“Reis” Cumhur İttifakı’ndaki ortağı MHP’ye kuruluşunun ellinci yıldönümünde bir jest yaptı ve Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nin adının Alparslan Türkeş Üniversitesi olarak değiştirilmesi için talimat verdi. Ortaklar açısından gayet normal, gayet anlaşılır.
Normal ve anlaşılır olmayan ise, daha doğrusu “ilk bakışta” öyle görünen şey ise CHP ve İyi Parti’nin, bu değişiklik Meclis’e geldiğinde elde tuzluk koşmuş ve “evet” oyu vermiş olmaları.
Normal şartlarda, MHP’den ayrılan bir ülkücü fraksiyon olmakla birlikte öyle ya da böyle muhalefet partisi konumunda bulunan ve geçen yıl yaptığı benzer teklif AKP-MHP tarafından reddedilen İyi Parti’nin, bunu doğrudan Bahçeli’ye verilmiş bir hediye olarak görmesi ve reddetmesi gerekirdi.
Ve yine normal şartlarda, CHP’nin hem tarihsel olarak siyasi yelpazede temsil ettiği yer hem de yaslandığı sosyolojik taban nedeniyle, yani meselenin ortaklar arası bir hediyeleşme olmasının da ötesine geçen bir perspektifle, ilkesel bir karşı duruş sergilemesi beklenirdi.
Peki “ilk bakışta” normal ve anlaşılır olmayan, aslında neden gayet normal ve gayet anlaşılır oldu?
Çünkü “AKP-MHP blokunu geriletme” diye rasyonalize edilmeye çalışılan politik tutum, daha baştan siyaseti hem ideolojik hem politik olarak yeni rejimin çizdiği sınırlar ve koyduğu kurallar çerçevesinde kabul ediyor.
AKP’nin MHP’yle kurduğu ittifak sonrası, Türk-İslam sentezinin 12 Eylül’den beri devletin resmi ideolojisi haline geliş süreci büyük ölçüde tamamlanmış ve düzen siyasetinin referans noktası haline gelmiş durumda. Buna bir ülkücü fraksiyon olan İyi Parti’nin itiraz etmesi zaten beklenemez, Kılıçdaroğlu CHP’si ise Yaşar Okuyan’la, Mansur Yavaş’la, Ozan Arif anmasıyla, “Millet İttifakı”yla, birebir sahiplenmese de Türk-İslam sentezini yeni rejimin ve siyasetin “yeni normal”i olarak görüyor ve kendisini bu “yeni normal”in içinde bir yerlere yerleştirmeye çalışıyor.
İdeolojik olarak böyle, politik olarak ise Türkeş Üniversitesi örneğinin bir kez daha gösterdiği üzere, sanki ortada normal bir rejim varmış, siyaset normal şartlarda icra ediliyormuş, “Reis” her gün Millet İttifakı’nı Kandil’le ya da FETÖ’yle ilişkilendirmiyormuş gibi yaparak tam da AKP-MHP bloğunun istediği bir “normalleşme”nin, aslında “biat” anlamına gelen bir normalleşmenin değirmenine su taşınıyor.
Normal olmayan bir rejimi normalleştirmenin ve uzlaşma arayışının en çok rejimin kurucu unsurlarının işine yarayacağını ve açıkça biat olarak görüleceğini ise Devlet Bahçeli’nin memnuniyetinden anlayabiliyoruz. Bahçeli, Meclis’te ortaya çıkan tablo için “gösterilen uyumun, anlayışın, işbirliğinin ve hoşgörünün hem kalıcı olması, hem yaygınlık kazanması huzursuzluk ve gerginlik tortularını kazıyıp atacaktır” diyor.
Türk-İslam sentezi, 12 Eylül darbesi sonrası, sermayenin çıkarlarına en uygun ideoloji olduğu için devlet katında büyük teveccüh görmüştü; çünkü işçi sınıfı mücadelesini zor aracılığıyla bastırmak yeterli olmayacak, toplumu topyekûn bir şekilde sağcılaştırmak gerekecekti.
Bugün de düzen siyasetinin topyekûn sağa çekmesi ve muhalefetin Türk-İslam sentezi aracılığıyla yeni rejimin sınırlarını ve meşruluğunu kabul etmesi benzer bir ihtiyaca denk düşüyor. Türkiye kapitalizmi bir krize doğru doludizgin giderken, bunun olası siyasal sonuçlarından duyulan ürküntü, düzenin bütün aktörlerini hem rejime yakınlaştırıyor hem sağa çekiyor. Sağcılaşma normalleşmeye ve normalleşme sağcılaşmaya tekabül ediyor, sermaye düzeni çıkışı bu ikisinde görüyor.
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder