(I)
10 Aralık İnsan Hakları Haftası. Madem bu köşe “ötekilerin postası” o zaman insan hakları ihlalleri söz konusu olunca, dertleri sadece eksi dört derecede, sokaklarda donarak öldüklerinden gündeme gelen evsizleri yazmalı.
Evrensel hukuk, insanın doğuştan kazandığı haklarının, devredilemez, ertelenemez olduğunu ve evrensel nitelik taşıdığını ifade etmektedir. Doğarken özgür ve eşit olan insan, doğumdan sonraki yaşamında da hak ihlalleriyle karşı karşıya kalmadan yaşamalıydı. Yaşam ve barınma hakkı da bunların başında gelmeliydi.
2019 yılı arifesinde Türkiye insan hakları sokaklarda donarak ölüyor. İnsan hakları baskı altına alınmaya, susturulmaya ve savunmasız bırakılmaya devam ediyor.
Sadece donarak öldüklerinde, varlıklarından haberdar olduğumuz evsizleri başka zamanlar duymayız ve görmeyiz.
Ama onlar her gün aramızdalar ve görünürdeler. Biz gözlerimizi onların hakikatlerine kör etsekte, onlar “biz buradayız ve görünürdeyiz, bizi görün” diyorlar.
Onlar sadece -4 derecenin dondurucu soğuk kış gecelerinde değil, 365 günün ve 365 gecenin en zorlu sıkıntılarına, acılarına, dışlanmaya, horlanmaya ve her türlü şiddete maruz kalıyorlar.
Evsizlerin çaresizliğine çare, umutsuzluğuna umut yok ve - 4 dereceli geceler dışında kapı acan yok. Evsizlere ve kimsesizlere 365 gün sosyal hizmet verecek açık bir kapı yok! Dondurucu kış günleri ilk kurbanlarını evsizler arasından seçtiğinde ve bir de o meşhur -4 derece beklenir.
İşte o zaman donmak üzere olan evsizlere kapalı spor salonları ve geçici barınaklar kapılarını, geçici bir süre için açar. Oysa eksi dört dereceyi beklemek geç ve kör kalmışlığın adıdır.
Hükümetin betonlaşma başarılarına baktığımızda, Türkiye yılda 1 milyon konut üretiyor. Yüz binlercesi boş. Bu boş konutların 220 bini İstanbul’da.
Ama hükümetin insanileşme ve sosyal politikalardaki çöküşüne baktığımızda, İstanbul’da 10 bin, Türkiye’de ise 100 bin civarında evsiz insan sokakta yaşıyor.
Peki sokakta ve sahipsiz kalan evsiz insanların hikayeleri kimin umurunda?
Devlet büyük olabilir. TOKİ’de devasa “sosyal” konutlar yapıyor olabilir ama “küçük insanları” görmüyorlar.
Zenginler “hayırsever” ama sahipsizliğin pençesinde sahiplenilme umuduna hasret insanlara elini uzatmıyorlar.
İnsanın hayatına, yaşam ve barınma hakkına dair söz sahibi kim? Adaleti, huzuru, varlığı ve insan haklarını dağıtan kim?
Bu haklar, adalet ve vicdan neden sokakta yaşamaya mahkûm olan evsizlere uğramaz. Kapısını çalmaz. Arka sokaklarda kaldırımlara serilmiş kartonlar üzerinde yaşayanların çalınacak bir kapısı, sorulacak bir adresi olmadığı için mi uğramaz “sosyal devlet!”
Evsiz insanların hikâyeleri ve hayatlarına dair neler biliyoruz ki? Hangi kamusal, insani ve sosyal çalışma yapılmış?
Hayatın en soğuk ve acımasız yüzüyle yaşamak zorunda kalan ve aylarca, yıllarca sadece kendisiyle konuşan insanlarla konuşan var mı?
Sokakları mesken tutmuş, kaldırım kenarlarını ve kuytuları yuva edinmiş insanlar hakkında hangi insani, sosyal ve politik farkındalık oluşuyor?
Sokakta yaşamak zorunda bırakılmış insanın, acılarla çizilmiş alın kırışıklarında “kaderinde varmış” yazmıyor! Kış gecelerinin ayazında, donuk kartonlar üzerine uzanmış bedenin üzerinde, sosyal olmayan yüzünü ve adaletsizliğini sadaka düzeni ile örtmeye çalışan devletin adı yazar.
Gazeteler “kaldırımda donarak ölen insanların” haberlerini verince, spor salonlarına dizilmiş sıralı yataklar üzerinde oturan insanların haberleri “sosyal devletin” günah çıkarma seanslarına dönüştürülür.
(II)
Her kış bu günah çıkarma seanslarının ardından, havalar ısınınca, evsiz insan yine torbasını sırtlayıp, çullarına sarılacak; kartonlarını serecek bir kaldırım arayacak. Bir sonraki kış birkaç insan daha sokakta donuncaya kadar.
Evsiz insan sahipsizliğin ve sosyal devletsizliğin vurduğu kaldırıma yan gelip uzanacak. Sokakları evi sanarak, küçümseyen bakışlardan kaçırdığı gözleri, horlayan sözlere tıkanmış kulakları ve sahipsizliğe sığınmış kalbi sadece kendisiyle konuşacak. O uykusuz gecelerinde Tanrı’ya lanet okurken, tanrılar yüz binlerce ibadet evinde “iyilik ” konuşacak ama, evsizin gözlerindeki sahipsizliği görmeyecek!
Kartonları döşek, gazeteleri yorgan, sokakları evi sanmış insanlar, hayat heybelerini, kalbe akan gözyaşlarıyla dolduracak. Sahipsizliğin ciğer yakan ateşiyle cehennemlerini bu yeryüzünde kaldırımlarda ve kuytularda yaşayacaklar. İsa gibi çarmıhta, nesimi gibi derisi yüzülmüş ateşte pişecek.
Bin yılın acısıyla, öyle bakacaklar hayata. Umut için, sahiplenmek için.
Tanrı’nın ve devletin adaletsizliğini lanetleyen isyanı duyulmayacak. Anlaşılmaz sözleri, hissedilmez acısı, parçalanmış ciğeri, gecelere saçılmış yalnızlığı, sadece kendisiyle ve sokak köpekleriyle paylaştığı sırlarını ve sıcaklığını kimse fark edemeyecek.
Hayatlarının ortakları var; Karlar, yağmurlar, rüzgârlar, sahipsiz köpekler, sarhoş fahişeler,
Evsizler…
Gündelik hayatın en sıkıntılı çilelerini taşırlar heybelerinde. İnsanlığın ve sahipsizliğin trajedisine aynadır.
Sokakları, parkları, kuytu köşeleri, yıkıntı harabeleri ve kaldırımları yaz kış; soğuk sıcak; yağmurlu fırtınalı; gece gündüz demeden hayatın en zorlu yaşam mücadelesine tutunurlar.
Çatısızlar, evsizler, sahipsizler ve savunmasızlar. Yaşam alanlarında horlama, aşağılanma, dışlanma, şiddet, taciz ve tecavüz ile yüz yüze yaşıyorlar.
Kimi üşüyerek, kimi hastalanarak, kimi donarak, kimi açlıktan, kimi de şiddetin mağduru olarak ölüyor.
Evsizler, sahipsizler…
Yazık ki, ne insanlar, ne toplum ne devlet onları sahiplenmiyor. Giyimleri perişan diye horlanırlar, kafeteryalar ve restaurantlar kabullenmez. Bankamatik kabinleri, otogar bankları, istasyon peronları, hatta cami avluları bile kalmalarına izin vermez.
