On yedi yıldan beri iktidarda olan AKP, Türkiye’yi zaten zararsız konumundan pek hoşnut, karnı tok, sırtı pek muhalefet yokluğunda; tüm eleştirilere kulaklarını tıkayıp “dediğim dedik, çaldığım düdük” zihniyetiyle yönetiyor.
Bu yönetim biçimi ve muktedirleri, Cumhuriyetin halk aç kalmasın diye var ettiği tüm kurumlarını satıp savdıktan, düzeneklerini yıktıktan, zor yıllardaki karne ve kuyruklarıyla yıllarca alay ettikten sonra; uzun kuyrukların oluştuğu fiyat tanzim satışları düzenliyor. Üstelik temel ihtiyaçların 2 kg ile sınırlandığı bu satışların gördüğü rağbetle övünüyorlar!
Daha doğrusu, övdürüyorlar.
Yandaş medyanın yayımladığı röportajlara bakılırsa, yurdumuzda ucuz yiyecek alabilmek için saatlerce sıra beklemekten çok mutlu ve iktidara tanzim satışları için övgüler yağdıran bir kitle var.
Nüfusun kuşkusuz hiç de azımsanmayacak yoksul ve üretim çarkının dışında kalan yüzdesini oluşturan bu kitleyi; “Hak etmediğini düşündüğü temel ihtiyaçlarını, kuyruğa girip saatlerce bekleyerek alınca, emek verip çile çekerek hak ettiğine inanan halk” diye tanımlamak, sanırım yanlış olmaz.
***
Osmanlı Devleti’nde, vergilendirilen halka “reaya” denirdi. Sizlerin de çok iyi bildiği gibi tebaa statüsündeki reaya tabanını oluşturan ümmet; memur, asker, zanaatkâr, çiftçi ve köylüleri kapsardı.
Bu tebaa içinde elbette tüccarlar da vardı. Ama büyük çapta ticaret, seri imalat gibi kapsamlı ekonomik ve finansal etkinlikler, önce kendiliğinden, sonra dış dayatmayla gayrimüslim azınlıkların ayrıcalıklı alanı olmuştu.
Padişah, devlet demekti. Tüccar ve imalatçı olmayan Müslüman tebaanın can sahibi; kulluğundan hoşnutsa paşalık, han hamam, toprak ve ekmek veren efendisiydi. Kâh velinimet, kâh “zalim kısmet” olabilirdi. Hoşnut değilse hem verdiklerini geri, hem de kellesini alır, sıkışınca vergi salıp iyi gününde ulufe dağıtırdı.
***
1789 Büyük Fransız Devrimi’nden sonra dünyaya yayılan “yurttaşlık” algısı, zaten matbaa ve sanayi devrimini de ıskalayan Osmanlı mülküne uğramadı.
Ticaret ve imalat yapan reaya, her şeyden önce çoğu gayrimüslim olduğu, yani İslam halifesine kulluğu içselleştirmediği; büyük ölçüde de dünyayı izlediği ve yaptığı iş gereği zekâsı geliştiği için yurttaşlık bilinciyle buluştu. Hakkını savunmayı, sonuçta pek kazanamasa da öğrendi.
Ama paşasından marabasına, sahip olduğu her şeyin Padişah/devlet tarafından bazen keyfi olarak alınıp verilmesine koşullanan Müslüman tebaa; hak etmek nedir, neye hakkı vardır, neye yoktur pek bilemedi...
Hatta liyakati, çoğu zaman verilen rütbe ya da makama değil; rütbe ve makamı “lütfeden” efendiye vefa hizmeti sandı!
Hak etmeden ihsan, nimet, lütuf dağıtımına; bazen de küfür kıyamet ya da dayak yiyip soyup soğana çevrilmeye alıştı...
***
Cumhuriyet, matbaa ve sanayi devrimini ıskalayan bu reayadan okumuş yazmış bir halk yaratmayı hem de çok kısa zamanda başardı.
Ticaret ve finans dünyasının gemlerini gayrimüslimlerden alıp Müslümanlara vermek için, çok acımasız yöntemler de kullandı!
Kulluğa koşullanan çok etnili bir ümmetten, “Türk” kimliği altında özgür bir millet yarattı. Kadını ve erkeği yasa önünde eşitledi, ulus ve yurttaşlık bilinci aşılamaya çalıştı.
Müslüman ümmet, el hak, ticarette pek yetenekli çıktı. Nüfusun yoksul bile olsa görerek öğrenen ya da okuyup yazınca gözü açılan yarısı, kulluğu kolayca terk etti, yurttaşlığı özümsedi ve hakkını aramayı da öğrendi.
Ama geniş genelinde dindar, muhafazakâr ya da eril aşiret/ aile baskısından kurtulamayan ve zaten kurtulamaması için cahil bırakılan bir nüfus, toplumsal belleğine yer eden kulluk zihniyetini değiştirmedi. Çünkü bu zihniyeti terk etmek, kadının erkeğe eşitliğini de kabul etmeyi gerektiriyordu ki; kendisi de sultanın eril otoritesine kayıtsız koşulsuz boyun eğen erkek otoritesine dayalı muhafazakârlığın hiç işine gelmedi!
***
Aslında aynı çevrede yetişen, zaten aynı zevksizlik ve görgüsüzlüğü paylaşan; ama az çok eğitim, epeyce de oportünist kurnazlıkla sınıf atlayan AKP muktedirleri, sefalarının ancak “kullanışlı cahiller” sayesinde süreceğini biliyorlardı. İçinden çıktıkları halk tabanına, genetik belleğindeki kulluğauygun davrandılar. İşsiz güçsüz bırakıp, din ve diyanetle uyuşturdukları yığınları, zaten alışık oldukları ihsan ve ulufe ile geçinmeye koşulladılar. Yandaş medya sayesinde haberlerden bile habersiz, yalan dolanla coşup durulan bir cahiller ordusu yarattılar.
Ve bugün, o kuyruklarda üç kuruşa daha ucuz hıyar alıyoruz diye saatlerce beklemekten mutlu insanlar; ne saçmalarsa saçmalasın hikmetinden sual edilmeyen bir sultanlığa inanıyorlar.
Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder