Bu kesinlikle bir Türkiye baharı değildi; orası baştan beri belliydi ama olan bitenin gerçek kahramanları bizzat hayatlarının baharındaydılar.
Bu öyle güzel bir bahardı ki, gazdan kaçarken bile çarpıştıklarında birbirlerinden özür diliyorlardı.
Karşılarına cop ve kalkanlarla dikilen yaşıtları polislere yüksek sesle kitap okuyorlardı.
Bütün gün saldırılara direnip sabaha karşı sokaklardaki çöpleri topluyorlardı.
TOMA’ların yolunu kesecek barikatlar için harıl harıl malzeme ararken, simitçinin tezgâhını kenara çekip kolluyorlardı.
Gaz saldırıları sırasında kendilerinden çok, korkmuş, yaralanmış sokak hayvanları için telaşlanıyorlardı.
Devamlı, “Şiddet yok arkadaşlar! Şiddet yok!” diye bağırıyorlardı.
Yaptıkları en “fena” şey, arada sırada melodili sloganlarla Tayyip Erdoğan’a “ayıp” laflar söylemekti.
Sokaktaki çocuklar itaatsiz, sivil ve pasiftiler. Karşılarındaki polis ise itaatkâr, resmi ve manik. Kontrolden çıkan resmi şiddet, üç gün önce polislere kitap okuyarak direnen çocuklardan birini nihayetinde isyan ettirdi.
Çocuk “Yeter, halk darbe yapsın artık” dedi.
Haliniz var mı, ona halkın darbe değil, yapsa yapsa devrim yapabileceğini anlatmaya?
Diliniz varır mı, devrimin silahsız yapılmadığını, silahla yapılanından da bir hayır gelmediğini söylemeye?
Peki, ya cesaretiniz var mı; gençlik ne kadar ilkbaharsa halk da o kadar sonbahardır demeye?
Halk yani, geniş kitle orta yaşlıdır. Kaybedecek çok şeyi vardır: Ailesi, evi, işi, düzeni, huzuru... O yüzden orta yollu politikaları sever. Kolay boyun eğer. İsyana dudak büker. Dününe sahip çıkar, yarınıyla ilgili hayaller kurar ama bugününü asla tehlikeye atmaz. Düzen düşkünüdür. İşine gelmeyen çoğu şeyi duymaz, görmez, söylemez. Çoğunluk olmanın olanaklarıyla, hayatın bir köşesine siner ve temkinlere bürünür.
Provokasyonların göz göre göre işe yaraması bundandır. Geniş kitleler bilgileri sezgileriyle birleştirip “Gerçek nedir” sorusuna yanıt aramakla uğraşmazlar. Yanıta giden yolun ve belki de bulacakları yanıtın, güvenli sandıkları hayatlarına zarar vermesinden korkarlar. Geniş kitleler o yüzden gördüklerini, duyduklarını olduğu gibi kabul etmek isterler. Güçlü olanın diline inanmaya yatkındırlar.
Kurnaz iktidarlar güçlerini bu omurgasız geniş kitlelerden alırlar. Onları, dilinin kemiği olmayan yöneticilerle rahatça yönetirler.
Sonra bir bakarsınız, gençlerin sivil itaatsizliği, pasif direnişi, soylu talepleri geniş kitlelerin marazi tercihleri yüzünden, yoldan çıkarılmış bir öfkenin kurbanı oluvermiş. Güçlü bir politik karşı çıkışa dönüşebilecek temiz enerji bir anda kolayca kirletilmiş.
Elimizde ne var bir bakalım: İktidar tarafından kimi susturulmuş kimi yönlendirilmiş bir basın, bilgi kirliliğiyle aklı karıştırılmış geniş kitleler, cezaevlerine kapatılmış aydınlar, olan bitene isyan edip sokaklara dökülen çoğu genç binlerce insan, onları öldüresiye geri püskürtmeye çalışan gözü dönmüş bir polis gücü ve bir türlü içinden çıkılamayan kocaman bir “Bundan sonra ne olacak” sorusu...
Bu ülkede bundan önce de benzer şeyler yaşandı ve sonrasında hiçbir zaman “iyi şeyler” olmadı.
Artık öğrendik, bahar muhteşemdir ama... Maalesef öncesi dondurucu soğuk, sonrası kavurucu sıcak...
Oysa kurdukları yeni bir dille iktidara itiraz eden bu gençler baştan aşağıya haklılar ve son derece masumlar.
Günlerdir zift gibi karanlık bir dille onları hırpalayan iktidarsa baştan aşağıya haksız ve son derece küstah.
Her zaman olduğu gibi küstahlık muhtemelen masumiyeti yenecek.
Ama bu, masumiyetin küstahlıktan daha bilge olduğu gerçeğini değiştirmeyecek.
***
Yukarıdaki yazı Gezi’nin ilk günlerinde, 4 Haziran 2013 tarihinde yazıldı.
Aradan neredeyse altı yıl geçti.
Aradan neredeyse altı yıl geçti.
Gezi’yi bir terör hareketi gibi göstermek için, hukuka ayıp zorlamalarla hazırlanan ve ülkenin kıymetli aklını bir suçmuş gibi damgalayan iddianame masumiyeti alaşağı etmeye çalışan niyeti bozuk bir küstahlığın nişanesi.
Ve masumiyet bu topraklarda hâlâ o küstahlıktan daha bilge ve değerli.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder