9 Ekim 2020 Cuma

'AKP'nin Kıbrıs planı Türkiye'yle aynı: İnşaat, müslümanlaştırma ve baskı' (1)-Volkan Algan / SOL

 Kıbrıs'ın kuzeyinde önümüzdeki pazar seçimler var. Adadaki Türkler yeni cumhurbaşkanını seçecek. Seçim sürecinde Kıbrıs kadar Türkiye de tartışılıyor. Uzun yıllardır adayı yakından takip eden emekli diplomat Engin Solakoğlu'na her yönüyle Kıbrıs'ı sorduk.

Kıbrıs Türk halkı önümüzdeki pazar günü yeni cumhurbaşkanını seçecek. Seçimler Doğu Akdeniz'deki uluslararası gerginliğin gölgesinde yapılacak. Çok umutlu olunmasa bile adada yeniden bir çözüm masasının kurulması için taraflar seçim sonrasını işaret ediyor. Sürecin en çok tartışılan başlıklarından birisi Türkiye'nin seçim sürecine müdahaleleri, adaylar arasında açık taraf tutması.

Emekli diplomat ve Dayanışma Meclisi üyesi Engin Solakoğlu adayı uzun yıllardır takip ediyor. "Bir ara sünnetçi gibi elimde çantayla Türkiye’nin çeşitli kurumlarını dolaşıp Kıbrıs anlatmıştım" diyen Solakoğlu'yla adayla ilgili geniş bir söyleşi yaptık. Adanın sorunlarının dününü ve bugününü sorduk, biraz da adalıları, adalı olmayı... 

Yakından ilgilendiğinizi bildiğimiz konuda lk sorumuz çok sade olacak: Kıbrıs Sorunu nedir? 

Filin neresini tuttuğunuza bağlı olarak yanıtı değişecek bir soru bu ama benim öteden beri kullandığım bir tanımla başlayayım: Kıbrıs sorunu, yaklaşık bin yıldır aynı coğrafyaya sığışmaya çalışan iki halkın yaşadığı itişmelerin 9 bin km2’ya sıkıştırılmış bir numunesidir. 

Bu tespitten sonra meseleyi istediğiniz kadar açabilir ve çözümleyebilirsiniz. Sömürgeci miras, 19. yüzyıl milliyetçiliğinin getirdiği etnik/dinsel ayrışma ve çatışma, iki kutuplu dünya, NATO’nun Doğu Akdeniz çıkarları, Adadaki Komünist hareketin gücünün yarattığı kaygı, Türkiye ve Yunanistan’daki yayılmacı şoven rejimler ve bunun Ada’daki yansımaları.

Meselenin uluslararası siyaset ve sınıfsal açıdan çözümlemesini yapan bir çok eser var. Ahmet An’ın eserleri sadece Türkçe okuyanlar için oldukça doyurucudur bana göre.

Benim Kıbrıs meselesine bakışımı bunların ötesinde belirleyen, merakımı uyandıran Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk Halkları. Bakın bu terim bile tartışmalı zira Kıbrıslırum/Kıbrıslıtürk mü diyeceğiz, Kıbrıs Türkü/Kıbrıs Rumu mu, yoksa Kıbrıslı Rum/Kıbrıslı Türk veya Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumu mu, bunlar bile soruna bakışınızla ilgili net fikir verir hale gelmiş. Tıpkı şimdi çok revaçta olan cinsiyet tartışmaları gibi. Ben bunlardan herhangi birini tercih etmeden o sırada hangi terim uygun gelirse onu kullanıyorum.

'Ne güzel misket oynarıdık Rumlarınan' sempatik ama bu kadar basit değil

Kıbrıslı Türk ve Rumlar elbette aynı adada yaşamaktan kaynaklanan kimi ortaklıklara sahipler. Buna karşılık 450 yıl birlikte mi, yoksa yan yana mı yaşadıkları tartışmaya açık bana göre. Kıbrıslı Türk dostlarımdan, tanıdıklarımdan sıkça duyduğum ve açıkçası sempatik bulduğum “E, biz ne güzel pirili (misket) oynarıdık Rumlarınan, Türkiye/Yunanistan/ABD/Emperyalizm geldi da ayrı düşürdü bizi!” cümlesinin tarihin herhangi bir döneminde, ne Kıbrıs Türk, ne de Kıbrıs Rum Halkının bütününü kapsayan bir önerme olduğunu düşünmüyorum. Bir kere sınıflar var iki toplumda da. Osmanlı döneminde Kıbrıs Türkleri’nin bir bölümü yönetici sınıf, bir bölümü yoksul köylü, Rum tarafında da Kilise ağırlıklı bir yönetici sınıf var, tüccar var, köylüler var. Bunlar kendi aralarında dayanışma içinde oldukları kadar, zıtlaşıyorlar da. Karma köylerin varlığı bir gerçek ama başta Lefkoşa olmak üzere kasabalarda ayrı semtlerin varlığı da aynı ölçüde gerçek. Bir başka sosyolojik olgu da karma evliliklere çok nadir rastlanılması.

AKEL'in kilisenin gölgesinde hatta etkisinde kaldığı dönemler var

Tarihe çok dalmadan bugüne yaklaşalım biraz. Adada bir AKEL olgusu var. Bir dönem gerçekten çok etkili ama bizim cenahta fazla idealize edildiği kanısındayım. AKEL’in Güney Kıbrıs’ta son derece etkin olan Kilise’nin ve buna bağlı olarak Yunan Milliyetçiliği’nin gölgesinde hatta etkisinde kaldığı dönemler var. Bu konuda Türkiye Sosyalist hareketinde de ismi bilinen Nazım Beratlı’nın bazı çalışmalarını okudum. İkna edici bulduğumu itiraf etmem gerekir. Benim yaşadığım en somut örnek ise, 2004’deki Annan Planı referandumu. Kıbrıs Türk ve Rum halklarının çözüme en fazla yaklaştıkları aşamada AKEL net bir tavır almaktan çekindi ve çözüm isteyen Kıbrıs Türklerini de hayal kırıklığına uğrattı.

Genel tabloya bakarsak; 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti beş ortaklı bir hilkat garibesidir. Üçü garantör, beş ortağın hiçbiri Cumhuriyetin yaşamasını istemedi, bu yüzden de devlet yaşayacak şekilde kurulmadı, süratle ve elbirliğiyle öldürüldü. Bu bağlamda “Kıbrıs Cumhuriyeti ne güzeldi ama NATO/ABD/İngiltere/EOKA/TMT tarafından yıkıldı” önermesi de sorunlu. Yıkılışın sorumluluğu tek bir aktöre bağlanamayacak kadar karmaşık. Burada sorulması gereken sorulardan biri şu: Kıbrıs’ta halkların kardeşliğine dayanan bir yapı kurulabilseydi ABD’nin de her türlü Ortadoğu operasyonu için kullandığı Birleşik Krallık Egemen Üs Bölgeleri kalır mıydı?

Bugüne biraz daha yaklaşırsak Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs’ı üyeliğe kabul etmesinin çözümü kolaylaştırdığını söylemek mümkün değildir. AB, karmaşık siyasi sorunları çözebilecek bir karar alma mekanizmasına sahip olmadığını defalarca kanıtlamıştır.

Şimdi en baştaki soruya dönebilirim: Kıbrıs Sorunu nedir? Uluslararası dengeler ve kamuoyu bakımından vereceğim ilk yanıt bunun sorun sayılamayacak bir sorun olduğudur. Neden? Bir kere, çok istisnai durumlar dışında 46 yıldır kimsenin burnu kanamıyor. Bulunduğumuz bölgede vahametine göre sorunları sıralarsanız Kıbrıs ilk ona bile giremez. Uluslararası sistemin egemen aktörleri bakımından da ortada ciddiye alınacak bir sorun yoktur. ABD ve İngiliz uçakları üsleri kullanmaktadır. Rusya ve Doğu Avrupa’nın oligarkları Akdeniz sularında ve pek elverişli mali koşullarla serinlemektedir. Türkiye’ye ayrıca değineceğim için şimdi açmıyorum ama her türden yerli ve milli mafyamızın da Kuzey’de keyfi yerindedir. 

Peki Kıbrıs kimin için sorundur? Hiç kuşkusuz öncelikle Kıbrıs Türk Halkı için, daha sonra da, çok daha ihmal edilebilir ölçüde Kıbrıslı Rumlar için. Yok olmaktan kurtarılan Kıbrıslı Türkler’in başka bir şekilde yok olma tehlikesi şiddetlenerek devam etmektedir. Kıbrıs Türk Halkı ne kuş, ne deve bir düzende, garip bir vesayet düzeninde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Yakın zamana kadar özellikle gelecek kaygısı bağlamında Kıbrıslı Türkler için çok üzülüyordum ama son dönemde Türkiye’de yaşananları dikkate alırsak artık bize göre daha kötü durumda olduklarını düşünmüyorum. 

Tüm bu sürece bakınca Türkiye'nin tutarlı bir Kıbrıs politikası olduğunu düşünüyor musunuz?

Kıbrıs meselesi uluslararası ve bölgesel konjonktüre bağlı olarak evrilen bir dinamiğe sahip olduğu için Türkiye’nin politika belirlemesi salt ülkeyi yönetenlerin ya da yönetemeyenlerin inisiyatifine bağlı değil. AKP öncesinde de sonrasında da tutarlılıktan bahsetmek çok güç. Bununla birlikte “Türkiye Kıbrıs’ta ne istiyor?” sorusuna hiçbir dönemde net yanıt veremediğimiz gibi şimdi de veremiyoruz.

Şöyle ki, 1950’lerin başında “Kıbrıs diye bir sorunumuz yoktur” noktasından kısa bir süre sonra 1955’te “Kıbrıs Türktür” diye böğürerek kendi yurttaşlarının canına ve malına kastedilen bir aşamaya gelebiliyorsunuz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında ve sonrasında İsmet Paşalı Türkiye’nin en azından o sırada Kıbrıs Türkleri’nin iki numaralı yetkilisi konumundaki Rauf Denktaş’a “uslu durması” için ciddi şekilde baskı yaptığını, hatta bir dönem Ada’ya dönmesine bile izin vermediğini biliyoruz. Sonra yarım kalan iki harekat girişimi, bir de Erenköy çatışması var. 

1963 ile 1974 arasında yaşanan, Kıbrıslı Türkler bakımından çok acıklı hikayeler var. Bir taraftan Özel Harp taktikleriyle ortadan kaldırılan insanlar, bir taraftan da karşı tarafın faşistlerinin kendi ilericilerine ve Kıbrıs Türkleri’ne yaptıkları.

Derken, 1974. Yunan Faşist cuntasının bir darbe girişiminin ardından Türkiye’nin iki seferde tamamlanan askeri müdahalesi.

Tek örnek Bodrum onu da devlet değil Zeki Müren kalkındırdı

1974’ten sonra farklı bir bağlamda Kuzey’de yaşananlar da bir o kadar üzüntü verici. Kurtarmaya geldiği halkı bezdirmek için ne gerekirse yapan bir Türkiye. Şimdi burada bir durmak gerek. O sırada Türkiye’de devlet kendi vatandaşına çok müşfikti de Kıbrıslı Türklere mi eziyet ediyordu? Ya da kimilerinin iddia ettiği gibi Kuzey Kıbrıs kendisine bağımlı kalsın diye ekonomik kalkınmayı bilerek mi engelledi? Bu soruya en güzel yanıtı 1990’lı yılların ortasında Kıbrıslı Türk bir dostum vermişti: “Türkiye bölgesel kalkınmayı biliyor da yapmıyor değildir. Türkiye’de bölgesel kalkınmanın tek bir örneği vardır, o da Bodrum’dur. Bodrum’u da Devlet değil Zeki Müren kalkındırmıştır!” 

AKP yönetiminin politikalarına gelelim. 2004 sürecinde Annan Planı’na kabul oyu verilmesi için gerek Türkiye’de gerek Ada’da hiçbir “fedakârlıktan” kaçınmayan AKP’nin daha sonra neler yaptığını hep birlikte gördük ve görmeye devam ediyoruz. Aslında AKP, diğer iktidarlar gibi Kıbrıs’ta da, yapmayı en iyi bildiğini, Türkiye’de yaptığını uygulamaya çalışıyor: İnşaat, farklı görüşlerin bastırılması ve kendi meşrebince Müslümanlaştırma.

Bir de diplomatik boyuta değinelim, zaten soru onunla ilgiliydi ama ben anlatmak istediklerimi anlattım fırsattan yararlanarak. Türkiye Kıbrıs’ta federal çözüm mü istiyor, Konfederasyon’dan mı yana, KKTC’nin bağımsızlığının devamını mı arzuluyor, yoksa son kertede Mağusa surlarına bir kez daha bayrak dikmek suretiyle Ada’nın kuzeyini ilhak mı edecek?

Türkiye’nin ne istediğini tartmak güç ama ne istemediğini kesin olarak söyleyebiliriz: KKTC’nin bağımsız bir devlet olması. Diğer sorularda belki bu konuyu biraz daha açabiliriz.

Volkan Algan / SOL

Yarın: Kıbrıs'ta Cumhurbaşkanlığı seçimleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder