Savaşlarda olsun günlük yaşamda olsun tarih boyunca kadınlar mağdur olmuştur. Bazı topluluklarda, tanrılarını memnun etmek için genç kızlar kurban edilmiştir. Günümüz yaşamına kültürel ve düşünsel etkileri olan Eski Yunan’da bile kızlar eğitim dışında tutulmuştur. Göksel dinler genelde erkek egemen anlayışı pekiştirip sürdürmüş, cariyeliği ve köleliği benimsemiştir. Ortaçağda da kızlar eğitimden uzak kalmıştır. Rönesans ve aydınlanma süreçlerinde insancıl düşüncelerin yaygınlaşması sonrasında okullar kızlara da açılmıştır. Ancak 4 Temmuz 1776 tarihli Amerika Bağımsızlık Bildirgesinde, “tüm insanlar eşit yaratılmışlardır, Yaradanları tarafından bağışlanmış bazı haklara sahiptirler Yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları bunlar arasındadır” denmesiyle, ilk kez “insanların eşitliği” gibi yeni bir anlayış resmen kabul edilmiştir. 26 Ağustos 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin ilk maddesi de “insanlar sahip oldukları haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar, özgür ve eşit yaşarlar” demektedir. Ancak resmi belgelerinde eşitlik vurgusu yapan devletler, belirttikleri eşitliği uygulamakta da ayak diremişlerdir. Örneğin köle ticaretine son verilmesi bile yüz yıl kadar sonra olmuştur.
Eşitlik konusunu tüm üye devletlerin benimsemesi ise Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948’de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle gerçekleşmiştir. Bu bildirgenin ikinci maddesi, “herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir” şeklindedir. 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14’ücü maddesi şöyledir: “bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.” İnsan hakları, en azından gelişmiş Batı ülkelerinde, hızla benimsenmiştir. BM’de, 16 Aralık1977 tarihinde, ABD’de 1857’de greve çıkan dokuma işçisi kadınlardan 129’unun yakılarak öldürüldüğü 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılması ve 20 Kasım 1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesiyle de, “on sekiz yaşına kadar her insanın çocuk sayılacağı” kabul edilmiştir.
Osmanlıda toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamındaki ilk hareketi, 1921’de erkeklerin okuduğu sınıflara giren kız üniversitesinde okuyan öğrenciler başlatmıştır. Cumhuriyetin ilanıyla, karma eğitime geçilmesi, öğretim birliği yasası ile evlilikte ve mirasta kadınları eşit konuma getiren medeni kanun ve kadınlara seçme hakkı verilmesiyle toplumsal cinsiyet eşitliği konularında önemli adımlar atılmıştır. Bu gelişmelerin ürünü olarak, yerli ve yabancıların yaptığı araştırmaların da gösterdiği gibi (bkz. Türkiye eğitim sistemi, Ütopya Yayınevi, 2005),Türkiye gençliği 1950 sonu ve 1960’larda, Batıdaki gençler gibi insan hakları başta olmak üzere evrensel değerleri benimseyen bir gençlik haline gelmiştir.
Ancak, 1960 sonlarında genelkurmay başkanlığından gelen Cumhurbaşkanı Sunay, ülke geleceğini 1968 üniversite gençliğine değil de imam hatiplilere bırakılmasını istemiştir. 1965-1980 arasında 10 küsur yıl birkaç kez başbakanlık yapan Demirel de bu düşünceye paralel bir tutum göstermiştir. 12 Eylül 1980 darbecileri, Türk-İslam sentezi anlayışıyla ve de özellikle AKP’nin gerici politika ve uygulamalarıyla, toplumsal cinsiyet eşitliği, laiklik, bilimsellik, adalet ve barışseverlik gibi değerlerden uzaklaşılmıştır.
2017 öğretim izlencesi ve bu izlenceye göre hazırlanan ders kitapları, toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı niteliktedir. AKP’yle Diyanetin hemen tüm karar ve uygulamalarında cinsiyet eşitliği karşıtlığı vardır. İmam hatipler, öncelikli olarak toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığının öğretildiği okullardır. Toplumsal cinsiyet eşitliğini benimsemeyenler artıkça, kızların imam hatiplere ya da açıköğretime gitmeleri yaygınlaşmakta, kadının işgücüne katılımı azalmakta, türbana girenler, çocuk istismarı, çocuk evlilikleri, hamile çocuklar, kadına karşı işlenen suçlar ve cinayetler artmaktadır.
İmam hatip okullarındaki sayısal artış, ülkeyi yönetenlerin bu anlayışa karşı olmaları, AKP’lilerin ve yandaşlarının he gün artan karşıt söylemleri ile bakanlığın ve YÖK’ün gericilerin baskısı üzerine toplumsal cinsiyet eşitliği projesinden vaz geçmeleri, Türkiye’yi bir beka sorunuyla karşı karşıya getirmiştir. Bu beka sorunu, AKP’nin seçim konuşmalarında dile getirdiği türden değil, kadının eşitlik konusundaki beka sorunudur.
Ancak her şeyden önce yapılması gereken şey, öncelikle kadınların toplumsal cinsiyet eşitliğine sahip çıkmasıdır.
Rıfat Okçabol / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder