İstanbul'un ve Ankara’nın kaybedilmesini es geçtiği balkon konuşmasında hatırlattı Erdoğan: “4,5 yıl cumhurbaşkanıyım, aynı süre boyunca ittifak parlamentoda, partim iktidarda.”
Kolay yenilgi kabullenmeyen biri için bu alışılmadık rıza durumunu “demokrasiye sadakat” olarak niteleyen çıkacağını sanmam.
Açık ki Türkiye burjuvazisi ve uluslararası sermaye, ülkenin en büyük iki kentinin artık iktidar partisi tarafından yönetilmeyecek olmasının memlekette yeni bir kriz başlığına çevrilmesini istemiyor. Erdoğan’ın balkondan hatırlattığı, kendisine hatırlatılanlardır. İstanbul’dan havalanıp Ankara’da balkona çıkana kadar geçen sürede birilerinin arayıp bu yüzden kulağını çekmesi gerekmiyor. Temsil ettiği sınıfın gözetilmesi gereken çıkarları olduğunu Erdoğan iyi bilir. Balkonda “önümüze bakıyoruz” demesi bu çıkarlar doğrultusunda hareket etmesini bilmesindendir.
Sandıklara itirazlar ya da köprülere asılan teşekkür pankartları bu tabloyu bozmuyor. 20 yıllık suçun delillerinin temizlenmesi için iki günden fazlasına ihtiyaç duymak, kazananı şaibe altında bırakmak ve her şeye rağmen şansını sonuna kadar zorlamak beklenen davranışlardır. O kadar gürültü elbette çıkacak.
"Kazan kazan" ilkesi işliyor. Şimdi Erdoğan, kendisine yönelik meşruiyet tartışmasında, rejimle uyumu tescillenen muhalefetin güçlü kabulünü bir kez daha cebine koymuş oldu. Sermaye sınıfı ise daha kolay yönetilebilir bir Erdoğan’ı… Aydemir’in (Güler) geçen günkü yazısında “Tek adamsız başkanlık” diye adını koyduğu durum bu işte.
Patron örgütlerinin ardı ardına “seçim bitti, şimdi ekonomiye odaklanalım” açıklamaları ile Erdoğan’ın “4,5 yıl seçim yok, ben de başkanım” sözleri aynı doğrultuya işaret ediyor. “İşimize bakalım” diyorlar; kazanmaya devam etmeliler.
Patronlar “yapısal reform” talebini koro halinde henüz seçim akşamı bu nedenle gündeme getirdi.
Duyan, seçim dönemi iktidarın patronları değil geniş halk kesimlerini gözeten ekonomi politikaları uyguladığını zanneder.
Krizin kendini hissettirdiği ve seçim sathına girilen son 6-8 ay içinde yaşananlara bakın. Reel ücretler düştü, fiyatlar artı. İstihdam azaldı, işsizlik rekor düzeye ulaştı. Patronlar ise ne istediyse fazlasıyla aldı.
Şimdi “yapısal reform zamanı” diyorlarsa işçi sınıfı yeni bir saldırı dalgasıyla daha karşı karşıya kalacak demektir.
Türkiye ekonomisinin dışarıya teknolojik ve mali bağımlılığı, “yapısal reformlar” için emekçi halkın cebinden oluşturulacak yeni kaynak havuzlarından ötesine izin vermiyor. Konya’da üretilen robotumsuyla mı ülke sanayileşecek? Sadece kaynakların halkın çıkarları doğrultusunda kullanımını temel alan bir merkezi planlama ile çözülebilecek bu sorunun serbest piyasa ekonomisi içinde çözümü bulunmuyor.
Yapabilecekleri tek şey ortaya çıkan maliyeti işçi sınıfına yüklemeye devam etmektir.
Bu nedenle “yapısal reform” dediklerinde anlaşılması gereken kıdem tazminatının tasfiyesidir. Amaç patronların yükümlülüğünü azaltıp, atıl duran parayı piyasaya çıkarmak. Al sana patronlar için, işçinin sonradan ödenecek ücretinden oluşturulacak yeni bir fon, yeni bir kaynak havuzu.
Yapısal reform dedikleri, ellerinde patlayan zorunlu bireysel emeklilik sisteminin yeniden yapılandırılmasıdır. Boyacı küpü hesabı, milyonlardan yeniden zorunlu kesintiler yapılacak.
Yapısal reform işsizlik sigortası fonundan patronların daha fazla yararlanmasıdır. Yatırımlar için istisnalar sağlamak, vergi indirimleri getirmek, neredeyse ayda bir teşvik sistemini güncellemek, borç yapılandırmak, borçlanmayı kolaylaştırmaktır.
Faturayı emekçilere kesecekler.
Tek koşulla. Seçimsiz 4,5 yıl, örgütsüz 4,5 yıl anlamına gelirse…
Alpaslan Savaş / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder