Değerli dostlar bu yılki gibi, “30 Ağustos Zafer Bayramı” cuma gününe rastlayınca bu köşe bütünüyle bu “Zafer”e ayrılır, türlü bağlamlarda ele alınıp değerlendirilirdi.
Bu kez, Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı Atatürk’ün anlatımına özgülendi; kitabı “Söylev”de şöyle başlar: “Düşündüğüm kesin sonuçlu bir meydan savaşı yapmaktı (...) Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, gereği gibi incelemeler yapmışlardı. Savaş ve saldırı planımız çok önceden saptanmıştı. Ankara’dan ayrılıp, ‘23 Temmuz 1922’ akşamı, Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’e gittim (...) 28 Temmuz günü öğleden sonra yaptırılan bir futbol maçını izlemeleri nedeni ileri sürülerek, ordu komutanları Akşehir’e çağrıldı; saldırı üzerine görüştüm (...) saldırının nasıl yapılacağını ayrıntılarıyla saptadıktan sonra Ankara’ya döndüm.”
Atatürk, saldırı buyruğu verildiğini bildirmek için Bakanlar Kurulu’nu toplar, yapılan görüşmelerle bu konuda, görüş birliğine vardıklarını açıklar, ardından da Meclis’teki, “kökten karşıcıllar”ın durumuna değinir, bunların tutumunu şöyle anlatır: “Ordunun yozlaştığı, kıpırdayacak durumda olmadığı; böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin yıkımla sonuçlanacağı yolundakipropagandalarını iyice kızıştırmışlardı (...) bu olumsuz propaganda en yakın ve en inançlı kişiler üzerinde bile kötü etkiler yapmaya başlamış, onlarda da duraksamalar başlamıştı” der, ardından da yaptığı açıklamalarla bu gruba da güvence verdiğini söyleyip, cepheye gitmek için Ankara’dan ayrılır.
Ne ki bu, gizli bir ayrılıştır; Atatürk bu durumu Söylev’de şöyle anlatır: “Benim Ankara’dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Dahası, benim Çankaya’da çay şöleni verdiğimi de gazetelerle yayımlayacaklardı...” Bu plan, sonraları hep büyük bir keyifle anılacaktır...
Atatürk şöyle sürdürür konuşmasını: “20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra, saat dörtte, Batı Cephesi Karargâhı’nda, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra, 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırmak için Cephe Komutanı’na buyruk verdim! (...) Komutanlar işe koyuldular.Saldırımız, her bakımdan bir baskın biçiminde yapılacaktı. Bundan ötürü, her türlü yürüyüş gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi (...) 25 Ağustos 1922 sabahı da, savaşları yönettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha gittik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de bulunuyorduk. Sabah, saat 05.30’da topçu ateşimizle saldırı başladı.”
Evet değerli dostlar, tam “851” yıl önce, yine bir “26 Ağustos” sabahı “Malazgirt”teki zaferiyle Anadolu’ya adım atan atalarımızın, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen
Osmanlı Devleti’ne imzalatılan “Sevr Antlaşması”yla, adım adım Anadolu’yu terk etmelerini düzenleyen Batı Emperyalizmi’nin planı, 1922 yılının 26 Ağustos sabahı parçalanıyordu.
Yine Söylev’e dönüp okumayı sürdürürsek, “26 ve 27 Ağustos” günlerinde Afyonkarahisar’ın güneyinde ‘50’, doğusunda, ‘20-30’ kilometre uzunluğunda bulunan düşman cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini, ‘30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (Buna Başkomutan Savaşı adı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak kıldık.
Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan ‘General Trikopis’ de tutsaklar arasındaydı. Demek, tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oluyordu.”
Atatürk, Söylev’de (Nutuk) böyle anlatır, “30 Ağustos Zaferi”ni. Ayrıca görüldüğü gibi, bu “zafer”in, dolaysiyle “Kurtuluş Savaşı”nın Başkomutanı “Atatürk”tür; savaşın ana cephesini oluşturan “Batı Cephesi’nin Komutanı” da “İnönü”dür.
Peki, “30 Ağustos Zaferi”yle sonuca ulaşan “Kurtuluş Savaşı”nın ardından oluşan “TC Devleti”nin, bugün başında bulunan Erdoğan, “Atatürk ve İnönü”ye ne diyor? Ne denli söylemek, yazmak istemesek de, Erdoğan’ın, “Atatürk ve İnönü”ye “iki ay..ş!” deyişi tarihte yerini aldı.
“30 Ağustos Zafer Bayramı”mız kutlu olsun! “Nice ‘97’ yıllara!”...
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Bu kez, Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı Atatürk’ün anlatımına özgülendi; kitabı “Söylev”de şöyle başlar: “Düşündüğüm kesin sonuçlu bir meydan savaşı yapmaktı (...) Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, gereği gibi incelemeler yapmışlardı. Savaş ve saldırı planımız çok önceden saptanmıştı. Ankara’dan ayrılıp, ‘23 Temmuz 1922’ akşamı, Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’e gittim (...) 28 Temmuz günü öğleden sonra yaptırılan bir futbol maçını izlemeleri nedeni ileri sürülerek, ordu komutanları Akşehir’e çağrıldı; saldırı üzerine görüştüm (...) saldırının nasıl yapılacağını ayrıntılarıyla saptadıktan sonra Ankara’ya döndüm.”
Atatürk, saldırı buyruğu verildiğini bildirmek için Bakanlar Kurulu’nu toplar, yapılan görüşmelerle bu konuda, görüş birliğine vardıklarını açıklar, ardından da Meclis’teki, “kökten karşıcıllar”ın durumuna değinir, bunların tutumunu şöyle anlatır: “Ordunun yozlaştığı, kıpırdayacak durumda olmadığı; böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin yıkımla sonuçlanacağı yolundakipropagandalarını iyice kızıştırmışlardı (...) bu olumsuz propaganda en yakın ve en inançlı kişiler üzerinde bile kötü etkiler yapmaya başlamış, onlarda da duraksamalar başlamıştı” der, ardından da yaptığı açıklamalarla bu gruba da güvence verdiğini söyleyip, cepheye gitmek için Ankara’dan ayrılır.
Ne ki bu, gizli bir ayrılıştır; Atatürk bu durumu Söylev’de şöyle anlatır: “Benim Ankara’dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Dahası, benim Çankaya’da çay şöleni verdiğimi de gazetelerle yayımlayacaklardı...” Bu plan, sonraları hep büyük bir keyifle anılacaktır...
Atatürk şöyle sürdürür konuşmasını: “20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra, saat dörtte, Batı Cephesi Karargâhı’nda, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra, 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırmak için Cephe Komutanı’na buyruk verdim! (...) Komutanlar işe koyuldular.Saldırımız, her bakımdan bir baskın biçiminde yapılacaktı. Bundan ötürü, her türlü yürüyüş gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi (...) 25 Ağustos 1922 sabahı da, savaşları yönettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha gittik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de bulunuyorduk. Sabah, saat 05.30’da topçu ateşimizle saldırı başladı.”
Evet değerli dostlar, tam “851” yıl önce, yine bir “26 Ağustos” sabahı “Malazgirt”teki zaferiyle Anadolu’ya adım atan atalarımızın, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen
Osmanlı Devleti’ne imzalatılan “Sevr Antlaşması”yla, adım adım Anadolu’yu terk etmelerini düzenleyen Batı Emperyalizmi’nin planı, 1922 yılının 26 Ağustos sabahı parçalanıyordu.
Yine Söylev’e dönüp okumayı sürdürürsek, “26 ve 27 Ağustos” günlerinde Afyonkarahisar’ın güneyinde ‘50’, doğusunda, ‘20-30’ kilometre uzunluğunda bulunan düşman cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini, ‘30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (Buna Başkomutan Savaşı adı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak kıldık.
Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan ‘General Trikopis’ de tutsaklar arasındaydı. Demek, tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oluyordu.”
Atatürk, Söylev’de (Nutuk) böyle anlatır, “30 Ağustos Zaferi”ni. Ayrıca görüldüğü gibi, bu “zafer”in, dolaysiyle “Kurtuluş Savaşı”nın Başkomutanı “Atatürk”tür; savaşın ana cephesini oluşturan “Batı Cephesi’nin Komutanı” da “İnönü”dür.
Peki, “30 Ağustos Zaferi”yle sonuca ulaşan “Kurtuluş Savaşı”nın ardından oluşan “TC Devleti”nin, bugün başında bulunan Erdoğan, “Atatürk ve İnönü”ye ne diyor? Ne denli söylemek, yazmak istemesek de, Erdoğan’ın, “Atatürk ve İnönü”ye “iki ay..ş!” deyişi tarihte yerini aldı.
“30 Ağustos Zafer Bayramı”mız kutlu olsun! “Nice ‘97’ yıllara!”...
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder