İçinde bulunduğumuz korku tünelinden çıkmanın iki yolu var: Geçmişi doğru tahlil edip, belleği diri tutmak ve geleceği sağlıklı oluşturacak bilimsel ölçülere dayalı kurguyu yapmak.
Siyaset: “Nasıl bir yaşam istiyoruz” sorusuna yanıt vermekle yükümlüdür. Maalesef liberal düzen siyasetçinin bu soruya dürüst yanıt vermesine engeldir. Popülizm, çıkarcılık esir alır onu. “Dengeli olmak zorundayız” türü söylemlerle topluma sürekli yalan pompalanır. Yığınların buna itirazı olmaz. İkiyüzlü siyasetçiye tepki göstereceğine insanlar, yazık ki, aydınları hedef tahtasına oturtur!
İnsanımız sorulardan ürker! Fikrini söylemek güven işidir. Bizde “ifade özgürlüğü” yoktur, iman edilsin ister iktidarlar. “İktidar” deyince, irili ufaklı tümünü anlayın. Ev, kışla, okul, apartman, mahalle, şehir, devlet hepsi...
***
Bir süredir Kılıçdaroğlu’nun farklı kesimlerle konuşmak savıyla verdiği söyleşileri izliyorum. Doğrusu seçilen kişileri, takınılan tutumları: “Birbirimizi anlayalım, kutuplaşmayı bitirelim” naifliğinde görmüyorum.
Geçen gün üç gazeteciyle(!) olanı izledim. Soranlar eski Yeni Şafak yazarı Ahmet Taşgetiren, Taraf sorumlusu (eski genç siviller önderi ve kendi demesiyle kullanışlı aptal) Yıldıray Oğur ve “Kabataş yalanı”nı ilk ortaya atan Elif Çakır’dı. Ana muhalefet liderini sorguya çektiler.
Her işin bir ölçüsü vardır! Bu isimler söyleşi isterler, diyeceğim olmaz. Ama siz, hiç mi bellek sahibi değilsiniz, ülkenin bu hale gelmesinde, gazetecilerin zindanlarda çürümesinde, demokrasinin aldığı hasarda bu isimlerin, çalıştıkları kuruluşların rolünü unuttunuz mu?
***
Hukuk, hesap verebilirliğin güvencesidir. Hesap, siyasetçi için sandıktır önce. Orada kazanır, kaybeder. Eğer ortada suç varsa bağımsız mahkemeler sorumludur. Bir de etik ölçüler vardır. Her mesele mahkemede çözülmez, bazen zindandan daha beterdir “sokağa çıkacak yüzü olmamak”.
Terazi bir kez bozulursa, artık orada adalet kalmaz. Hukuk siyasallaştı, kimseler güvenmiyor. Sandık hâlâ var, lakin son yerel seçimde gördük “bir şey olmamışsa bile mutlaka bir şeyler olmuştur” düzeyinde. Elimizde kalan tek olanak etik değerlerimiz.
Soruyorum, Yalanları mahkemelerce onaylanmış, siyasi öngörüleri hep yanlış çıkmış, hatta kendilerini mahkûm etmiş kişileri muhatap alarak onlara meşruiyet kazandırmış olmuyor musunuz? O süreçte mahpus yatan insanlara borcunuz yok mu? Ölenlerin ailelerine?
Tuhaf memleket; hesap vermesi gerekenler, hesap soruyor!
***
“Birlik beraberlik” cümleleri kâğıt üstünde güzel duruyor da, peki ya hakikat böyle midir? Cemevi basanlara, kilise kapısı kıranlara, cinsel yönelimi farklı olanları hedefe koyanlara, cenazeye tahammülü olmayanlara, eskinin Fethullahçısı olup şimdi komşusunu öldürmek isteyenlere de yarın anlayış gösterecek misiniz?
Söz ettiğim kincilik değildir. Keşke Sayın Kılıçdaroğlu sorsaydı Elif Çakır’a;
“Siz Kabataş yalanından dolayı vicdan azabı duyuyor musunuz? Eğer o gün 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi bir katliam yapılsaydı, hesabını verebilir miydiniz” diye.
Ya da Oğur’a;
“Bavulla servis edilen belgelerle gazete yaptınız, yüzlerce insanın zindanda çürümesine, ölmesine neden olduğunuz hiç mi mahcubiyet duymuyorsunuz” diye.
Bütün bu olanlar, “kandırıldık” diyerek geçiştirilebilir mi?
Bir de Taşgetiren azarlar gibi “Sosyal demokratlar kendine çekidüzen versin” diyor. Neden “Bir dakika önce sen yazdıklarının hesabını ver” demediniz?
***
Öyle acayip bir dönem ki, Çubuk’ta yakılarak öldürülmek istendi Kılıçdaroğlu, şaka değil bu, ortada ne iddianame var ne tutuklu kimse!
Soruyorum: Yarın sizi yakmak, öldürmek isteyenleri de affedecek misiniz?
***
Siyaset cesaret işidir, risk almayı gerektirir. Ankara Barosu haklı kavgaya girdi, konu netameli olduğu için herkes suspus oldu. İktidar bunu fırsat bilerek tüm meslek örgütlerini hedefe koydu. Yeni düzenleme yaparak yandaş odalar yaratacak.
Halk TV başta olmak üzere tüm muhalif basına ceza yağıyor. Yarın lisans iptaline gitmek için tezgâh hazır, hedef belli. Daha geçen hafta Cumhuriyet muhabirleri yaptıkları haklı haberlerden dolayı yine adliyedeydi.
Soruyorum: Son hedef CHP’yi kapatmak olacaktır. O gün bunu haber yapacak basın kuruluşu bulamayacaksınız. Hakkınızı arayacak meslek örgütleri de kalmamış olacak. Bu sürecin yaratılmasına taş döşeyenlerle kol kola olarak nasıl bir siyasal başarı elde etmeyi umuyorsunuz?
***
Kılıçdaroğlu’nu çok zamandır tanırım. Gazeteci ayırt etmeden herkesin karşısına çıktı. Önden soru istemedi. Buraya kadar tamam...
Ama sırtında bunca yükü olan kişilerle karşılıklı oturup konuşmak, tam da bu düzeni meşrulaştırmak değil midir?
Enver Aysever / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder