“On üç yaşındayım. Şiddet istemiyorum. Demokrasi ve özgürlük istiyorum.” Böyle yazmıştı defterine. Gezi, park kalsın diye eylemdeydi. İstanbul’dan Türkiye’ye yayılan bu itiraz özelde doğanın fütursuzca tahribine karşı ise de; genel olarak baskıcı, dayatmacı, azarcı siyasete karşı gösterilen bir tepkiydi. Erdoğan ve AKP hükümetinin duymayı, görmeyi, anlamayı reddettiği bu direnç gençlerin ilgisiyle birlikte, iktidarın gücünü kaybetmeye başladığının en açık göstergesi oldu. Teknolojiyle dünyaya bağlanan kuşağı sopayla, azarla disipline etmeye çalışmak yeni Türkiye söylemini boşa çıkardığı gibi, ondan fazla insanın ölümüne neden olan polis şiddeti de eski Türkiye reflekslerini görünür kıldı. İçtiğine, giydiğine karışılan; belli bir kalıba sokularak iktidar ideolojisinin birer neferi olmak dışında kendilerine bir seçenek bırakılmayan gençlerin açık özgürlük talebine karşı Erdoğan/AKP iktidarının tavrı ise sert oldu.
***
Gezi Parkı hala yeşil. Zaman zaman etrafında yoğunlaşan TOMA ve polislerle, tıpkı bir deprem ölçer gibi, iktidarın korku haritasını çıkarmamız için bize rehber oluyor.
Ağaçlar korunmuş olsa da, arzu edilen demokrasinin daha da uzağındayız. Sözünü tüketmiş, ülkeyi kurutmuş, kendi ikbali için hakkı hukuku paramparça etmekten zerre çekinmemiş iktidarın karşısında bugün yine aynı çocuklar, “her şey çok güzel olacak” diye bağıran gençler var. Kimsenin kendini dışlanmış hissetmediği, yardım ve dayanışmayla yalnızlık ve çaresizliğin kırıldığı, özgür ve eşitlikçi bir hayatın örneğini sunan Gezi eylemleri, Türkiye siyasetindeki kaçınılmaz dönüşümün bir başlangıcı olarak tarihteki altıncı yılını doldurdu. Ancak değişime direnen, yasaklara kapı açan, topluma korku salan her yönetimin sebep olduğu üzere kayıplarımız oldukça fazla. Başta ahlaki ve vicdani değerler olmak üzere, asla birbirinden ayrı düşünülemeyecek olan hak ve adalet de ağır yaralı. Maalesef ki örgütlü kötülüğün bir sınırı yok, ancak korkunun var. İnsanı canından başka kaybedecek bir şeyi kalmayana kadar soyup soğana çevirmenin, aklıyla dalga geçmenin, aşağılamanın, açlık ve yoksulluğa terk etmenin, bin bir sahtekârlığın içinde üç öğün dinden imandan bahsetmenin dayandığı koca bir duvar var.
***
Gezi’de görünür olan direniş bugün artarak devam ediyor; çünkü yönetenlerin bütün ısrarına rağmen, ne dışardan ne içerden güdümlü, aksine, yasakçı politikalara karşı meydan okuyan oldukça gerçek ve haklı bir hareketti. İktidarın, halkın değişim talebini kabul etmeme inadının faturası bize batan ekonomi, kaybolan itibar, yıkılan hukuk, yitirilen ahlak olarak geri döndü. Karanlığın ve kötülüğün koyulaşması gerçeğin yalan, haklının haksız karşısındaki gücünü her geçen gün biraz daha artırmasından kaynaklanıyor. Yeni olan, eski olanın yerine geçmeye karar verdiğinde önünde kimsenin duramayacağı bir süreç başlar. Altı yıl önce “yeter” diye bağıran milyonlarca insan, altı yıl içinde taleplerinin duyulup hayata geçirilebileceği bir alan, bir irade aradı. Kaçınılmaz olarak siyaset de buna göre şekillendi. Dün Gezi’de demokrasi talebini dile getiren çocuklarla, bugün sokaklarda “her şey çok güzel olacak” diye bağıranlar birbirleriyle kardeş, arkadaş. Yasakçı, baskıcı, korkutan bir ‘baba’ yerine; özgürlükçü, demokrat, seven bir ‘abi’ arayışları da cevap bulmuşa benziyor. Kırklı yaşlarını süren İmamoğlu ve Demirtaş, farklı siyasetlere sahip ancak demokrasi talebinde ortaklaşan yeni neslin yeni abileri, yeni politikacıları olarak Türkiye’nin önümüzdeki yıllarını şekillendirecekler. Kuşkusuz süreci sinirleri sağlam, bir arada yaşama istek ve iradesi kuvvetli olanlar başarıyla tamamlayacak. Aslı iki dakika içinde ortaya çıkan yalanları yayanlar, AKP’nin balya balya saçtığı unvan ve konumlar elden gidince boş bir çuval gibi yere yığılacağının farkında. Bugün ikna edilemeyecekleri gibi yarın yeniden güçlü olana yaslanacak ilk güruh olacaklar. Zamanı, altı yıldır “umut burada” diyenlerin seslerine kulak vermek için kullanalım, o çemberi genişletelim.
Gözde Bedeloğlu / BİRGÜN