Evsizler, sahipsizler…
Umutsuzluğun ve çaresizliğin içinde geçen uykusuz gecelerin kabuslarına, soğuğun tüm acımasızlığı ve zalimliği eşlik ederken, insan sıcaklığından mahrum kalmış, sahipsizlerin vücud ısısı düşerek donma nedeniyle ölüm haberi ekranlara düşer.
Hiç üstümüze alınmadan geçiştirdiğimiz haberler kategorisine atarız.
Devletin evsizlere yönelik düzenliliği ve sürekliliği olan hizmeti yok. Oysa sosyal devlet ilkesi gereği, sokakta yaşayan tüm evsiz ve sahipsizlere düzenli psikolojik, sosyal, hukuksal, ekonomik destek ve hizmet verecek merkezler ve barınma evleri kurmalıdır.
Evsizler ve sahipsizler bu ülkenin vatandaşlarıdır. Ama ne yerel yönetimler ve merkezi yönetimler evsiz insanları vatandaş bile görmemiş ve görmezden gelmeye devam etmektedir.
Ön yargılarımız evsizleri korkutan ve bizi onlardan, onları bizden uzaklaştırıyor. Tüm bu yaşananlardan, devlet, toplum ve birey olarak hepimiz sorumluyuz.
Görüyoruz, duyuyoruz, susuyoruz. Yani hepimiz sorumluyuz.
Sokakta yaşamaya mahkûm edilen insanları mağdur etmeye devam ediyoruz. Onlar biz fark etmeden tek tek ölüyorlar. Her birinin anlatılmamış, dinlenmemiş ayrı ayrı hikayeleri birlikte mezarlara gömülüyor.
Aslında çözüm var.
Sadaka değil, sosyal devlet olunmalı. Sosyal devletin de sosyal politikalar çerçevesinde yaşam ve barınma hakkı savunulmalı ve sağlanmalı. Tüm evsiz vatandaşlarımıza yönelik, insan onuru ve hakları kapsamında evsizler için danışma, barınma, psiko sosyal merkezlerini ulusal ve yerel ölçekte oluşturulmalıdır.
Turan Eser / BİRGÜN
10 Aralık İnsan Hakları Haftası. Madem bu köşe “ötekilerin postası” o zaman insan hakları ihlalleri söz konusu olunca, dertleri sadece eksi dört derecede, sokaklarda donarak öldüklerinden gündeme gelen evsizleri yazmalı.
Evrensel hukuk, insanın doğuştan kazandığı haklarının, devredilemez, ertelenemez olduğunu ve evrensel nitelik taşıdığını ifade etmektedir. Doğarken özgür ve eşit olan insan, doğumdan sonraki yaşamında da hak ihlalleriyle karşı karşıya kalmadan yaşamalıydı. Yaşam ve barınma hakkı da bunların başında gelmeliydi.
2019 yılı arifesinde Türkiye insan hakları sokaklarda donarak ölüyor. İnsan hakları baskı altına alınmaya, susturulmaya ve savunmasız bırakılmaya devam ediyor.
Sadece donarak öldüklerinde, varlıklarından haberdar olduğumuz evsizleri başka zamanlar duymayız ve görmeyiz.
Ama onlar her gün aramızdalar ve görünürdeler. Biz gözlerimizi onların hakikatlerine kör etsekte, onlar “biz buradayız ve görünürdeyiz, bizi görün” diyorlar.
Onlar sadece -4 derecenin dondurucu soğuk kış gecelerinde değil, 365 günün ve 365 gecenin en zorlu sıkıntılarına, acılarına, dışlanmaya, horlanmaya ve her türlü şiddete maruz kalıyorlar.
Evsizlerin çaresizliğine çare, umutsuzluğuna umut yok ve - 4 dereceli geceler dışında kapı acan yok. Evsizlere ve kimsesizlere 365 gün sosyal hizmet verecek açık bir kapı yok! Dondurucu kış günleri ilk kurbanlarını evsizler arasından seçtiğinde ve bir de o meşhur -4 derece beklenir.
İşte o zaman donmak üzere olan evsizlere kapalı spor salonları ve geçici barınaklar kapılarını, geçici bir süre için açar. Oysa eksi dört dereceyi beklemek geç ve kör kalmışlığın adıdır.
Hükümetin betonlaşma başarılarına baktığımızda, Türkiye yılda 1 milyon konut üretiyor. Yüz binlercesi boş. Bu boş konutların 220 bini İstanbul’da.
Ama hükümetin insanileşme ve sosyal politikalardaki çöküşüne baktığımızda, İstanbul’da 10 bin, Türkiye’de ise 100 bin civarında evsiz insan sokakta yaşıyor.
Peki sokakta ve sahipsiz kalan evsiz insanların hikayeleri kimin umurunda?
Devlet büyük olabilir. TOKİ’de devasa “sosyal” konutlar yapıyor olabilir ama “küçük insanları” görmüyorlar.
Zenginler “hayırsever” ama sahipsizliğin pençesinde sahiplenilme umuduna hasret insanlara elini uzatmıyorlar.
İnsanın hayatına, yaşam ve barınma hakkına dair söz sahibi kim? Adaleti, huzuru, varlığı ve insan haklarını dağıtan kim?
Bu haklar, adalet ve vicdan neden sokakta yaşamaya mahkûm olan evsizlere uğramaz. Kapısını çalmaz. Arka sokaklarda kaldırımlara serilmiş kartonlar üzerinde yaşayanların çalınacak bir kapısı, sorulacak bir adresi olmadığı için mi uğramaz “sosyal devlet!”
Evsiz insanların hikâyeleri ve hayatlarına dair neler biliyoruz ki? Hangi kamusal, insani ve sosyal çalışma yapılmış?
Hayatın en soğuk ve acımasız yüzüyle yaşamak zorunda kalan ve aylarca, yıllarca sadece kendisiyle konuşan insanlarla konuşan var mı?
Sokakları mesken tutmuş, kaldırım kenarlarını ve kuytuları yuva edinmiş insanlar hakkında hangi insani, sosyal ve politik farkındalık oluşuyor?
Sokakta yaşamak zorunda bırakılmış insanın, acılarla çizilmiş alın kırışıklarında “kaderinde varmış” yazmıyor! Kış gecelerinin ayazında, donuk kartonlar üzerine uzanmış bedenin üzerinde, sosyal olmayan yüzünü ve adaletsizliğini sadaka düzeni ile örtmeye çalışan devletin adı yazar.
Gazeteler “kaldırımda donarak ölen insanların” haberlerini verince, spor salonlarına dizilmiş sıralı yataklar üzerinde oturan insanların haberleri “sosyal devletin” günah çıkarma seanslarına dönüştürülür.
(II)
Her kış bu günah çıkarma seanslarının ardından, havalar ısınınca, evsiz insan yine torbasını sırtlayıp, çullarına sarılacak; kartonlarını serecek bir kaldırım arayacak. Bir sonraki kış birkaç insan daha sokakta donuncaya kadar.
Evsiz insan sahipsizliğin ve sosyal devletsizliğin vurduğu kaldırıma yan gelip uzanacak. Sokakları evi sanarak, küçümseyen bakışlardan kaçırdığı gözleri, horlayan sözlere tıkanmış kulakları ve sahipsizliğe sığınmış kalbi sadece kendisiyle konuşacak. O uykusuz gecelerinde Tanrı’ya lanet okurken, tanrılar yüz binlerce ibadet evinde “iyilik ” konuşacak ama, evsizin gözlerindeki sahipsizliği görmeyecek!
Kartonları döşek, gazeteleri yorgan, sokakları evi sanmış insanlar, hayat heybelerini, kalbe akan gözyaşlarıyla dolduracak. Sahipsizliğin ciğer yakan ateşiyle cehennemlerini bu yeryüzünde kaldırımlarda ve kuytularda yaşayacaklar. İsa gibi çarmıhta, nesimi gibi derisi yüzülmüş ateşte pişecek.
Bin yılın acısıyla, öyle bakacaklar hayata. Umut için, sahiplenmek için.
Tanrı’nın ve devletin adaletsizliğini lanetleyen isyanı duyulmayacak. Anlaşılmaz sözleri, hissedilmez acısı, parçalanmış ciğeri, gecelere saçılmış yalnızlığı, sadece kendisiyle ve sokak köpekleriyle paylaştığı sırlarını ve sıcaklığını kimse fark edemeyecek.
Hayatlarının ortakları var; Karlar, yağmurlar, rüzgârlar, sahipsiz köpekler, sarhoş fahişeler,
Evsizler…
Gündelik hayatın en sıkıntılı çilelerini taşırlar heybelerinde. İnsanlığın ve sahipsizliğin trajedisine aynadır.
Sokakları, parkları, kuytu köşeleri, yıkıntı harabeleri ve kaldırımları yaz kış; soğuk sıcak; yağmurlu fırtınalı; gece gündüz demeden hayatın en zorlu yaşam mücadelesine tutunurlar.
Çatısızlar, evsizler, sahipsizler ve savunmasızlar. Yaşam alanlarında horlama, aşağılanma, dışlanma, şiddet, taciz ve tecavüz ile yüz yüze yaşıyorlar.
Kimi üşüyerek, kimi hastalanarak, kimi donarak, kimi açlıktan, kimi de şiddetin mağduru olarak ölüyor.
Evsizler, sahipsizler…
Yazık ki, ne insanlar, ne toplum ne devlet onları sahiplenmiyor. Giyimleri perişan diye horlanırlar, kafeteryalar ve restaurantlar kabullenmez. Bankamatik kabinleri, otogar bankları, istasyon peronları, hatta cami avluları bile kalmalarına izin vermez.
Evsizler, sahipsizler…
Umutsuzluğun ve çaresizliğin içinde geçen uykusuz gecelerin kabuslarına, soğuğun tüm acımasızlığı ve zalimliği eşlik ederken, insan sıcaklığından mahrum kalmış, sahipsizlerin vücud ısısı düşerek donma nedeniyle ölüm haberi ekranlara düşer.
Hiç üstümüze alınmadan geçiştirdiğimiz haberler kategorisine atarız.
Devletin evsizlere yönelik düzenliliği ve sürekliliği olan hizmeti yok. Oysa sosyal devlet ilkesi gereği, sokakta yaşayan tüm evsiz ve sahipsizlere düzenli psikolojik, sosyal, hukuksal, ekonomik destek ve hizmet verecek merkezler ve barınma evleri kurmalıdır.
Evsizler ve sahipsizler bu ülkenin vatandaşlarıdır. Ama ne yerel yönetimler ve merkezi yönetimler evsiz insanları vatandaş bile görmemiş ve görmezden gelmeye devam etmektedir.
Ön yargılarımız evsizleri korkutan ve bizi onlardan, onları bizden uzaklaştırıyor. Tüm bu yaşananlardan, devlet, toplum ve birey olarak hepimiz sorumluyuz.
Görüyoruz, duyuyoruz, susuyoruz. Yani hepimiz sorumluyuz.
Sokakta yaşamaya mahkûm edilen insanları mağdur etmeye devam ediyoruz. Onlar biz fark etmeden tek tek ölüyorlar. Her birinin anlatılmamış, dinlenmemiş ayrı ayrı hikayeleri birlikte mezarlara gömülüyor.
Aslında çözüm var.
Sadaka değil, sosyal devlet olunmalı. Sosyal devletin de sosyal politikalar çerçevesinde yaşam ve barınma hakkı savunulmalı ve sağlanmalı. Tüm evsiz vatandaşlarımıza yönelik, insan onuru ve hakları kapsamında evsizler için danışma, barınma, psiko sosyal merkezlerini ulusal ve yerel ölçekte oluşturulmalıdır.
Turan Eser / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder