Aleksandr Puşkin’in büyük dedesi, Osmanlı Padişahı III. Ahmet tarafından 1704 yılında Rus Çarı I. Petro’ya armağan gönderilen Afrikalı esir, zekâsı ve becerisiyle “Büyük Petro’nun zencisi” olarak ünlenen İbrahim Hannibal’di.
İşte bu yüzden, gelmiş geçmiş en büyük Rus ozanı olarak bilinen Puşkin, iri dudaklı, kıvırcık saçlı ve gözleri ateş saçan bir melezdi.
Puşkin’in melezliğini, ben de bilmezdim. Büyük ozanın hayatını yazan; kendisi de Ermeni asıllı Rus göçmeni, Fransız yazar Henri Troyat’dan öğrendim.
Troyat’nın “Kanda kırma, kültürde Fransız ve ruhta Rus” diye tanımladığı Puşkin, eğitimini aldığı Çarskoy Selo Lisesi’nde ilk şiirini Fransızca yazacak kadar Fransa hayranı olup, arkadaşları arasındaki lakabı “Fransız”dı.
Kaderin cilvesine bakın ki ölümü, kıskandığı genç bir Fransızın elinden oldu.
Otuz yedi yaşında ölümsüz
1837 yılının ocak karlarıyla kaplı, puslu bir sabah ayazında iki adam birbirlerine arkalarını dönüp yürüdüler. Yüz yüze döndüklerinde iki silahtan biri daha önce patladı.
Ve Rusların “ölümsüz” sandıkları büyük ozan, aldığı ölümcül yaranın kanıyla kızaran beyaz karlara devrildiğinde; yalnızca 37 yaşındaydı...
Neden?
Tabii ki bir kadın yüzünden.
Kuş beyinli, ama kuğu boyunlu Natalia’nın mülkiyeti, dünya şiirini en büyük ozanından öksüz bıraktı.
1837 yılının ocak karlarıyla kaplı, puslu bir sabah ayazında iki adam birbirlerine arkalarını dönüp yürüdüler. Yüz yüze döndüklerinde iki silahtan biri daha önce patladı.
Ve Rusların “ölümsüz” sandıkları büyük ozan, aldığı ölümcül yaranın kanıyla kızaran beyaz karlara devrildiğinde; yalnızca 37 yaşındaydı...
Neden?
Tabii ki bir kadın yüzünden.
Kuş beyinli, ama kuğu boyunlu Natalia’nın mülkiyeti, dünya şiirini en büyük ozanından öksüz bıraktı.
Puşkin, yalnız şiir yazarken değil, yaşarken de bir fırtınaydı. Zamansız ölümünü hissediyormuş gibi, ağız dolusu lokmalar koparta koparta, hızla kemirdi ömrünü.
Deve gibi içer, dev gibi severdi
Elini attığı her işi başarıyor, yazdığı her dize olay oluyor, kalemi bırakıp kumara, kumarı bırakıp kadınlara sarılıyordu. Deve gibi içiyor, dev gibi seviyor, iktidarla dövüşüyor, sürgüne gönderiliyor, çok büyük şair olduğu için bağışlanıp geri dönüyor, kumarda borçlanıyor, tabii şiir yazıyor ve ödüyordu.
Elini attığı her işi başarıyor, yazdığı her dize olay oluyor, kalemi bırakıp kumara, kumarı bırakıp kadınlara sarılıyordu. Deve gibi içiyor, dev gibi seviyor, iktidarla dövüşüyor, sürgüne gönderiliyor, çok büyük şair olduğu için bağışlanıp geri dönüyor, kumarda borçlanıyor, tabii şiir yazıyor ve ödüyordu.
Kadınların biri girip biri çıkıyordu hayatına. Zaten hepsi âşıktı Puşkin’e, belki de şiirine. Sonuç olarak elini sallasa, ellisi tellisi kapısında yatmaya hazırdı, tüm kadınların.
Ama işte, o kuş beyinli kuğu boyunlu Natalia var ya, Natalia...
Puşkin sırılsıklam, evlenecek kadar vurulmuştu ona. Düğün oldu, evliler muradına ermişti, ama kerevete çıkanlar rahat bırakmadılar.
Aşırı güzeldi Natalia, aşırı. Ve Rus sosyetesinin toplandığı salonlarda boy gösterdiği zaman, tüm erkeklerin yüreğini hoplatıyordu. İşin kötüsü, Natalia da hoşlanıyordu göz süzüp gerdan kırmaktan. Çar Birinci Nikolay bile asılıyordu Puşkin’in karısına!
‘Boynuz Nişanı’yla vurulmak
Ama aralarında biri vardı ki, Natalia’nın gözlerini kamaştırıyordu. Puşkin’in karısı kadar aptal ve değersiz Georges de Heeckeren d’Anthes, Rus ordusuna kabul edilen bir Fransız subayı olup; ne yazık ki çok yakışıklıydı.
Ama aralarında biri vardı ki, Natalia’nın gözlerini kamaştırıyordu. Puşkin’in karısı kadar aptal ve değersiz Georges de Heeckeren d’Anthes, Rus ordusuna kabul edilen bir Fransız subayı olup; ne yazık ki çok yakışıklıydı.
1836 yılı kasım ayı başında Petersburg sosyetesinin başlıca eğlencesi, Puşkin’e “Boynuz Nişanı” verileceğini ilan eden anonim mektubun elden ele dolaşan kopyası oldu. Mektubun aslı, nişan takılacak ozana gönderilmişti tabii. Puşkin, çıldırdı.
Mektubu yazan, Natalia’nın kalbindeki Fransız, George d’Anthes’ten başkası olamazdı.
Puşkin, genç ve yakışıklı rakibini düelloya davet etti. Ama Fransız subayı, kendisini evlat edinen Rus babasının öğüdünü dinleyerek bir özür mektubu yazdı ve ozana, bir yanlış anlama olduğunu, kendisinin Natalia’ya değil, kız kardeşine âşık, hatta evlenmek istediğini belirtti.
Bacanak kurşunu
Çok geçmeden de Puşkin’in baldızıyla baş göz edildi zaten. Ama George d’Anthes, aslında bal gibi onun karısına vurgun, hatta delicesine tutkundu ve kız kardeşiyle evliliğine rağmen, ışığa yönelen kelebek gibi Natalia Puşkin’in çevresinde dönmekten alamıyordu kendisini.
Çok geçmeden de Puşkin’in baldızıyla baş göz edildi zaten. Ama George d’Anthes, aslında bal gibi onun karısına vurgun, hatta delicesine tutkundu ve kız kardeşiyle evliliğine rağmen, ışığa yönelen kelebek gibi Natalia Puşkin’in çevresinde dönmekten alamıyordu kendisini.
Puşkin’in şiirleriyle iğnelediği, eleştirdiği kim varsa, ozandan intikamlarını sözde boynuzlarıyla alay ederek almaya başladılar.
Onuru yaralanan ozan, George d’Anthes’i ikinci kez düelloya çağırdı.
Ölüm, göğüs kafesinden çekip aldı canını. Hem de hiç kuşkusuz, tek bir dizesini okumamış cahil ve züppe bir Fransızın kurşunuyla.
Yüzyıl sonra, katilin torunu tarafından Henri Troyat’ya teslim edilen bir mektubundan, güzel Natalia’nın vücudunu George d’Anthes’e asla teslim ve Puşkin’e ihanet etmediği anlaşılacaktı.
Ama Puşkin’i ruhen aldatmıştı ve ozanlar, bedenden çok ruhlarıyla kıskanırlar. Onlara unutulmaz dizeler esinleyen kıskançlık, bazen de öldürür.
Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder