19 Haziran 2020 Cuma

Krizde para, maliye politikaları ve Türkiye - Korkut Boratav / SOL

Salgın sonrasında Türkiye’de merkezî bütçenin ekonomi canlandırmaya dönük katkısı millî gelirin yüzde 1,6’sıdır. Bu oranla Türkiye yirmi ülke içinde sondan altıncıdır.



Bugünlerde Batı iktisat çevreleri, korona krizinin ekonomik boyutunu hafifletmenin yöntemlerini tartışıyorlar. 

2008 krizinde izlenen politikalarda revizyon var mı? Bu soruya ve Türkiye uzantılarına göz atmak istiyorum.

Merkez bankaları, para politikaları

Batı ekonomilerinde ilk tepki, 2008-2009 krizinde uygulanan araçların canlandırılması oldu: Merkez bankaları  finansal piyasalara astronomik düzeyde likidite pompaladılar; ama bu kez hızla, daha yüksek düzeylerde ve genişleterek… 

2008 sonrasında bu yöntem ikinci el piyasalardan hazine alımları biçiminde gerçekleşmişti. Bugünlerde iki doğrultuda genişletilmektedir.

İlk olarak, merkez bankaları yeni ihraç edilen (“taze”) hazine tahvillerinin alımını da üstleniyor. Bu, bütçe açığındaki artışların tümüyle merkez bankalarınca finansmanı anlamına da gelebilir. Yani neoliberal para politikası ilkelerinin açıkça çiğnenmesi…Bu “ihlal”, İngiltere Merkez Bankası’nca açıkça beyan edilmiş (FT, 9 Nisan); ABD, Avrupa ve Japonya da ise fiilen gerçekleşmiş durumdadır.

İkinci olarak, merkez bankaları parasal genişlemenin bir bölümünü, özel şirket borç senetlerinin de alımı ile gerçekleştiriyor. Bu yöntem 2008 krizi sonrasında da uygulanmış; ama sınırlı tutulmuştu. Şimdilerde genişletilerek canlandırılıyor. Üstelik batık (“junk”) şirket tahvillerini de kapsayarak… “Serbest” piyasaların “kutsal” piyasa disiplini ilkesi de  açıkça çiğnenmiş oluyor. 
Bu uygulamalar sonunda, ABD ve Avrupa merkez bankalarının bilançolarındaki menkul varlıkların (borç senetleri vd) bu ülke millî gelirlerinin yüzde 40’ına ulaşacağı öngörülüyor. Bu konuda daha “sabıkalı” olan Japon Merkez Bankası’nda ise aynı oran yüzde 100’ü çoktan aşmıştır. 

Hemen ifade edelim ki, parasal genişleme, toplam talebin, dolayısıyla millî gelirlerin doğrudan bir öğesi değildir; ilk aşamada servet transferleri ile sınırlıdır. Ana işlevi kriz ortamında batık sermaye gruplarını, özellikle finans kapitali desteklemektir. 

Merkez bankalarından likidite genişlemesinin en “ölü” biçiminde, batık bir tahvil, nakde (paraya) dönüşür. Sonrasında ek parasal genişleme, düşük faizler ile beslenir; borsalara, öncelikle hisse senetlerine yönelir  Finansal varlıkların (servetlerin) değerleri ile millî gelir arasındaki makas açılır. “Onarım” süreci ilerledikçe iç talep  etkilenebilir. Bankalar üretime, yatırıma dönük kredileri artırırsa; şirketler kapasite kullanımını yukarı çekerse… 

Batı ekonomileri bugün bu aşamada değildir. Üretim (GSYH) çift haneli oranlarda çökerken borsalar yükselmekte; finansal sistemin “balonlaşması” başlamaktadır. 

Maliye politikaları…

Kamu harcamaları ise, parasal genişlemeden farklıdır; GSYH’nın bir öğesidir. Bunlardaki artış, ek vergilerle telafi edilmiyorsa, millî geliri doğrudan artırır. Ekonomi sıfır işsizlik, tam kapasite durumunda ise enflasyonu ve “nominal” millî geliri yukarı çeker. İşsizlik ve atıl kaynaklar varsa önce doğrudan doğruya, sonraki aşamalarda (“çoğaltan” etkisiyle) zincirleme gelir artışlarına yol açar. 

Neoliberalizmin bütçe disiplini ilkesi, kamu açıklarını sınırlayan kurallar içerir. Korona salgını sonrasında tüm Batı’da bu ilke açıkça terk edildi; Keynes, özgün biçimiyle yeniden hatırlandı: Sert bir krizi frenleyecek en etkili yöntem, genişleyen bütçe açığıdır… 

Bu uygulamaların G20 ülkelerindeki ilk bilançosunu IMF veriyor (Fiscal Monitor, Nisan 2020). Doğrudan talep genişletici bütçe açıkları, GSYH düzeylerine oranlanıyor. Toplamları, kapsanan ülke millî gelirlerinin yüzde 3,5’ine ulaşmıştır. 2008 krizinde benzer uygulamaların eşiği şimdiden aşılmıştır. 

Önde yer alan ülkelerin tümü gelişmiş “merkez” ülkeleridir. GSYH’nın %10,6’sı oranında bütçe katkısıyla Avustralya ilk sıradadır. Sonraki dörtlü (sırayla) Japonya, ABD, Kanada ve Almanya’dır. Bu ülkelerde ve Britanya’da salgının ilk altı ayında işsiz kalanlara ve/veya düşük gelirlilere açıktan (1000-1750 dolar arasında) nakit aktarımları yapılmıştır. 

Mayıs sonunda AB, 750 milyar avro’luk bir onarım ve toparlanma fonu oluşturmayı kararlaştırdı. Salgından en sert etkilenen İspanya, İtalya, Fransa “aslan payı” beklentisindedir. 

Hazineler şirketleri besliyor; bölüşümü etkiliyor

IMF belgesi, kapsanan 20 ülkede, şirketlere ve bankalara dönük kredi desteği, garanti ve hisse alımları biçimindeki (ve genellikle merkezî bütçelerde yer almayan) hazine katkılarını da tahmin etmiş. 

Bu tür kamu desteklerinin G20 ülkeleri millî gelirleri içindeki (ağırlıksız) ortalaması yüzde 6,9’dur. Dikkat ediniz: Kapitalist devletlerin özel sermayeye kaynak aktarımı, kamu hizmetlerinin, sosyal transferlerin payını (%3,5’i) yaklaşık iki misli aşmaktadır. 

Merkez bankalarının servet dağılımı üzerinde (yukarıda değindiğim) etkileri, şirketlere, bankalara dönük bu tür kamu transferleri ile doğrudan gelir dağılımına taşınmaktadır: Devletin millî geliri yeniden (“ikincil”) dağılımını sermaye lehine değiştirmesi…

Göreli büyüklükler karşılaştırıldığında Batılı ülkeler ön sıralarda yer alıyor. Millî gelire oranları %10’u aşan göre ilk altı ülke Japonya ve Batı Avrupalılardır. 

Batılı dev sermaye gruplarının bu alandaki sicili karanlıktır. Hazine kaynakları, temettü dağıtımına, zayıf şirketleri devralmaya veya kendi hisse senetlerinin alımında kullanılır… Ölçü öylesine kaçmaktadır ki IMF’nin yeni başkanı Georgieva bile bu konuda “temettü dağıtımını ve satın almaları durdurun…” doğrultusunda bir uyarı yazısı yayımlamak zorunda kalmıştır (FT,  21 Mayıs). 

Türkiye’nin özel sorunu: Dış kaynaklar…

Salgın sonrasında Türkiye’deki uygulamalara da göz atalım.

Para politikalarında TCMB’nin özerkliği 2018 sonrasında son bulmuş; politika faizi enflasyonun altına çekilmiştir. Yukarıdaki örneklere bakarak bu adımı bugün anlayışla karşılayabiliriz. Ama, ötesinde kargaşa söz konusudur. Kamu bankaları-TCMB-Varlık Fonu-Hazine arasındaki bağlantılar, batık, “yandaş” şirketleri kurtarma, kredi akımını canlandırma, hatta döviz fiyatlarını da frenleme önceliklerine yönelmiştir. Sayılar, ayrıntılar izlenememektedir.

Maliye politikalarının Nisan’a kadar yansımasını IMF’nin sözünü ettiğim yayınından izleyelim. Buna göre, salgın sonrasında Türkiye’de merkezî bütçenin ekonomi canlandırmaya dönük katkısı millî gelirin yüzde 1,6’sıdır. Bu oranla Türkiye yirmi ülke içinde sondan altıncıdır. İki ülkede (Suudi Arabistan ve Güney Afrika’da) bu katkı sıfırdır. Salgın sonrasında ek sosyal harcamaların büyüklüğünü izliyoruz; bu toplamın yarısına bile ulaşmıyor. 

Aynı dönemde Türkiye’de şirketlere, kredilere, garantilere dönük Hazine desteklerinin millî gelire oranını IMF yüzde 0,6 olarak belirlemiş. Bu oran, 2020’de Türkiye’nin genel kamu açığı (%2,2) ile merkezî bütçe açığı (%1,6) artış oranları arasındaki farktan türetiliyor. (IMF, Fiscal Monitor, Tablo A9, s.99 vd). Bu hesaplama “keyfi”dir.  

Neden “keyfi” diyorum? Türkiye’deki “kapkaççı” kapitalizmin tipik ve yoz bir örneklerinin kamu kaynaklarına yansımasının IMF de farkındadır; ama KÖO (mega yatırımlar ve şehir hastaneleri) gibi bilinen örneklerin Hazine üzerindeki yükünü hesaplayamamaktadır. 

Bunlara, salgın öncesinde ve içinde ölçüsüz boyutlara ulaşan ve yukarıda değindiğim para-maliye ve döviz politikalarının karışımından oluşan çapaçul uygulamaları ekleyin. İktidarın, yandaş şirketlere vd. aktardığı Hazine kaynaklarını hesaplamak imkânsızdır.

Bu “çapaçul” uygulamaların döviz piyasalarına bulaşması, Türkiye’nin, yukarıda tartıştığım Batı ekonomi politikalarından ayrışmasını da gösteriyor. Batılılar, kendi paralarıyla borçlanma ve borç ödeme özgürlüğüne sahiptir. IMF’nin eski baş iktisatçısı Blanchard dahi, “kamu açığından kaynaklanan borçlarımızı gerekirse para basarak -monetisation ile- ödeyebiliriz” doğrultusunda “fetva” verdi (VOX, 10 Nisan). 

Türkiye ise böyle bir “ayrıcalık”tan yoksundur. 2020’ye 437 milyar dolar dış borç stoku ile girmiştir ve 12 ay içinde bunların yüzde 39’unun vadesi gelmektedir. Bu nedenle iktisat politikaları seçeneklerini dış finansman sorunlarını dışlayarak tartışamayız.

Önümüzdeki hafta bu konuya eğilmek istiyorum. 

Korkut Boratav / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder