Gerici bir dalgadayız ve hep geriye itiliyoruz. İstanbul-Konstantinapol sürtüşmesi eski bir hikâyedir. Fatih fethetmişti nihayetinde ve böylece şehir Konstantin’in şehri olmaktan çıkmıştı. “İstanbul” “İslam bol” anlamına geliyordu artık.
Yobazlarımız hep öyle sandılar veya hep öyle olmasını istediler. Bir şarkısı bile var, “Istanbul was Constantinople. Now it's Istanbul, not Constantinople” diye başlıyor. Neden peki? Şarkıda söylendiği gibi, sadece Türkleri ilgilendirir.
Hâlbuki İslam’ın İstanbul’a girişi çok sonradır. Sanılanın tersine, Fatih şehrin Hıristiyan-Yahudi karakterini korumak için çaba gösterdi. Belki bu yüzden, fetihten sonra şehirden Konstantin’i çıkarsak bile bir “Rum” havası hep kaldı. “İstan” bozuk “doğru” ve “bul” bozuk “poli”dir; bu halini de Rumlara borçluyuz. Sadece İstanbul değil, Anadolu’da Türkçe ad taşıyan pek az şehrimiz var ve esasında geçmişte ve şemdi “şehr” bizim için İstanbul’dan ibarettir.
Haliyle “belediye” tarihimizde “bul”da başlar. Eldeki ilk kavramımız olan “şehremaneti” İstanbul’la ilgilidir haliyle. Osmanlıda “belediye” işleri “kadılar” tarafından yürütülürdü. Belediye yanında hâkim ve vali görevlerini de üstlenmişti. Kadı da olsa nihayetinde bir memurdu ve “şehremini” olarak anılırdı.
Modern belediyeleri ise Avrupalılardan gördük, almaya çalıştık. Belediye Reisliği de bu çabanın ürünü. Saray ve hükumete ait binaların tamiri gibi ıvır zıvır işlerle uğraşırdı reis. Saltanatla birlikte reislik de, kadılık da düştü, şehremaneti İstanbul Belediyesine dönüştü ve eskisi tarihin çöplüğüne atıldı.
Bir de Fransızca “commun” var. Türkçeye “komün” olarak geçmiş, şehremanetinden tamamen farklı olarak “beraber çalışıp, üretileni paylaşmak üzere bir araya gelen topluluk” anlamını taşıyor. Açılımı, aynı kentte yaşayan, belli bir özerklikten yararlanarak yasasını kendi yapan ve kendi kendini yöneten halk topluluğu. Yaygın kullanımı Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıkmış. Devrim büyük ölçüde “Paris Devrimi” olarak ortaya çıktığı için hükumet “Paris Komünü” biçimine bürünmüş. Devrimci dalga çekilip, gericilik tekrar hüküm sürmeye başlayınca Paris 1871’de yeniden ayaklandı ve yönetimi ele aldı. Komün, üretimi ihtiyaçlara göre planladı ve hep birlikte çalışıp üretileni eşit bir şekilde paylaştı. Bedelini Fransız-Alman ordusu tarafından katledilerek çok ağır bir biçimde ödemiştir. Eşitlik, öteden beri tehlikeli bir iştir.
Çok açık, “şehremaneti”nin kökeninde saray tarafından atanma var. Komün ise merkezi otoriteye başkaldırıp şehre el koyma ve üretileni birlikte paylaşma geleneğine dayanıyor. İlki merkezin memurunun idaresidir, ikincisine yerel yönetim diyoruz. Bambaşka işlerdir, iki farklı belediyecilik anlayışıdır. Belediyecilik, komün, esasında “komünist” bir iştir.
***
Cumhuriyetin yıkıldığı ve laikliğin tepelendiği bir dönemde “belediye” yönetimlerini seçmek üzerine yerel seçimlere gidiyoruz. Cumhuriyetle birlikte halk da, komünleri de düşmüştür. Yeni sultan, şehirleri emanet edeceği memurlarını aramaktadır ve adına “seçim” dememiz alışkanlık icabıdır.
Yalnız Fransız Devrimi ile birlikte kralları alaşağı etmeyi başardık, yıkmayı öğrendik ve yıkılanın yerine cumhuriyet ilan ettik. Halk kendi kendini yönetmeye karar vermişti, komün olmaya cüret ettiler ve yeni bir dönemin kapısını araladılar. Fakat kapitalizm devrimlerin tasarladığı aklı bozdu ve özgür yurttaşları tekrar köleler haline dönüştürmeyi başardı.
Bizde de öyle. Padişah var bir süredir, memurlarından bir parti oluşturdu. Seçim tamamen semboliktir ve atanmayanın seçilmesi artık mümkün değildir.
Onun için Şehremaneti’ne talip olan Şehremini adayı Ekremeddin İmamoğlu önce padişahtan kabul edilmesini istedi. Sonra padişahın eski atanmışlarına koştu, el etek öptü, olurlarını aldı. Buna rağmen padişah pek yüz vermiş görünmedi, o başka bir memurunu atamayı düşünüyordu. Yalvarıp yakarma serüveni hafta sonu Eyüp Camii’nde “Yasin” okumayla sonuçlandı.
Görünüşe göre laik cumhuriyetin kurucu partisinin adayıdır. Camiye gitmesinde bir beis olmamakla birlikte, taraftarlarını da çağırmış olması cumhuriyet ve laiklikle bütün ilişkilerini kestiklerinin göstergesidir. Cumhuriyet Halk Partisi, laik cumhuriyetin ölüsünü cami avlusuna bırakıp kaçmıştır. Tabii, laik cumhuriyet yoksa kimse “belediye başkanı” olamaz. Padişahlıkta atanma esastır, ancak görüntüde “kıyasıya” şehremini seçilme yarışı vardır.
***
Biz ise şehirlerde birer “komün” oluşturmak istiyoruz. Halk ile birlikte şehir yönetimlerine el koyacağız ve birlikte üretip, eşit paylaşacağız. Buna sosyalist yerel yönetim diyoruz.
Dayanağımız ne?
Büyük Fransız Devrimi, Ekim Devrimi ve Türk Devrimi dayanağımızdır. Fransız Devrimi eski bağlılıkları yıktı ve insanları bağlarından kurtulmuş özgür yurttaşlar olarak yeniden bir araya getirdi. Özgürleşenler Fransız halkı olmuş ve dünyanın geri kalanına halk olmanın yolunu açmışlardır. Halk varsa yönetim yetkisi de artık onun ellerindedir; adına “cumhuriyet” diyoruz. Halk olmak için eşit ve parasız eğitim şarttır, milli eğitim böyle ortaya çıktı. Ve yönetim yetkisi halktaysa, silah taşıma yetkisi de onundur; halkın silahlanması halk ordusu veya “milli ordu”nun kökenidir.
Ekim Devrimi ise “özgür halka” eşit bir yaşamın yolunu açtı. Barınmanın, ulaşımın, sağlığın, eğitimin, insanca yaşamak için gereken şartların sağlanmasının kamunun görevi olduğu bir başka cumhuriyettir bu.
Bizim cumhuriyetimiz arada bir yerdedir, laik bir cumhuriyet olmakla birlikte “eşitlik” yönünde atımlar atmamış, atamamıştır. Sınıfsal karakteri buna izin vermemiştir.
Komün fikrinin, demek ki, devrimler tarihinden gelen bir gerekçesi, bir dayanağı var. Tarih öğretti; birlikte yöneteceğiz, asalaklara yolu kapatacağız. Birer hak olan barınma, eğitim, ulaşım, sağlık gibi ihtiyaçları para ile alınıp satılan bir mal olmaktan çıkaracağız. Kamu yönetiminin kapısını bilime, sanata, kültüre açacağız. Yere düşen kadın eşitliğini ayağa kaldırmak üzere yeni önlemler alacağız. Belediyeleri atanmışlar tarafından yönetilen birer şirket olmaktan çıkaracağız, emekçileri yönetime katacağız. Eski bağlılıklardan feyz alan ırkçılığı, dinciliği, mezhepçiliği kesin bir şekilde yasaklayacağız. Komünden, komünizme varacağız…
***
Çökmüş bir cumhuriyette tasarlanabilecek en büyük “proje” budur. Onlar camide Yasin okuyor, biz insanlığın son 250 yılındaki bütün devrimci birikimlerine sahip çıkıyoruz. Onu ilerletme ve mantıki sonuçlarına ulaştırma görevimizin bilincindeyiz. İnsanlığa karşı bu büyük gerici saldırıya direneceğiz ve düşmüş cumhuriyeti yeniden kuracağız.
Bu “seçim”de gerçek bir seçim yapıp bir yeni cumhuriyet için oy vereceksiniz demek ki. Sonra verdiğiniz oyun gereğini yapıp mevziiye geleceksiniz.
Direneceksiniz!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder