15 Ocak 2019 Salı

Suriye'de gerçeklerle yüzleşememek - OĞUZ OYAN

Geçen yılın sonunda, 19 Aralık'ta, Trump'ın Suriye'den çekilme kararını Erdoğan'a telefonda açıklayıp IŞİD ile mücadeleyi de Türkiye üzerine yıktığında, iktidarın sözcüleri ve medyası büyük coşkuya kapılmıştı "Güçlü" lider Erdoğan pompalaması üzerinden bunun AKP iktidarının büyük bir zaferi olduğu, Türkiye'nin büyük güçler arasındaki kıvrak dansının sonuç verdiği, bölgede Türkiye olmadan adım atılamayacağının anlaşıldığı vb. şişinmelerin bini bir paraydı. 

AKP iktidarı büyük bir iştahla ABD'den boşalan alanları doldurmaya heveslenmişken, Suriye Arab Cumhuriyeti ordusu PYD ile koordineli biçimde Mümbiç'e girmişti bile. Buna rağmen, Türkiye tarafından "ansızın gelebiliriz" türküleri çalınmaya, sınıra tahkimat yapılmaya, cihatçı ÖSO unsurları da bölge yakınlarına konuşlandırılmaya başlanarak içe ve dışa  mesajlar verilmesi ihmal edilmiyordu.

Bu arada haftalar ilerledikçe Trump üzerinde sistemin beklenen fren etkileri çalışmış, çekilmenin zamana yayılacağı, çekilmenin sadece Kuzey Suriye'yi kapsayacağı ve daha da önemlisi çekilmenin bazı şartların yerine getirilmesine bağlı olacağı, bunun da bölgedeki Kürtlerin güvenliklikleriyle ilgili olduğu vb. eklemeler yapılmaya başlanmıştı. AKP ise "kararlılık" gösterileri yapmaya, Erdoğan Trump'ın güvenlik danışmanı Bolton'u kabul etmeyerek onun Türkiye'ye gelmeden İsrail'den PYD'yi  kollayan sert mesajlar vermesine sözde ayar veriyordu. Nihayet, 13 Ocak 2019 tarihine (Türkiye için 14 Ocak sabahına) gelindiğinde yeni bir Trump twiti ile herşey başa sardığı gibi Türkiye daha önce görmediği türden bir tehdite muhatap oluyordu. 


Trump bu son mesajında "Kürtlere saldırırlarsa, Türkiye'yi ekonomik olarak mahvederiz. 20 millik güvenli bölge kuracağız. Aynı şekilde Kürtlerin de Türkiye'yi provoke etmesini istemiyoruz" diyordu. Buna Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, "stratejik ortaklar twitter üzerinden konuşmaz. Hiçbir tehdide pabuç bırakmayız" şeklinde yanıt veriyordu. Şu olmayan "stratejik ortaklık" üzerinden sitem etmenin bir karşılığı yoktu ve böyle bir tehdit sitemle geçiştirilemezdi. "Twitter üzerinden konuşmama" ayarı ise tamamen anlamsızdı, çünkü bu zaten ABD'deki bütün muhaliflerinin hatta kendi takımının baş eleştirisiydi; kaldı ki Trump Suriye'den çekileceğini twitter ile teyit ederken nedense bunu gayriciddi bulan bir Türk yetkilisi çıkmamıştı. 

"Hiçbir tehdide pabuç bırakmayız" diklenişi ise yatsıya kadar sürecekti. Trump ile 14 Ocak akşamı bir telefon görüşmesi yapan Erdoğan'ın tehdidi sineye çeken alttan alıcı konuşması, AKP'den anti-emperyalist bir duruş bekleyenler açısından yeni bir  hüsrandı. 

Bu konuşmada, sanki Türkiye'ye yönelik hiçbir tehdit olmamış gibi, "güvenli bölge" meselesi dahi ele alınmıştı. Öyle ya, güvenli bölgeye hangi güçlerin konuşlandırılacağı Trump'ın mesajından anlaşılmıyordu; hiç olmazsa bu gücün TSK-ÖSO ortaklığından oluşmasını garanti altına almak ve mümkünse seçim öncesinde bu bölgeye TSK'nın yerleşmesine icazet alarak yeni bir "sahte zafer" aldatmacasını iç kamuoyuna pazarlama olanağını elde etmek gerekiyordu.

İşin aslına bakılırsa, Trump'ın küstah twitter'ı ile adeta bir tür Johnson mektubu yarım yüzyılı aşkın bir süre sonra yeniden sahneye sürülmüştü. Ama o mektuba İnönü'nün nasıl yanıt verdiğini biliyorsanız, şimdi verilen karşılığın nasıl bir acze düşme durumunu yansıttığını daha iyi anlarsınız. İşin özeti şudur: Trump güç gösterisinde bulunmuş, sadece güçten anladığını belli eden muhatabı da boyun eğmiştir. Çok yazık. Orduları Türkiye sınırlarına dayandığında bile Hitler Türkiye'yi bu denli hafife alan tehditlere başvuramamıştı.

Aslında bu aleni tehdide cumhurbaşkanı üzerinden okkalı bir yanıt verilmesi de durumu değiştirmezdi; zira Türkiye'nin böyle bir tehdidin muhatabı durumuna düşürülmesi öylesine vahim bir dış politika çöküşüydü ki bunun kuru sıkı laflarla telafisi mümkün olamazdı. Bunun telafisi ancak ABD'ye aynı ölçekte bir tehdidin, örneğin İncirlik Üssü'nün kapatılması üzerinden  yapılmasıyla mümkün olabilirdi, ama bunu yapabilecek bir iktidar yapısı ortada yoktu. Nasıl olsundu ki, ABD desteğindeki hainler teşkilatı FETÖ ile birlikte yürütülen Ergenekon davaları üzerinden TSK'nın tüm sağlıklı unsurlarını tasfiye ederek cemaat ve tarikat yapılarına yer açan, donanmanın Osmanlı dahil hiçbir deniz savaşında vermediği ölçekte üst düzey komutan kaybına sebep olarak denizler hakimiyetini zaafa uğratan ve bunları bir "vesayet rejimine" son vermek olarak kendi bünyesinde meşrulaştırabilen bir hareketti söz konusu olan.

                                                            ***

AKP elinde Türkiye'nin ve dış politikasının savrulduğu noktanın içler acısı görüntüsü yıllardır ilmik ilmik örülmüştür. Bunun temelinde, hükümran bir ülkenin cihatçı çeteler eliyle ve ABD emperyalizmi ile onun güdümündeki Arap ülkelerinin desteğiyle paramparça edilmesine AKP Türkiye'sinin aktif bir oyuncu olarak iştirak etmesi bulunmaktadır. 

Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün kurucu değerlerini ve dış politika ilkelerini gerek küçümseyerek gerekse tasfiye ederek emperyalizmin himayesinde (sözde "stratejik ortaklığında") kendi gücünü abartan iddialarla bölge haritasını değiştirmeye soyunan "yeni Osmanlıcı" zihniyet, birkaç yıldır duvara toslamış olduğunun bile tam farkına varamamıştır. Alandaki güçler çatışmasından doğan her fırsatta kendine rol kapmaya, mezhepçi ve sözde "fütuhatçı" emellerini yeniden canlandırmaya çalışan bu aymazlığın, en sonunda itilip kakılmaya müsait bir zemine yol açması beklenebilirdi. Bunu bazıları hakediyor olabilir ama Türkiye haketmiyor. 

Başlangıçtan beri olması gereken dış politika ilke ve stratejisi, Suriye Arap Cumhuriyeti'ne yönelen tehditlerin yanında değil karşısında yer almaktı. Türkiye'nin çıkarı, çeşitli etnik ve dinsel/mezhepsel bölünmüşlükleri tolere edebilen Suriye gibi görece laik bir devletin siyasi bütünlüğünün korunmasıydı. Türkiye bunun arkasında durabilseydi, ABD'nin ve müttefiklerinin bu ülkeyi parçalama gayretleri kesinlikle sonuca ulaşamazdı. Beşar Esad da hiçbir göç dalgasına yol açmadan, kentlerini yıkıma uğratmadan ve muhtemelen birkaç bin kayıpla sınırlı kalan bir iç mücadeleyle dıştan kışkırtılan güçlerin hakkından gelirdi. Suriye'nin kuzeyinde de dış güçlerin istekleri doğrultusunda bir piyon devlet oluşturma çabaları hiçbir zemin bulamazdı. Şimdi bütün bunların tam tersini yapmış bulunan AKP iktidarı zevahiri kurtarmaya ve bu çöküntü tablosu üzerinden kendine hâlâ bir başarı hikayesi çıkarmaya çalışmakta. Buradan herhangi bir çıkış olmadığını anladığında ise artık çok geç olacaktır.

Bugün geçtir, ama çok geç değildir. Geçtir, çünkü milyona varan ölü ve 6 milyonu aşan göç dalgasının tahribatı onarılamaz, bunun tarihi sorumluluğundan kurtulunamaz. Ama çok geç değildir, çünkü Suriye'nin bölünmemesi gerçekten isteniyorsa (ki bundan kuşkuluyuz), bugünden tezi yok Suriye Arab Cumhuriyeti ile en üst düzeyde diplomatik ilişki kurulmalı, derme çatma ÖSO gücü dağıtılmalı ve Suriye'de Türkiye'nin elindeki topraklar Suriye Arab Cumhuriyeti'ne pazarlıksız bir biçimde bırakılmalıdır. Bunun, aynı zamanda, Amerikan küstahlığına verilecek en iyi yanıt olduğunun da farkına varılmalıdır. Böylece Türkiye'nin eli sahada güçbirliği yapar gözüktüğü Rusya ve İran'a karşı bile güçlenebilecektir; zira Esad'ın kendi ülkesini yabancı güçler olmaksızın kontrol etme yeteneği artmış olacak, Anayasasının dış güçlerce dayatılmasına daha güçlü tepkiler verebilecektir.

Şimdi bu söylediklerimiz muhalefeti de ilgilendirmektedir. Anamuhalefet partisinin "tehditlere pabuç bırakmayız" söylemini geçip, ABD'ye en iyi yanıtın Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye Arab Cumhuriyeti ile doğrudan temas kurması ve Esad'a desteğini açıklaması olduğunu -iktidarın hışmından ürkmeden- kararlılıkla savunması gerekir. Bunu da aşıp, yıllar önce CHP heyetleri üzerinden Esad ile kurulan temasın bu kez doğrudan doğruya Genel Başkan düzeyinde kurulması gerekir. Eğer Türkiye'ye yön çizmek istiyorsanız, gerçek bir alternatif siyasi hareket olacaksanız, iktidar icazetinde uyumlu siyaset çıkmazından bir an önce kurtulmak gerekmektedir. Çünkü Türkiye'nin sürüklendiği teokratik diktayı görmezden gelerek, olağanüstü rejime olağan muhalefet çelişkisini sürdürerek gidilecek yer, siyasal partiler mezarlığından başka bir yer değildir.

Oğuz Oyan / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder