Eee'si, bu rejim tarihsel öncüllerinin kaderini yaşayabilir. Tabii “light” bir formatta yaşayabilir. Sonuçta henüz toplama kampları kurulmuş değil. Ama yüksek yoğunluklu bir içsavaş patlak verirse, o kampların kurulmayacağının da garantisi yok. Savaşın şiddetini kimse kontrol edemez. Hele “akli melekelerini” tamamen yitirmiş bir dinci iktidar hiç kontrol edemez.
Türkiye'de cumhuriyetten kalan ve biraz ilericilik kokan ne varsa kazınmış durumda. Bu, sadece faşizmin değil, ciddiye alınmış bir sosyalizmin de önünü açar. Kaldı ki, bir “halk kemalizmi” de yayılıyor. Bir tür özgün cumhuriyetçilik bu. Eski üniformalı soytarıların kemalizmine benzemiyor. Sol kürdizmin de bir arayış içinde olduğunu düşünebiliriz. Fakat dinci iktidar, 2002 sonundan bu yana bilimle ve mantıkla biraz ilintili her şeyi kamusal alandan kazımış, yerine dincilik-milliyetçilik sokuşturmuş bulunuyor. O zaman, finaldeki panik, tarihteki bazı faciaları yeniden doğurabilir. Ya da onları bile aratacak bir final yaşanabilir. Bilemiyoruz.
Şöyle söyleyelim: Eğer “tek adam rejimi” denilen, aslında sıradan bir kapitalizm olan bu düzen tarihsel örneklerden hareketle yerleşmeye çalışıyorsa, kendi içinden muhalifler de çıkaracaktır. Hitler rejiminde mesela bundan çok vardı. Biri de bu yaz 76'ıncı yılına girecek olan 20 Temmuz 1944 suikast girişimi, malum. 2020 yılında Ankara'nın muktedirleri, içlerinden çıkacak ılımlı Claus Schenk Graf von Stauffenberg reaksiyonlarıyla uykuya değil adeta kâbuslara yatıyorlar. İyi de, biz Davutoğlu'na, Babacan'a ne isim vereceğiz? Ne olacağını kimse bilmiyor.
Durdurulamayan ekonomik çöküşün yakın çevresindeki Stauffenberg sayısını artırdığını, bir “lider” ve çevresinin bilmediği düşünülebilir mi? Her otokratın böyle kâbusları olur.
Büyük ve kontrolsüz tepkilerin kendi yakın çevrelerinden çıkacağını onlar da biliyorlar. Öyle olmasa 80 bin caminin cemaatini milisleştirme hesapları yapılmazdı; diğer güvenlik birimlerindeki örgütlenmeler de öyle. Bunlara son dönemde bekçi kadroları ve bunların silahlandırılması tartışmaları eklenebilir. Neden?
Dışarıdan bir tepkiyi mi göğüslemek istiyor Ankara'nın İslamcıları?
O, var. Ama daha önemlisi, bu yakın çevreyi maaşa bağlama ve silahlandırma işinin arkasında, AKP'nin içinden çıkacak muhaliflere gözdağı verme ve finaldeki büyük hesaplaşmada kendi “hainlerine” nasıl direnileceğinin mesajını verme psikolojisi de var.
Dertleri, finale hazırlıksız girmemek
Galiba “dost ateşine” kurban gitmek istemiyorlar. Bunun için kendi çevrelerinde maaşa bağlanmış silahlı birlikler oluşturabilirler. Cami cemaatleri, misal, sivil görünümlü milislere gebe. Diğer üniformalı kurumlardan devşirilenler de bir düzen imajı yaratacak ve lider ekibi koruyacak. Suriye ve Libya'da savaşın dengesini Ankara lehine etkilediği Avrupa medyasına da haber ve analiz olarak düşen “silahlı İHA başarıları” bile bu korunma planları dahilinde düşünülebilir. SİHA'lar nedir ki başka?
Sonundan çok korkan bir ekibin, final önlemleri almaya başladığı çok açık.
Özellikle George Floyd olayı ve uluslararası yansıması, Ankara'yı çok tedirgin etmiş olmalı. Renk vermek istemeseler de hallerinden okuyabiliyoruz. Renkleri attı.
Hep söyledik: Tarihte öyle şeyler olur ki, bazen bir gün içinde bir asırlık adımlar atıldığına tanık olursunuz, bazen de bir asır süren tek bir geceyi yaşarsınız.
Sonra hiç umulmadık bir kıvılcım, ertelenen finali sahneye alıverir.
Türkiye'de artık hiçbir şey, reçetelere ve tarihsel örneklere uyan bir resim vermeyecek. Tamam. Ama mesele bu değil.
Mesele şu: Bu gelişmelere dışarısı, özellikle de Avrupa Almanyası nasıl bakacak? Efendisi olduğu AB'nin o darmadağın “demokrasi tapınağı”, Türkiye'de olan bitene nasıl müdahale edecek? Edebilecek mi? Yoksa Berlin kendi dertleriyle mi meşgul olacak?
Viyana'ya bakarak Berlin için söyleyebiliriz: İslamcı Ankara, Berlin'in planlarında mutlaka törpülenmek üzere var. İktidardan indirilmesine karşı çıkmazlar. Ama Erdoğan sonrasında yine bir “AKP'siz AKP Türkiyesi” istedikleri de gün gibi ortada. Bundan 40 yıl önce 24 Ocak ve 12 Eylül'ü birlikte hazırladılar Türk-İslam zenginleriyle Avrupa'nın egemenleri. Erdoğan'a, izlediği istibdat rejimiyle sosyalizmi Türkiye'nin siyasal gündemine sokacağı için kızıyor olmalılar.
Türkiye, 40 yıldır bir “kâbus” içinde. İnsanlarının bu kâbusa alıştırıldığı, hatta kâbusu olağan saydığı bir Türkiye'den söz ediyoruz. Ancak halkın içten içe bir muhalefeti de var. 1789'un, 1917'nin öngünlerindeyiz sanki. Anadolu topraklarının 1918-19'daki çaresizliğinde ya da. Bitmez tükenmez bu kâbusun sürmesi için çaba göstermek, siyasi iktidarın varlık nedeni. Milisler, ki 4 milyonun üzerindeki Arap mültecinin enerjisi de buna dahil edilmelidir, herhalde kâbusun sürmesi için oluşturuluyor.
Parlamento bunun için pratikte feshedilmiş durumda. Durmayacaklar. Duramazlar. Ama bir yerdeki parkta çevreci gençlerin çadırı kundaklanacak, Kuzey Afrikalı bir seyyar satıcı kendini yakacak, George Floyd öldürülecek... Sonra? Her şey mümkün. Tarih böyle bir sürpriz.
Bizim söyleyeceğimiz şey ise şu: Türkiye bu kâbustan kurtulabilir ve sosyalist bir yeniden kuruluş yaşayabilir. O zaman, muhtemel bir korkunç finale, bu kapitalist barbarlığa ancak bir yeni, eşitlikçi, özgürlükçü toplumsal düzen kurgusuyla karşı çıkılabileceğini anlatmak ve bunu toplumun önüne bir tasarım olarak koymak, bizim varlık nedenimizdir.
Türkiye'nin kendisini solcu sayan insanları ya sosyalizm perspektifiyle bir araya gelecek, aralarındaki farklara rağmen bu hedef için masaya oturacaklar ya da bu finalin zavallı kurbanları olarak hep birlikte tarihe gömülecekler.
İslamcı Ankara bu “kurbanları” gömmek için sabırsızlanan zombilerle dolu. Demokrasi rüyasına yatanlara hatırlatmış olalım.
Osman Çutsay /SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder