Salgın sonrası normalleşme açıklamaları devam ederken, turizm sektörü hem işsiz kalan turizm emekçilerinde, hem de ülkeye döviz girdisi yapacağı beklentisiyle ekonomiyi takip edenlerde beklenti yarattı. Ancak tablo 2021'in turizm açısından işlerin kolayca yoluna girmeyeceğini gösteriyor.
Koronavirüs salgını turizm sektörünü derinden etkilemeye devam ediyor. Küresel çapta bir turizm krizi yaşanırken ülkeler sezonun ne zaman açılacağına dair öngörülerde bulunmaya çalışıyor. Turizmde halihazırda dünyanın en güçlü ülkesi İspanya’nın bu yıl turizm sezonunu açmayacağı söyleniyor. İtalya’nın iç pazara dönük bir turizm planı yaptığı biliniyor. AB ülkelerinin “Avrupa içi turizm” seçeneğini benimseyeceği dile getiriliyor. Ülkelerin koyduğu seyahat yasaklarıyla birlikte önemli oranda azalan uluslararası uçuşların ne zaman normale döneceği ise bilinmiyor.
2019’da 52 milyon gibi rekor bir sayıda ziyaretçi ağırlayan, yıllık 35 milyar dolar civarında turizm gelirine sahip bir ülke olarak Türkiye’de ise salgın vakalarının ortaya çıkmaya başladığı Mart ayından itibaren turizm sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin yaklaşık yüzde 80’inin kapatıldığı belirtiliyor. DİSK'e bağlı Dev-Turizm İş Sendikası’nın 27 Nisan tarihli raporuna göre 'daha şimdiden kafe ve restoran gibi işletmelerin yüzde 40'ının iflas ettiği' kaydediliyor.
STR Global verilerine göre Mart ayındaki otel doluluk oranı, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 60 oranında azalarak yüzde 28,6 olarak kaydedildi. Toplam oda sayısı üzerinden oda başı elde edilen gelirlerde geçen yıla oranla yüzde 58,5’lik bir düşüş yaşandı. Türkiye Otelciler Birliği (TÜROB) Avrupa'da Mart ayındaki otel doluluk seviyesinin 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en düşük seviyeye ulaştığını vurguluyor. Bu yıl bir milyona yakın erken rezervasyon satışı gerçekleştiren acenteler ciddi boyutta ileri tarihli rezervasyon iptalleriyle karşı karşıya kalmış durumda. Haziran ve Temmuz ayında açıklanacak TÜİK verileriyle salgının bilançosunu daha net bir şekilde görmek mümkün olacak.
Sektörün gidişatı bu durumdayken Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un uzunca bir süre sessizliğini koruması tepki çekmişti. Bir süre sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı "Ekonomik İstikrar Kalkanı" paketi ile turizm emekçisinin esamesinin okunmadığı bir dizi tedbir duyurulmuş oldu. KDV, SGK primi, konaklama vergisi, irtifak hakkı gibi ödemeler 6 ay boyunca ertelendi. İç havayolu taşımacılığında 3 ay süreyle KDV oranı yüzde 18’den yüzde 1’e indirildi. Nakit akışı bozulan firmaların bankalara olan kredi anapara ve faiz ödemeleri asgari 3 ay ötelendi ve ilave finansman desteği sağlandı. Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında temerrüde düşen firmaların kredi siciline, “mücbir sebep” notu düşülmesi sağlandı. Bu tedbirler patronlar tarafından yeterli bulunmasa da biraz olsun “yüzlerini güldürdü”.
Turizmde yeni normal: Güvencesizlik ve sömürü
Patronlar cephesinde paket üstüne paket açıklanırken turizm işçileri salgının ilk günlerinden itibaren ücretsiz izin dayatmasıyla, keyfi işten çıkarmalarla, ağır mobbingle karşı karşıya kaldı. İşçiler kıdem, ihbar tazminatları dahi ödenmeden kendilerini kapının önünde buldu. Tam anlamıyla bir işçi kıyımı yaşandı. Hukukun bu süreçte resmen askıya alınmış olması işçilerin hakkını arayabileceği yasal zemini de ortadan kaldırmış oldu.
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek koronavirüs nedeniyle sadece Antalya'da turizm sektöründe 125 bin kişinin işinden olduğunu dile getirdi.
Turizm sektöründe Antalya’da 900 bin, Türkiye genelinde yaklaşık 3 milyonu aşkın işçi çalışıyor. 2019 yılında bu işçilerin yalnızca 1.7 milyonu kayıtlı çalışmaktaydı. Tarım dışı sektörlerde çalışan 3 milyon kadar kayıtsız işçinin önemli bir bölümünün turizmle bağlantılı iş kollarında çalıştığı biliniyor.
İşten çıkarmaların sözümona yasaklandığı Nisan ortasına kadar turizm patronları alan temizliğini çoktan yapmıştı. Elit World Otel Grubu ücretsiz izin yasalaşmadan önce binlerce işçisini onaylarına gerek duymaksızın mail yoluyla ücretsiz izne çıkardı. Hilton, Grand Hyatt, Radisson Blu, Fairmont, The Stay, Wynham, Side Lilyum, Titanic, Marriot ve daha adını sayamadığımız birçok otel kaos ortamından faydalanarak ücretsiz izin fırsatçıları arasına katılmakta gecikmedi.
Hükümetin açıkladığı kısa çalışma ödeneği uygulaması en başından itibaren turizm işçisinin mağduriyetini gidermekten uzaktı. Sezonluk turizm işçileri ve sayıları 1.5 milyonu bulan göçmen işçiler kısa çalışma ödeneği için gerekli şartları sağlayamadığından bu ödenekten yararlanamadı. Göçmen işçiler zaten salgın öncesinde de kayıtsız, güvencesiz ve her türlü haktan mahrum olarak çalıştırılıyordu.
Her ne kadar Nisan ayında Kısa Çalışma Ödeneği’nin kapsamı genişletilerek askıdaki personelin ödenekten faydalanabileceği “müjdelense” de sektörde kayıtsız çalışmanın bu denli yaygın olması bu uygulamanın da işlerliğini boşa düşürdü.
Kadrolu çalışan çoğu turizm emekçisi de sektörün doğası gereği farklı farklı iş yerlerinde kesintili olarak çalıştıkları için 450 gün şartını sağlayamadı ve bu ödenekten mahrum kaldı.
Ücretsiz iznin yasallaştırılmasıyla birlikte kısa çalışma ödeneği başvurusu turizm patronlarının lütfu haline gelmiş oldu. Sonuç olarak turizm emekçileri sadaka denebilecek bir ücrete mecbur bırakıldı.
Açıklanan normalleşme haritasına göre otellere maksimum yüzde 60 doluluk izni verilerek tesislerin kapasitesinin yarı yarıya düşürüleceği söylenirken doluluk oranlarınınsa uzunca bir süre eski seviyesine dönmesi beklenmiyor. Turizmde istihdam sorununun çözülmesi, emekçilerin yaşadığı mağduriyetlerin giderilmesi bu koşullarda pek mümkün görünmüyor.
Krize ilaç çabası: Sertifikasyon Sistemi
Türkiye’de iç pazarın canlanacağı beklentisiyle Haziran ortasından itibaren turizm sektöründe normalleşme adımları atılacağı dillendirilmeye başlandı. Kendisi de bir turizm patronu olan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy turizmde yoğunluk için Temmuz ayını işaret etti. Ersoy, YKS ile LGS’nin Haziran’da yapılacağını hatırlatarak iç turizmde doluluğun Temmuz ayının ilk haftasında başlayacağını beklediklerini söyledi.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun İngiliz, Alman ve Rus mevkidaşları ile görüşerek Türkiye'nin pandemi ile mücadelesini ve normalleşme sürecindeki “başarısını” anlattığı, sektör temsilcilerine de ilk aşamada dış hatlarda 19 ülkede 22 noktaya uçuşların başlayacağının aktarıldığı belirtiliyor.
Geçtiğimiz günlerde ise Bakan Ersoy başkanlığında kurulan ‘Türkiye Turizm Hijyen Standartları Kurulu’ tarafından, otellerde tüm bulaşıcı/salgın hastalık risklerine karşı “üst düzey bir savunma sistemi” oluşturulacağı ve bir sertifikasyon sisteminin devreye sokulacağı “müjdelendi”. Bu kapsamda otel lobisinden odalara, çalışanların alacağı eğitimden açık büfe ve restoranlara, havuz ve plajdan toplantı odalarına, doluluk oranlarına kadar bir dizi önlemden bahsediliyor. Patronlara can simidi olarak sunulan ve allanıp pullanarak vitrine çıkarılan bu sertifikasyon sistemiyle birlikte alınacak tedbirlerin salgını önlemek konusunda ne ölçüde yeterli olacağı tam bir muamma. Salgının başlarında az sayıda personelle çalışan otellerde bile hastalık yayılabilmiş, hatta ölümler yaşanmıştı.
İş güvenliği uzmanları ne diyor?
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz İş Güvenliği uzmanı Semra Güner Celep şunları aktarıyor:
“ Turizm işletmelerinde hijyen her zaman önemli bir konu başlığıydı. Ancak içinde bulunduğumuz koronavirüs salgınının yaşandığı şu günlerde hijyenin ve normal dezenfeksiyonun üzerine bir de koronavirüs dezenfeksiyonunun devreye girmesini zorunlu kıldı. Virüsün şimdiye kadar görülmemiş düzeyde bulaşıcı olması Turizm işletmelerinin açılabilmesi için yeni ve aktif önlemlerin alınmasını gerektiriyor. Turizm Bakanlığı’nın bir grup bakanlık ile ortaklaşa hazırladığı Covid-19 virüsünün bulaşmasını önlemeye yönelik usul ve esaslar uygulanması zor koşullar içeriyor. Üstelik maliyet de önemli bir unsur. Çünkü önlemlerin tamamı yeni maliyet kalemleri ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla bu maliyeti üstlenecek ve sürekliliğini sağlayabilecek işletmeler sertifika sahibi olabilecek. “Sertifikalı işletmelerdeki bu uygulama sürekliliğini kim ve nasıl denetleyecek?” sorusu yetkililerce yanıtlanmaya muhtaç.
Tabii bu önlem ve uygulamalar ne derece koruyucu olabilecek onu da henüz değerlendirmekte zorlanıyoruz.
Şu an bir grup otelde sağlık çalışanlarının kaldığını biliyoruz. Bu uygulama, minimum düzeyde emekçi bulunduran ve risk düzeyi düşük olan bu işletmeleri de söz konusu emekçiler açısından, yüksek riskli işyerleri konumuna getirdi. Doğal olarak, dezenfeksiyon uygulamasının ve izolasyonun önemli olduğu bu koşullar bir taraftan da ilerisi için yani işletmelerin misafirlere açılacağı dönemler için önemli veriler içeriyor.
Otel kapısından giren her misafirin potansiyel vaka olduğu varsayılarak uygulama yapılması şimdilik zorunlu görünüyor, hem emekçiler, hem de misafirler için. Örneğin “boşaltılan oda, önlemler uyarınca 12 saat boyunca boş bırakıldıktan sonra dezenfekte edilmeli ve temizlenmelidir” kuralı uygulanabilir ve koruyucu bir önlem olarak görülmektedir. Tabii çalışanın da temizlik için maske dışında koruyucu gözlük, özel giysi, eldiven gibi kişisel koruyucu donanım kullanarak oda temizliğini yapması gerekiyor.
Ancak, restoran, kafe, toplantı salonu ve havuzların açılması durumunda önlemlerin koruyucu olacağını düşünmek zor. Covid-19 hastası bir misafir ateşi yokken otele girmesi ile başlayacak süreç, bütün önlemler alınmış olsa dahi oldukça meşakkatli olacaktır. İşte bu nedenlerle misafirlerin yalnızca odalarında kalacağı ve odalarında yiyip içeceği bir uygulama başlangıç için çok daha akılcıdır. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı temaslı çizelgesinde yeralan uyarıları dikkate alınca da görüyoruz ki restoran ve kafe gibi insanların toplu olarak bir arada bulunduğu alanlarda kişi yükünün azaltılması risk düzeyini azaltabilir ancak kökten ortadan kaldırmaz.
Bütün bunların yanı sıra, işe geliş gidişlerde toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda olan emekçilerin durumu önemlidir. Zira, Covid-19 hastalığına yakalanmış ama henüz belirti göstermeyen, hasta ya da taşıyıcı olduğunu bilmeyen insanlarla yapacağı yolculukta herhangi koruyucu önlem alması imkansızdır. Ortamda hasta insan olduğunda, toplu taşıma araçlarında fiziksel mesafe kuralı uygulansa, insanlar maske ve eldiven kullansa dahi bütün bunların yeterli olmadığını yine Sağlık Bakanlığı’nın temaslı çizelgesindeki veriler doğrultusunda rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu kadar korumasız bir şekilde işe gelmiş bir çalışanın yalnızca ateşinin ölçülerek işe giriş yapıyor olması ne kadar yeterli olabilir? Çalışanlarını servis araçları ile işe getirip götüren işletmeler (servis araçlarında gerekli önlemlerin alınması durumunda) -nispeten- daha koruyucu görülebilir.”
Her ne kadar bir normalleşme havası yaratılmaya çalışılsa da yurttaşların salgın koşullarında otellere rağbet gösterip göstermeyeceği de belirsizliğini koruyor. Üstelik sertifikasyon sistemiyle kapasitenin yarı yarıya düşecek olmasının konaklama fiyatlarını da yukarı çekmesi bekleniyor.
MÜSİAD ve Uluslararası Helal Turizm Derneği tarafından hazırlanan, turistlerin hijyen beklentilerinin ve tatil konusuna yaklaşımlarının ele alındığı bir rapora göre şu an yalnızca yüzde 27'lik bir kesim tatile gitme konusunda kararlı görünüyor. Her üç kişiden birinin "2020 sezonu bitmeden bir otelde kalarak tatil yapmayı planlıyor musunuz?" sorusuna hayır yanıtını vermesiyse hijyen manifestolarına rağmen yurttaşlar açısından otelsiz tatil seçeneğinin çok daha ağır bastığını gösteriyor. Bu koşullarda turizmde normalleşme mayasının tutması oldukça şüpheli görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder