20 Haziran 2020 Cumartesi

Ayasofya neden müze kalsın? - Aydemir Güler / SOL

'Ayasofya açılsın' diyorlar. Ayasofya bir müze ve zaten açık. Ayasofya’nın ibadete açılması tezi laiklik düşmanlığıdır. Bu tartışmada tarafsız kalmak, sesini çıkarmamak, çekimser oy vermek laiklikle dincilik arasında 'eşit mesafede durmak' bile olmuyor.

Hayatta önce tavır alınır. Ayasofya konusunda da öyle. “Önce” alınan tavrın, doğası gereği ideolojik ve politik olmasından endişe etmeyin. Yeter ki, aldığınız tavır bilgiye ve bilime dayandırılsın, tutarlılık vazgeçilmez koşul olsun. 

Ayasofya müze olarak kalmalıdır. Ayasofya’nın ne işlevle süreceği öncelikle siyasetin konusudur. Çok açık olmalıyız: Biz Ayasofya’nın müze olarak korunması istiyoruz, çünkü laikiz. Laikliğin içerilmediği bir özgürlük, ilerleme, kurtuluş, eşitlik yolu yoktur.

Dile dikkat! “Ayasofya açılsın” diyorlar. Ayasofya bir müze ve zaten açık. Ayasofya’nın ibadete açılması tezi laiklik düşmanlığıdır. Bu tartışmada tarafsız kalmak, sesini çıkarmamak, çekimser oy vermek laiklikle dincilik arasında “eşit mesafede durmak” bile olmuyor. Çekimser kalan, laisizme, insan aklına, bilime, özgürlük ve eşitlik ahlakına karşı huruç harekâtını sürdüren dinciliğin en riyakâr destekçisi konumuna kendini yerleştirmiş demektir. “Farkında bile olmadan” diyemiyorum; yıllardır uyarıp duruyoruz. Duymayan kalmamış, herkes anlamıştır…

Ayasofya tartışması, Fatih’in (Yaşlı) geçen gün burada yazdıklarının üstüne, sağın kadim demagoji deposudur. Sağcılar da ülkeyi (vatanı), toplumu (milleti) savunur görünmek zorundadır. Bunu emekçilerin gerçek yaşamına değmeyen birtakım hayali çıkarlar tarif ederek yaparlar. Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla emekçi halkın gerçek gündemi arasında en ufak bir ilinti olmadığı, kubbenin yoksulluğun, işsizliğin üstünü örtmesinin amaçlandığı açık olmalıdır. Yine çekimserlere dönersek, tarafsızlık açıkça sömürenler ile sömürülenler arasında tercih yapmamak anlamına gelir. Ezenle ezen arasında tarafsızlığı savunan, egemen güçlerin safında yer alıyordur. 

Hiç de soyut değil. Yoksul emekçileri Türk ve Müslüman kimliğine angaje etmek, kışkırtıcılıktır, sahte hedefler imal etmektir ve nefret suçudur. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi başka inançlara karşı kampanya olmaksızın, dinci şovenizmi körüklemeden yapılamaz. Kaldı ki maksat da yeni bir cami alanı bulmak değil, dincilik ve şovenizm yoluyla halkın aklını biraz daha iğfal etmek. Özetle bu büyük, çok büyük suç. 

Tutarlılık, bilgiye ve gerçeğe dayanmak vb. dedik ya yukarıda. Bunların esamesi okunmaz Türkiye gericiliğinde. Ayasofya yeniden ve yeniden yapıldığında Ortadoğu’da İslam henüz doğmamıştı. Dahası Orta Asya’da henüz Orhun yazıtları yazılmamıştı! Gericilik kendini ve haddini bilmemektir.

Elbette Ayasofya insanlığa ait. Yapımındaki ve korunmasındaki büyük el ve kafa emeği insanlığın. Türk ve Müslüman olmakla kendini tanımlayanların Ayasofya’yı sahiplenmeleri ancak bu bütünün parçası olmalarıyla mümkündür ve gerisi palavradır. Yoksa işin içinden çıkılması imkânsız. Düşünsenize, Ayasofya sınıflı toplumlar tarihi boyunca insanlığın imza attığı çoğu kültürel yaratı gibi kendisinden öncekileri ezerek yükselmişti. Tek tanrılı din olarak Hıristiyanlığın bu görkemli tapınağı, çok tanrılı din geçmişinin inkârını ve imhasını da temsil etti. Sütunlarının bazılarının Artemis, Heliopolis ve Baalbek tapınaklarından getirilmesini, eski inançlara hürmet sayan var mıdır, bilmiyorum. Ama aslında Katedral, geçmişte en az kendisi kadar kutsal sayılan bir pagan tapınağının arazisine konmuştu. 

Yani Ayasofya’nın nasıl müslümanların Ayasofya’yı sahiplenebilmelerinin koşulu onu var eden büyük emek ve kültür birikiminin bütünlüğünü algılamaktan geçiyorsa, aynı şey Hıristiyanlar için de geçerlidir. Hıristiyan mabedi 15.yüzyılda kapanmış bir defterdir. Atatürk’ün imza attığı müze kararı da sonraki dönemi, İslamın Hıristiyanlığı ezerek egemenliğini ilan ettiği defteri kapattı. Olaya el koyan laikliktir. 

Devrimler çağının doruğa yükseldiği 20.yüzyılda halk kitlelerinin çıkarı karşılığını laiklikte buldu. Halen geçerli olan bu bağlantı yeniden somut olarak kurulmayı beklemektedir. Bu tarihin herhangi bir momentine geri dönülemez. Yukarıda da söylendiği gibi geri döndürme girişimi insanların bir bölümünün diğerlerinden nefret etmesiyle mümkündür. Bu alçakça kışkırtma olasılığını ancak emekçi kimliğinin birleştiriciliği ortadan kaldırır.  

Kilise ve cami dönemleri bitti. Müzeyi korumak devrimci bir tutumdur. Ama burjuva devrimi çoktan yenilgiye uğradı. Bize bir başka devrim gerek. 

Devrim dediğiniz olgu, adını hak etmek için yaptığı atılımın geri döndürülmesi olasılığını reddetmeli, yasaklamalıdır. Devrim, kapadığı kapının üstüne kırılmaz kilitler asar. Ve devrim halk bu kilitlerin arkasında durduğu ölçüde sürer.
 
O halde bugün sorun Ayasofya’nın ne olup ne olmayacağından önce, halkı laikliğe yeniden kazanmak değil midir? Sağın demagojik oyuncağının tedavüle çıkması laikliğin nasıl yıkıldığını temsil ediyor. Demagoji deyip geçmiyoruz, laiklik yeniden kurulmayı bekliyor. Yoksa zombiler çıkagelir!

Bir kez kapı açılmaya görsün; bütün gericiler oradan geçmek ister. Ermeni kilisesinin AKP ataması bir patriği var. Bu şahıs çıktı “madem tapınacağız, bize de bir yer açın; hem cami hem kilise olsun” dedi. AKP son zamanlarda boşa kürek çekip duruyor her konuda ya; patrik bu beyhudeliğin de takipçisi.  Neyse ki bu kadar saçmalığı dinlerin kardeşliği adına alkışlayacak kimse kalmadı. AKP’li patrik Rum Ortodoksluğunun eski tapınağını, Osmanlı İslam’ının merkezindeki ibadethaneyi, laikliğin müzesini ona buna pazarlama hakkına sahip değil. Fener patriğinin “müze olarak kalmayacaksa bize verin, kilise olsun” demesi ise ironi sanatının dincilerin elinde ne hale geldiğini gösteren en berbat örneklerden biri. Bu dünyada farklı tek tanrılı dinlerin militanlarının birbirlerinin sembollerinin altında ibadet edebilecekleri ütopyası, hiçbir şeyden haberi olmamaktır. Dinlerin militanlarının, 21.yüzyılda sermaye diktatörlüklerinin geri çağırdığı bu zombilerin olağan davranışı birbirini kesmektir. Birbirlerini kesmemelerinin teminatı yalnızca laiklik olabilir. 

Önce tavır alırız. Sınıflı toplumlarda kurumsal dinler egemen sınıfın egemenlik aracı olurlar. Çare dinin kamusal alanın dışına, bireysel alana, vicdan alanına çekilmesini sağlayacak olan bir laik devrimde. Dinciler kamusal, bireysel ve vicdani alanların tanımı konusunda yüzlerce yıl konuştular. Kusura bakmasınlar, tanımları egemenler yani dinciler değil, halk yani laisizm koyacak. Tanım bilime, akla, vicdana, ahlaka uygun olacak. Devrim kendisini koruyacak. Müzelerle oynanması sosyalizmde teklif bile edilemeyecek. 

Aydemir Güler / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder