21 Aralık 2019 Cumartesi

Çalan İstanbul - ORHAN GÖKDEMİR


“Çılgın proje” diye başladı aslında. Gerçekten çılgındı. Hatta normal bir ülkede ve normal bir siyasal iklimde manyakça bile sayılabilirdi. Düşünsenize, hiç gereği yokken iki denizin arasına 45 kilometrelik kanal açacaksın, bir denizin suyunu ötekine katacaksın, doğaya tanrı kibriyle yaklaşacaksın…

Bundan sekiz yıl önce, İstanbul Kongre Merkezi’nde tanıttılar. “İstanbul Hazır; Hedef 2023”' projesi kapsamında -böyle bir projeleri de vardı arkadaşların, seçimi hiç kaybetmeyeceklerini sanıyorlardı- Karadeniz ve Marmara arasında yeni bir kanal açılacaktı. Adı "Kanal İstanbul" olacaktı. Projeyle İstanbul'da iki yarımada ve bir ada oluşacaktı. Zamanın başbakanı “Panama Kanalı, Süveyş ve Yunanistan'daki Corinth Kanalı ile kıyas dahi kabul etmeyecek yüzyılın en büyük projelerinden biri için bugün kolları sıvıyoruz” diye müjdeledi çılgınlığını. Projenin tamamı milli kaynaklardan karşılanacaktı bir de, çünkü Türkiye bir istikrar ve güven ülkesiydi dediğine göre. 

Ama hayat bu, nutuklarda durduğu gibi durmuyor kör olasıca! Bu açıklamadan iki yıl sonra Haziran Direnişi patlak verdi ülkede. Parka inşaat yapmaya kalkışınca muktedir, “yeter ulan” diyen halk ayaklandı. Meydanlara giremediler 15 gün boyunca, neredeyse düşeyazıyordular. O durulunca Cemaat geçti atağa, 15 Temmuz akşamı devirmeye kalkıştılar beyefendiyi. Sonra sıkıyönetim, ekonomik kriz falan derken ülke bildiğiniz manyaklaştı. Patron-asker-sağcı siyasi elbirliğiyle yapılan, Cumhuriyeti yıkma çılgın projesinin tezahürleridir. 

“Kör topal yuvarlanıp geldiler, 2023’e üç yıl kaldı şunun şurasında” diyeceksiniz. Ama görüldüğü gibi üç yılda bir büyük krizle sarsılıyor ülke. Halk da bu manyaklığı sırtından atma projesi yapıyor yani. Çılgın bir ülke burası; Park yüzünden ayaklanmışlığı var, kanal yüzünden devrime kalkışsa kimse şaşırmaz! 

                                                            ***

Bugünlerde yine harlandıysa sebebi var. Ekonomi krizde, siyasetleri tıkandı, yeni bir manyaklık lazım muktedirlere.

Projeye bakan diyor ki, geçtik inşaatı, betonu, rantı; iki barajı tehlikeye atacaksınız. Susuz kalacak şehir. “Çevre ve Şehircilik Bakanı”na sordular; “evet ama yaşanacak su kaybını Melen Barajı karşılayacak” dedi. Vaktiyle şehir susuz kaldığı için yapımına girişmişlerdi o barajın. Milyar liralar döktüler, betona boğdular nehir yatağını. Geçen gün İBB Başkanı basının önüne çıkıp fotoğraflarını gösterdi eserlerinin. Derin çatlaklar oluşmuştu yüzeyinde. Su tutması imkansızdı özetle. 

Projenin şehri sürüklediği uçurumu gören mimarlar-mühendisler diyor ki, İstanbul, Trakya, Marmara ve Karadeniz için, coğrafi, ekolojik, ekonomik, sosyolojik, kentsel, kültürel, yani yaşamsal bir yıkım ve bir eko-kırım projesi bu. Nasıl olabilir başka? Düşünün, İstanbul’un içme suyunun yüzde 70’i zaten başka illerden karşılanıyor. Taşıma su yani. İklim su koyvermiş, yağmamakta direniyor. Kuzey Ormanlarını havaalanı aşkına sildiler. Şimdi son kalan meralar, tarlalar da kanal tehdidi altında. Koyun üstüne deprem tehlikesini. Bunlara karşı önlem almak yerine şehre yeni bir şehir ekleyecekler sırf kişisel çıkarları için. Su götürmez manyaklıktır.  

Kanal konuşuyoruz ama projenin içinde başka projeler var. Kanalla birlikte etrafında 453 milyon metrekare ölçülerinde yeni bir yerleşim alanı oluşturulacak. 78 milyon metrekare üzerine bir havaalanı yapılacaktı, yapıldı bitti. 33 milyon metrekare üzerine Ispartakule ve Bahçeşehir yükselecekti, inşaat çılgınlığı şeklinde devam ediyor. 108 milyon metrekare üzerine yollar, 167 milyon metrekare üzerine imar parselleri yapılacaktı, çoktan yapıldı. Küçükçekmece kıyıları yağmalandı. Havzadaki bataklıklar dışında her yer beton denizi. İktidarın ayakta kalmasının tek yolu bu yağmanın devam etmesinden geçiyor. Bunun için bu manyaklığın bu kadar makul karşılanması.

Hattaki inşaat faaliyetine topluca bakılırsa niyeti göreceksiniz. Şehrin kuzeyini inşaat alanı haline getirecekler. 3. Havalimanı, 3. Köprü, hatta Körfez’i geçen Sultan Tayyar Osman Köprüsü bu amaçla inşa edildi. Önce yolu yaptılar sonra alanı ranta açtılar. 

Halbuki o arada öldü İnşaat Tanrısı. Ne alabilecek gücü olan var ne satmaya takati kalan. Katarlıları buldular son çare. Yalova’da ucuz arsa fırsatını kaçıran petro-dolar zengini yalelelli çakma Boğaz’da alıyor soluğu.

                                                             ***

Onun için “Kanal İstanbul” dediler adına zaten. Bir TOKİ projesi bu. Ali Ağaoğlu da yaptığı toplu konutlara böylesi Türkçesi bozuk adlar vermeyi seviyor, misal. İngilizceden çeviri olabilir, bilmiyorum, reklamcı ağzıdır.

Kaldı ki düzeltip “İstanbul Kanalı” desek ne olacak. Esası İstanbul’u halktan çalma faaliyetidir. Halkalı ile Altınşehir semtleri arasında, yani kanalın Küçükçekmece gölüne kavuşacağı noktada bir sürü çakma Boğaz yaptılar zaten. Boğaz manzaralı diye etrafındaki TOKİ binalarını inanılmaz fiyatlara kakaladılar halka. Bir sinekli göletin etrafında yalılar, villalar gırla. Rant düzeni hep böyle devam edecek sanan halkımız aldı, elinde kaldı.

Çünkü Boğazı çakma. O çakma Boğaz’da dolandırılanlar hakikisi yapılacak, biz de bir yer kapacağız diye elini ovuşturarak bekliyor şimdi. Ne göl umurlarında ne az ilerideki Sazlıdere barajı. “Çalan İstanbul” manyaklığıdır.

                                                           ***

Yürüyelim öyleyse. Sazlıdere’nin yamaçlarında Şamlar Köyü var. İlkokuldayken kardeş okul seçmiştik köy okulunu. Yılda bir otobüslere doluşup köyün yolunu tutardık. Paylaşmayı öğreniyorduk hep birlikte. Eyüp-Şamlar arası Eski Londra Asfaltı üzerinden uzun bir yoldu, şimdi şehrin içinde kaldı hepsi. Kanal yapılınca o köy kalmayacak orada. Alıp petro-doları mukabili Katarlılara verecekler topraklarını.

Şamlar köyünden hareket edip TOKİ beton ormanını geçince Sazlıdere’yi Küçükçekmece Gölüne bağlayan vadinin yamacında Yarımburgaz Mağarası var. İstanbul'un en eski yerleşim yeri. 700 bin yıl önce de bu mağarada insanlar varmış, 7 bin yıl önce de. Bizans döneminde kireçtaşı kayayı oyarak bir de şapel yapmışlar içine. Üst tarafı gecekondu. Mağara hayatından hallice bir hayat sürüyor o kondularda. Kanal yapılınca o konduları da ellerinden alacaklar kent yoksullarının. 

Sazlıdere’den ilerleyip Karadeniz kıyısına yaklaşınca Terkos gölü var. Şehrin en önemli su kaynaklarından biri. O da tehlike altında kanal projesiyle. Üç beş konut yapıp satacağız diye Terkos’u, Sazlıdere’yi, Küçükçekmece’yi bitirecekler. 

Havaalanı yapacağız diye ormanı çoktan dümdüz ettiler zaten, göletleri kuruttular, mandaları sürgüne gönderdiler. Göçer kuşların konaklama yeriydi, artık konacak yerleri yok. Birkaç deve yerleştirseler ortama, bildiğiniz Dubai. 

Tarihsiz bir şehir yaratıyorlar böyle böyle, talihsizliğimiz bu.

                                                            ***

Malum Dubai’de fazla gelen petro-dolarlarla denizi doldurup “Palmiye Adası” yaptı şeyhleri. Ne işe yarıyor diyorsanız söyleyeyim; uzaydan görülüyor, bir de zenginlere mahsus ev-otel var üzerinde. Gösteriş ve lüks yeni burjuvazinin alamet-i farikasıdır.

Ne yapacaklar başka? 

Kültür, sanat, şiir, müzik, edebiyat yok. Tarih bilmezler, mimariye aldırmazlar. İçmezler, haliyle sevmezler yurtlarını, vatanlarını. Kanal açıp, ada yapıp, para istifleyip övünecekler mecbur.

Ama böyle gitmeyecek bu. Onlar ağır ellerini toprağa basıp doğrulduklarında, bir sabah vakti, değişecek şehrin kaderi. Kanallarını, adalarını, beton ormanlarını, saraylarını kaldırıp atacağız. 

Topraksız bırakılmış yoksullarla, göleti kurutulmuş mandalarla, konaksız bırakılmış kuşlarla toplanacağız. 

Yarımburgaz Mağarasında büyük bir orkestra olacağız, insanlık senfonisini çalacağız… 

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder