Charlie Chaplin’in 1916’da yaptığı bir film var: Behind the Screen (Perde Arkası). 25 dakikalık sessiz sinema şaheserinde Chaplin, yapımcılar tarafından sömürülen set işçileriyle ilgili minik sakarlık hikayeleri anlatırken, erken dönem Hollywood stüdyolarının film üretim biçimleriyle de dalgasını geçer. Bir stüdyoda son derece ciddi bir kostümlü tarihsel drama çekilirken yan tarafta bir komedi filmi yapılmaktadır mesela. Bu sırada komedi yönetmeninin aklına çok özgün bir fikir gelir: Filmdeki tipler birbirinin suratına pasta fırlatsın! İşte o zaman her şey birbirine girer; komedi setindeki adamın fırlattığı pasta dram setindeki kralın yüzünde patlar, set dekorları birbirine karışır vs. Böylece Chaplin anlatısının içindeki farklı anlatıların düzeni ve tür özellikleri bozulur, komedi tarihsel akışı umursamadan alanını genişletirken tarih tarih olmaktan çıkar. -Sovyet Devrimi’nin tamamlanmasına henüz bir yıl varken çekilen filmin epey sert bir anarşist sonsözü var: Herkesin birbirine giriştiği ortamdaki karmaşa, grevdeki set işçilerinin stüdyoyu kundaklamasıyla son bulur.
Tarihsel diyalektik yerine kitle kültürü etkisiyle ilerleyen Hollywood-tarih ilişkisinin çok rahatsız edici ideolojik boyutları var. Beyazperde sayesinde tarih artık ortak insanlık birikimi olmaktan çıkıp, her seferinde kim yazıyorsa ona göre biçimlenen bir anlatıya indirgeniyor. Behind the Screen’den sadece bir yıl önce yapılan Birth of A Nation/Bir Ulusun Doğuşu adlı ırkçı filmde bu yüzden pamuk tarlasında çalışmaktan hiç şikayeti olmayan mutlu siyah köleler görürüz (pastalar havada uçuşuyor!). Lincoln köleliğin kaldırıldığını açıklayana kadar ülke siyahıyla beyazıyla huzur içindedir (Lincoln’e de bir pasta!) Amerikan İç Savaşı başladığında pamuk tarlalarındaki köleleri, kölelik yanlısı Konfederasyon askerlerini sevinç çığlıklarıyla cepheye uğurlarken izleriz (pastalar bir o tarafa bir bu tarafa uçuşuyor!) Bir yanda ‘sahip’lerini savunup koruyan iyi köleler, diğer yanda Kuzey yanlısı kötü siyahlar (Hiç değilse yüzün beyazlar, al sana pasta!). Böylece Güneyli beyazların kendilerini dehşetli siyah terörüne karşı korumak için Ku Klux Klan’ı kurmalarının ne kadar önemli olduğunu görürüz (Bir pasta da kameraya!)
“Neyse ki tarihi sinemadan öğrenmiyoruz” diye sevinebilirsiniz. Sevinmeyin, eğitimsiz sağcı gençler milliyetçi Yeşilçam’dan ‘öğrendikleri’ tarih sayesinde Türk-İslam sentezinin temel malzemesi oldu; Çorum, Maraş, Madımak katilleri tarihi Gibbon’dan, Avcıoğlu’ndan, İnalcık’tan değil Kara Murat ve Battal Gazi’den öğrendi. Anadolu halkıyla hiçbir asgari müştereği bulunmayan Osmanlı sarayının tarihi öyle mide bulandırıcı yalanlarla kurgulandı ki, ortaya ‘köleliğin kaldırılmasına karşı savaşan beyaz toprak sahiplerini sevgi tezahüratlarıyla cepheye uğurlayan siyah köleler’den daha absürd bir halk görüntüsü çıktı.
Tarihsel diyalektik yerine kitle kültürü etkisiyle ilerleyen Hollywood-tarih ilişkisinin çok rahatsız edici ideolojik boyutları var. Beyazperde sayesinde tarih artık ortak insanlık birikimi olmaktan çıkıp, her seferinde kim yazıyorsa ona göre biçimlenen bir anlatıya indirgeniyor. Behind the Screen’den sadece bir yıl önce yapılan Birth of A Nation/Bir Ulusun Doğuşu adlı ırkçı filmde bu yüzden pamuk tarlasında çalışmaktan hiç şikayeti olmayan mutlu siyah köleler görürüz (pastalar havada uçuşuyor!). Lincoln köleliğin kaldırıldığını açıklayana kadar ülke siyahıyla beyazıyla huzur içindedir (Lincoln’e de bir pasta!) Amerikan İç Savaşı başladığında pamuk tarlalarındaki köleleri, kölelik yanlısı Konfederasyon askerlerini sevinç çığlıklarıyla cepheye uğurlarken izleriz (pastalar bir o tarafa bir bu tarafa uçuşuyor!) Bir yanda ‘sahip’lerini savunup koruyan iyi köleler, diğer yanda Kuzey yanlısı kötü siyahlar (Hiç değilse yüzün beyazlar, al sana pasta!). Böylece Güneyli beyazların kendilerini dehşetli siyah terörüne karşı korumak için Ku Klux Klan’ı kurmalarının ne kadar önemli olduğunu görürüz (Bir pasta da kameraya!)
“Neyse ki tarihi sinemadan öğrenmiyoruz” diye sevinebilirsiniz. Sevinmeyin, eğitimsiz sağcı gençler milliyetçi Yeşilçam’dan ‘öğrendikleri’ tarih sayesinde Türk-İslam sentezinin temel malzemesi oldu; Çorum, Maraş, Madımak katilleri tarihi Gibbon’dan, Avcıoğlu’ndan, İnalcık’tan değil Kara Murat ve Battal Gazi’den öğrendi. Anadolu halkıyla hiçbir asgari müştereği bulunmayan Osmanlı sarayının tarihi öyle mide bulandırıcı yalanlarla kurgulandı ki, ortaya ‘köleliğin kaldırılmasına karşı savaşan beyaz toprak sahiplerini sevgi tezahüratlarıyla cepheye uğurlayan siyah köleler’den daha absürd bir halk görüntüsü çıktı.
Sonuçta, Chaplin’in Perde Arkası’ndan bu yana koskoca bir asır geçerken kitlesel medya öyle çarpık bir büyümeyle dünyayı işgal etti ki, dramla komedi arasındaki pasta savaşları azalarak bitmek yerine akıl almaz boyutlara ulaştı. Arka camı tuğralı Doblo’suna hep 50 TL’lik gaz aldığı için övünen ama o gazla gittiği mesafenin kısalmasını sorgulamayan adamı, RTE’nin gö.ünün kılı olduğunu haykıran kadını, domates-biber kuyruğundaki halini iktidar politikalarının hatası değil başarısı olarak algılayan ihtiyarı tek başına yandaş medya yaratmadı elbette, ama o pastaların -bugün domates ve hıyarların- neden oradan oraya uçtuğunu sorgulatmama konusunda başarının asıl sahibi medyadır.
Sahneye hıyar atan seyircisinin düşük akıl ve ahlak düzeyini “Beyefendi kartvizitini göndermiş!” diyerek görünür kılan İsmail Dümbüllü’yü anımsatmak lazım bu halka, tanzim satış kuyruğunda uçuşan kartvizitleri görsün, bu hıyarlı komedinin seyircisi değil figüranı olduğunu fark etsin diye…
Çünkü gösterirseniz belki görecek, göstermezseniz hiç bilmeyecek…
UĞUR KUTAY / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder