arayıp işsiz bırakmaktan, reklam verenlere baskı uygulayıp kanalı ya da gazeteyi "cezalandırmaktan" geçiyor!

Yaklaşık 20 yıldır, finale yaklaşırken ağırlaşan bu korku filminin içinde yaşıyorum... Baskının her türlüsüne maruz kalan mahallemizdeki ilk gazeteciler arasındayım...
Finale yaklaşıyoruz dedim ya... Kastettiğim yerel seçimler elbette... Bu seçimde toplumun tüm kötü yönetim, ekonomik kriz ve yanlış iç-dış politikaların hesabını soracağına inanıyorum...

Türkiye yönetilemiyor, hükümet bocalıyor ve öfke ile kendi hatalarının bedelini hayali düşmanlar yaratarak onlara ödetmeye çalışıyor...
Devlet Bahçeli'nin "sokağa çıkanları tepeleriz" anlamına gelen açıklaması, en demokratik hakkını, yani protesto etmeyi düşünenlere karşı açık tehdit değil miydi?

Ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, işini düzgün yapan meslektaşımız Fatih Portakal ile ilgili yorumu... Ne demiş Fatih; "zam yağmurunu bir protesto edin de görelim" demiş... yani tam da baskı iklimine dikkat çekmiş...

Peki besleme medya olayı nasıl aktarıyor? Sanki Fatih Portakal izleyicileri sokağa davet edip ortalığı yakıp yıkın demiş!

Biraz insaf desem, biraz ahlak desem bir anlamı var mı?

Mahallemizin hakiki gazetecilerinden Mine Kırıkkanat'a yapılan linç kampanyasını hatırlayın... Mine Kırıkkanat'ın sözlerini çarpıtarak bir "şeytan" yarattı Saray beslemeleri...
İktidar ve medyası, en küçük muhalif-aykırı sesi sindirmek, korkutmak, yıldırmak üzerine sistemli bir plan yürütüyor... Kriz derinleştikçe hakikati karatma baskısı artacak...

Oysa biliyorsunuz; gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır...

AKP, vahşi sermayenin partisi
Bankalar, bankaların batık kredilerini satın alan şirketler, GSM operatörleri, internet servis sağlayıcıları, elektrik dağıtım şirketleri...

Kapitalizmin doğasında şirket kârlarını katlamak var ancak demokratik toplumlarda, hukuk devletlerinde şirketlerin saldırılarına karşı tüketicileri koruyan yasalar vardır. Kurumlar vardır... Sivil toplum örgütleri, dernekler vardır...

Türkiye'de liberal ekonomi ya da kapitalizmden söz edemeyiz. Yaşadığımız ekonomik düzen vahşi kapitalizmdir...

Yani tüketicilerin sonuna kadar soyulması üzerine bir sistem uygulanıyor! Öyle bir soygun ki hesap soramıyorsunuz... Hükümet sizi umursamıyor!

Yazmaktan bıkmayacağım...

Bakın, Varlık Yönetim Şirketleri diye bir yapı türettiler... Bu şirketler banka ya da dev şirketlerin borçlarını çok ucuza satın alıyorlar. 10 TL'lik borcu 2-3 TL'ye satın alıyorlar. Sonra dönüp tüketicilerden 10 TL'ye karşılık 100 TL ödeme istiyorlar!
Kime neyi tutturabilirlerse... Bu arada çok büyük haksızlıklar, mağduriyetler yaşanıyor. Tüketicilerin borca yasal süre içinde itiraz etmelerini önlemek için posta kutularına ya da muhtarlıklara ihtarname bırakıyorlar. Sizin "acaba bana bir ihtarname geldi mi?" diye her gün muhtara uğramanız gerek!

Bu nedenle tüketici; şirketin uydurup, fahiş faizlerle büyüttüğü borcu ancak kesinleştiği zaman görebiliyor! Yani yasal itirazı atlamış oluyor...

Maaşına haciz gelen vatandaş ise bu mafyatik sözde avukatlık bürolarının esiri oluyor. Büro parayı tahsil ettikçe, istediği gibi faizi ve miktarı ile oynayabiliyor!
Tüketiciyi koruyan en küçük bir mekanizma yok! Bu "ayrıcalıklı şirketlere" itiraz etmeniz mümkün değil. Hakkınızı arayacağınız kurum, bu simsarları şikâyet edeceğiniz bir merci yok!

AKP iktidarı dar gelirliyi, yoksulu vahşilerin insafına terk etti...

AKP; borç verenlerin, oligarşinin, zenginin, sermayenin iktidarı olduğunu, üreticinin, tüketicinin, yoksulun yanında yer almadığını daha ne yaparak ispat edebilir?


Tuncay MOLLAVEİSOĞLU / YENİÇAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder