Kasım 2002 genel seçiminde yüzde 34.42 oy alan AKP, 365 milletvekilliği elde ederek 550 sandalyeli meclis’te yüzde 66.36’lık güce sahip oldu. 19.42 oy oranı ile 177 sandalye elde eden CHP, Meclis’in yüzde 31.18’ini; Meclis’e giren 8 bağımsız milletvekili ise (seçilemeyen bağımsız adayların aldığı oy dahil) 0.96 oy oranı ile Meclis’in 1.45’ini oluşturdu. Yüzde 9.52 ile DYP, 8.35 ile MHP ve yüzde 5’in üzerinde oy alan Genç Parti, DYP ve ANAP meclis’e giremedi. Vatandaşın yüzde 45.2’sinin oyu, karşı oy kullandıkları AKP ve CHP’nin hanesine yazıldı. Baykal, ‘millet iradesine saygının gereği olarak’ iktidar partisi AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın suçunu affedip milletvekili olmasını sağladığında, milletin yarısının iradesi sandığın dışındaydı. Erdoğan’ın siyaset yasağını kaldıran Anayasa değişikliğini iradesini “millet”ten almayan milletvekilleri sağlamıştı. Ahlaki gerekçelerle savunulduğu için bu kararın meşruiyeti tartışma konusu yapılmadı.
Fakat aynı Erdoğan, 31 Mart Yerel Seçimi’nde belediye meclisi oy oranına bakarak oyların yüzde 51.64’ünü, İstanbul ve Ankara’nın toplam 64 ilçesinin 47’sini almışken nasıl olur da bu illerin büyükşehir başkanlıklarını kaybetmiş olabilirim, bu mümkün değil diye düşünüp sonucu tartışma konusu yapabiliyor. Zarfta dört ayrı pusula olduğu, seçmenin, dört farklı tercihte bulunma hakkına sahip olduğu onun aklına bile gelmiyor. Gelmiyor, çünkü YSK tek zarf uygulamasını kâğıttan veya zamandan tasarruf olsun diye değil, seçmeni blok oy kullanmaya yönlendirmek için getirmişti. Plan, seçmenin bilinçli davranışı karşısında tam başarıyı getirmedi. Bu durumda geriye söylenecek tek söz kalıyor “13-14 bin oy farkla seçimi kazandım havasına kimsenin girmeye hakkı ve salahiyeti yoktur!”
Erdoğan’ı hukuk dışına çıkaran, AKP’yi baş edilemez belaya dönüştüren kendisine ait olmayan iradeyi kullanmasıydı. 2002’de azınlıkla çoğunluk gücü elde edildi ve azınlık, devletin güç aygıtlarıyla çoğunluğun iradesini kırdı. Artık AKP için oy, gücün değil meşruiyetin kaynağıdır. Seçmenin baki olmadığını, aslında azınlığı temsil ettiğinin bilincinde olmak bu partiyi parti olmaktan çıkarıp güvenlik kuvvetine dönüştürdü. AKP, artık siyasi bir parti değil, oyunu siyasetin kurallarıyla oynaması beklenemez. İktidarını demokrasiye borçlu olmadığı için demokratik sonuçları kabulleneceği düşünülmemeli. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını belki bu gün verebilirler. Fakat maraza çıkarmaktan geri durmayacaklardır.
AKP, sahip olmadığı gücü kullanırken hep ağlayıp sızlandı, mağduriyet edebiyatı yaptı. Erdoğan, bu toplumda mağduriyetin meşruiyet sağladığını bilen ve bunu yöntem olarak kullanan bir siyasetçi. Bu nedenledir ki seçim barajının olmaması nedeniyle genel seçimlere nazaran demokratik olan yerel seçimde büyük illeri kaybetmiş olmasının ortaya çıkaracağı meşruiyet sorununu mağduriyet söylemiyle telafi etmeye çalışıyor. İtirazlarla sonucu değiştiremese bile büyük, organize ve örgütlü bir gücün hedefi olduğu algısı ona yetecektir. Elde ettiği gücü rahatça kullanabilmesi için kaybetmediği halde kaybettirilmiş (özellikle dış dünyada) biri olması gerekiyor çünkü.
Ünal Özmen / BİRGÜN
İMZAYA DAVET
Bir kitap yazdım ve matbaadan dün çıktı. Adı Piyasa Ahlakı. Piyasa, din, eğitim ilişkisini inceleyen kitap, piyasa din ortaklığının insana, insanlığa yönelik saldırısına karşı ahlaki tavır geliştirmeyi öneriyor.
Piyasa Ahlakı, okurun karşısına ilk kez Pazar günü TÜYAP İzmir Kitap Fuarında çıkacak. Bu Pazar saat 16.00-18.00 arasında Yakın Kitabevi standında olacağım (Salon 2 Stand 103F). İzmirlileri, İzmir’deki dost ve okurları beklerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder