26 Kasım 2020 Perşembe

Bir, iki, üç: Daha fazla Vietnam! - HAKAN AYDIN / SOL-Görüş

 

Tarih, devrimcilerin ve komünistlerin önderliğinde örgütlenmiş bir halkın emperyalist mekanizmaları dağıttığını, “yenilmezliğin” yenildiğini göstermiştir.

19. yüzyılın ikinci diliminde; sanayi devriminin ve telgrafın yayılması, petrolün kullanımı, elektrik enerjisi ile kimya alnındaki gelişmelerle birlikte İngiliz ekonomik egemenliği Latin Amerika’ya girmişti. İngiltere; demiryolu ve buharlı gemilerle geldikleri Latin Amerika’yı demir, karbon, çelik ve inşaat sözleşmeleriyle kendine bağladı. Demiryolu, ticaret, maden ve bankacılık gibi dinamik sektörleri bu şekilde ele geçirdi. Devletlere verilen borçlar ve ithal ürünlere bağımlılık arttırıldı, girdikleri ülkelerin borçlarının katlanması sağlandı. 

Kapitalist ekonomideki gelişme tarım ve madencilik alanındaki yabancı sermaye yatırımları ile gerçekleşti. Mevsimsel tarım üretimi ile Tropikal tarım üretimi ve maden üretimleri yabancı sermayenin kontrolündeydi. Tarımın bir kısmı “Latifundio” denilen egemen sınıfın elindeki geniş topraklarla, “Minifundio” denilen küçük çiftlikler eliyle yürütülse de; Minifundiolar, üretimlerine çok düşük fiyatlar veren egemen sınıflar tarafından iflasa sürüklenerek yutuluyordu. Böylece; halkın büyük bir çoğunluğu patronlara hizmet etmek üzere ucuz iş gücü ya da büyük toprak sahiplerinin topraklarında kiracı haline getiriliyordu. 

Liberal reformlarla kölelik biçimsel olarak kaldırılmış olsa da yoksullaşan halkın “özgür” köleliği hâkim kılınıyordu. Halkın çalışma isteğini “teşvik” etmek üzere; uzak doğudan bilfiil köle olan insanlar yedek işgücünü artırmak için getiriliyordu. Köle göçmenler, ayrıca toplumun demografik yapısının değiştirilmesi, kültürel benzerliklerin kırılması ve yeni bir kültür yaratılması için kullanılıyordu. 

Latin Amerika’da İngiltere ile gelişmeye başlayan emperyalizm; Almanya, Fransa, Belçika ve ABD’nin mal ve para ihracatına dayalı ticari ilişkileri ile büyüyordu. Yeni “bağımsız” devletleri uzun dönemli borçlarla yönetme süreci başlamıştı. Kıta devletlerinin, vadesi gelen borçlarını ödeyememeleri halinde yönetimin değiştirilmesi ya da belirlenen toprakların çeşitli yatırımlarda kullanılmak üzere alacaklı ülkelerin sermaye gruplarına devredilmesi sağlanabiliyordu. Milyonlarca hektarlık topraklarda bulunan ormanlar kesiliyor, sular tüketiliyor, topraklar çölleşene kadar hem yeraltından hem de yer üstünden kemiriliyordu. 

1830’da hayatını kaybeden “Kurtarıcıların kurtarıcısı” Simon Bolivar ile 1824 tarihinde Fransa’ya sürgüne gönderilerek 1850 yılında sürgünde hayatını kaybeden “Güneyin büyük kurtarıcısı” Jose de San Martin’in mücadele ettiği eski tip sömürgecilik biçim değiştiriyordu. Kapitalizmin kıtadaki gelişimi emperyalizmi, emperyalizm ise yavaş yavaş ABD’nin hamiliğini doğuruyordu. Emperyalizmin kıtadaki gelişim sürecini Küba’nın ‘Havari’si, Jose Marti yorumlamaya çalışacaktı. 

Jose Marti, Meksika’da Diaz Rejimine karşı köylü mücadelesi ile ABD’nin bu ülke üzerindeki etkinliği konusunda epeyce kafa yormuştur. Bunun yanı sıra; Guatemala ve Venezuela’ya yönelik doğrudan ABD askeri müdahalelerini emperyalizmin ilk işaretleri olarak görmüştür. Tespiti yerindedir: “Latin Amerika’nın en özgür ve refah içindeki halkları ABD’den uzak duranlardır.”

Jose Marti, Latin Amerika’nın tarihsel liderlerinden çok farklıydı. O, daha 17 yaşındayken siyasete girmişti. Hemen ardından 6 yıl boyunca ağır çalışma koşullarına mahkûm edilmişti. Küba Özgürlük Partisi’ni emperyalizme karşı mücadeleyi toparlamak için kurmuştu. ABD emperyalizmine karşı düşlediği devrimin aydını, emekçisi ve savaşçısıydı. Havariliği buradan geliyordu. 1895 yılında; Dominik’te, Maximo Gomez ile birlikte ‘Montecristi Manifestosu’nu yazarken emperyalizmi ve ona karşı savaşı işaret ettiler. Küba’ya döndüler ve bu savaşın stratejisini çizdiler. 

Jose Marti, 14 Mayıs 1895’te “Kurtarıcı Ordu’nun Subay ve Şeflerine Genelge” adındaki bildiriyi yayınladıktan sadece beş gün sonra İspanyol askerleri tarafından kurulan pusuda vatansever yoldaşları ile birlikte can verdi. 1876 yılının Aralık ayında yazdığı şu cümlelerde geleceği işaret etmişti: “Hâlâ bir devrime ihtiyaç var ki; onu, başkan kendi şefleri için yapmayacak. Barışçıl tüm insanlar ayaklanacak ve bir seferliğine asker olacak. Bir daha geri gelmesinler diye…” 

Meksika Devrimi

1876-1910 yılları arasında Meksika’yı yöneten Porfirio Diaz; 9 milyon köylüyü yersiz yurtsuz bırakarak, bu toprakları tarım, maden ve ticaret girişimleri için ABD’li şirketlere peşkeş çekti. Topraklar yabancı sermayelerin işletmesine, halk ise açlığa terkedildi. Meksika’nın başında olduğu dönem korkunç bir yıkımdı. Açlık ve yokluğun başkaldırı tehdidi olduğunu bilirlerdi. Diaz’ın ordusu, olası bir devrim tehdidini bertaraf edebilmek için zaman zaman kitlesel kıyımlar yaptı.  

ABD şirketleri tarafından kurulan fabrikalarda yoğunlaşan insanlık dışı uygulamalar sonucunda; 1905 yılında başlayan işçi sınıfı grevleri ile köylü protestoları Diaz’ın diktatörlüğünü sarsmaya başladı. 1909 yılına gelindiğinde; büyük toprak sahibi bir ailenin üyesi olan Francisco Madero, Diaz’a karşı geniş bir muhalefet cephesi oluşturma iddiasındaydı, tutuklanarak hapse atıldı. Nasıl olduğu belirsiz bir şekilde hapisten kaçmayı başardı. 

Ülkenin ABD sınırında Françisco “Panço” Villa ile başkent Meksiko yakınlarındaki köylerde Emiliano Zapata köylüleri silahlandırıyordu. Madero ülkenin kuzeyinden girerek halka silahlanma çağrısı yaptı. Çağrı süreçle örtüşüyordu. Silahlanan halk kitleleri ile birlikte başkent Meksiko’ya girdi. Diaz, Fransa’ya kaçıp hayatını kurtaracak zamanı bulabilmişti. 

Modero, sosyal demokrat tavrıyla; iktidara gelir gelmez, kendisini iktidara taşıyanları ve bu arada Zapata’nın komutasındaki silahlı köylüleri silahsızlandırdı. Ardından; ABD’li petrol şirketlerinin vergilerini düşürdü ve köylüye dağıtılan toprakların bir kısmını köylüden geri aldı. Köylüler yeniden ayaklanmak üzereyken, Venustiano Carranza bir darbe ile iktidara geçti ve Modero’yu kurşuna dizdirdi. Seremoni, köylülerce inandırıcı bulunmamıştı. 

Yeniden silahlanan Emiliano Zapata ve Panço Villa; büyük topraklara el koyarak, köylülere yeniden dağıttı. Panço Villa, hâkimiyet bölgesindeki ABD şirketlerinin tren ve demiryolu hatlarına el koyarak silahlı köylüleri trenlerle başkente taşıdı. 1914 yılında Panço Villa ve Emiliano Zapata birlikleri başkent Meksiko’ya girerken, Carranza ABD’ye kaçtı.

Geçmiş Latin Amerika halk hareketleri içerisinde en uzun süren ve iç içe geçmiş birçok devrimi halkın silahlı şiddetiyle gerçekleştiren Meksika’da yönetim halkın elindeydi. Meksika Devrimi, çoğu eksikli ve gedikli de olsa; Şili, Paraguay, Guatemala ve Paraguay devrimlerinin ruhu oldu. ABD emperyalizminin ilk yenilgisidir. 

Küba Devrimi ve ABD’nin Domuzlar Körfezi Çıkarması


Küba’nın başındaki Batista; kendi diktatörlüğünü, geniş siyasal kesimlerle kurduğu çıkar ortaklığıyla koruyordu. Yaygın rüşvet ağı rejimin temel karakteriydi. Küba, ABD’nin para aklama merkezine dönüşmüştü. Kumar (şans oyunları diyelim!), fuhuş ve uyuşturucu tarım üretiminden daha önemliydi. 

Batista’nın güvenlik teşkilatlarının nasıl çalışacağı ABD’li danışmanlar tarafından belirleniyordu. Basın yayın tekeli ile birlikte genişletilmiş sansür Batista’nın, ekonomideki tüm kilit sektörler ise ABD’li şirketlerin denetimindeydi. Küba,1955 yılı itibariyle Latin Amerika’da doğrudan ABD yatırımları açısından üçüncü sırada yer alıyordu. Kübalı işçilerin yüzde 90’ından fazlası ABD’ye bağlı yan şirketlerde çalışıyordu. Bu şirketler ise donanım ve malzeme açısından ABD’deki şirketlere bağımlıydı. Ülkedeki küçük yerli üretici, yabancı rekabet karşısında korumaya sahip değildi. ABD sermayesine tanınan ithalat özgürlüğü karşısında yerli üreticilerin yaşama şansı kalmamıştı. Turizm sektörü ABD eliyle gelişiyor, bu gelişme yolsuzluklarla el ele gidiyordu. 


Fidel Castro ve sürgündeki arkadaşları, Meksika’da Latin Amerikan’nın her yerinden gelen devrimcilerle bir araya geldi. Meksika devriminin kazanımları ile Guatemala devriminin hatalarını birlikte değerlendirdiler. Castro; Jose Marti ve Maximo Gomez’in takipçisi olacak bir ideolojik hat kurmuştu. Batista’nın düşmanlığını kazanan kesimlerle işbirliği geliştirip silahlı bir ayaklanmayla diktatörlüğü devirmeyi hedefliyordu. 

26 Temmuz 1953’te Moncada Kışlası baskını ile mücadeleye başlayan Fidel Castro ve yoldaşları; düşerek, kalkarak, köylü ve emekçilerin desteği ile büyüyerek kazandı. 1 Ocak 1959’da Havana’ya giren gerilla kolları Küba Devrimi’ni ilan etti. Fulgencio Batista Zaldívar, yurt dışına kaçtı. İspanya Hayat Sigortası şirketinde yönetim kurulu başkanı oldu.

Diktatörlük yıkılmıştı ancak Küba’nın zenginleri ile mülk sahibi küçük burjuvalar yeni devrimci politikalardan rahatsızlardı. Yaklaşık bir milyon kişi olarak Küba’yı terk ettiler. Birçoğu ABD’ye kabul edildi.

1959 yılında çıkarılan toprak reformu yasası ile kooperatifleşmeler ABD şirketlerini rahatsız etmeye başladı. Devrim, halkın en temel ihtiyaçlarını inşa etmeye başladı, telefon ve elektrik fiyatlarını yok denecek seviyelere indirdi. Kent reformu yoluyla kiraları düşürdü, istemeyenlerin evlerinden taşınmaya zorlanmayacağını ilan etti, arsa rantının önünü kesti. 

ABD, sosyalizmin ayak seslerini duydu ve bunun, kendilerine karşı bir meydan okuma olduğunu kabul etti. 3 Ocak 1961’de büyükelçisini çekti, vatandaşlarının Küba’ya gitmesini yasakladı. 19 Ocak 1961’de Küba’yı istila etmeye karar verdi. Devrimden sonra Küba’yı terk ederek ABD’ye yerleşen göçmenlerin içerisinden eski asker, politikacı ya da kilise unsurlarını “Devrimci Demokratik Cephe” adını verdiği kontrgerilla gruplarında topladı. “Kübalı’ların Küba’yı kurtaracağı” hikâyesi yazılacaktı. Bu grupların bir kısmının, CIA yönetiminde adaya sızmasını sağladı ancak bunlar, Küba yönetimi tarafından ele geçirildi. Bunun üzerine; ABD, büyük operasyona karar verdi: “Domuzlar Körfezi Çıkarması”

Operasyon 15 Şubat’ta başladı. Küba’nın hava desteğinin kesilmesi için üç önemli havalimanı ABD uçakları tarafından vuruldu. Küba yönetimi, 16 Şubat’ta adaya yeni sızmalar olduğunu belirledi ve bu emperyalist istila girişimini ikinci kez Birleşmiş Milletler’e şikâyet ettikten sonra 35 bin asker ve 200 bin milisle ülke savunmasına çekildi.

17 Şubat günü; 1.500’den fazla ağır silahlı ve özel eğitim görmüş karşı devrimci; 5 gemi, 15 çıkarma teknesi, 5 tank, kamyonlar, toplar ve 16 tane B-26 bombardıman uçağının desteğiyle Giron sahiline çıkarma harekâtı başlattı. ABD’yi burada; Camilo Cienfuegos’un komutasındaki tabur karşıladı. Fidel Castro, Doğu cephesinde; Raul Castro, Batı cephesinde devrimci silahlı kuvvetlerin başındaydı. 66 gün süren muharebelerde; Küba Devrimci Silahlı Kuvvetleri, özgür insanlar gibi savaştı ve muharebeyi zaferle noktaladı. 

CIA’nın “tüm gücümüzle saldıralım!” önerisini reddeden Kennedy hükümeti, ABD’nin istila girişimdeki sorumluluğunu ve yenilgiyi kabul etti. ABD emperyalizminin ikinci yenilgisidir.

ABD’ye Karşı Direniş Savaşından Çinhindi Devrimlerine   

Vietnam, Kamboçya ve Laos’u kapsayan Fransız Çinhindi sömürüsüne karşı mücadele sürerken 2. Dünya Savaşı’nın başında Japon işgaline karşı ikinci cephe açıldı. 1944 ve 1945’te yaşanan büyük kıtlık bu mücadeleyi belirgin şekilde yükseltince; Hanoi’yi ele geçiren Ho Chi Minh önderliğindeki Viet Minh birlikleri, 1945’te Vietnam Demokratik Cumhuriyeti ile Ağustos Devrimi’ni ilan etti. 

Fransız emperyalizminin bağımsızlığı red ederek, 1946 yılında açık işgale girişmesi ile Vietnamlıların Fransız Savaşı olarak andıkları Birinci Çinhindi Savaşı başladı. Fransa’nın silah desteği ABD tarafından “Truman Domino Teorisi” gereğince sağlanıyordu. 1954’te Fransız ordusu kesin olarak yenilgiye uğratıldı ancak yaşananlar emperyalizmin son müdahalesi olmayacaktı. Aynı yıl düzenlenen Cenevre Konferansı’nda, Vietnam’ı 17’nci paralelden “geçici olarak” ikiye ayırıldı. Diğer yandan; bağımsız Kuzey Vietnam, bütün dünyaya kabul ettirilmişti. Bir yıl sonra yapılacak seçimler ile Güney Vietnam ile birleşilecekti. Güneydeki ABD işbirlikçisi yönetim, birleşmeden önce siyasi muhaliflerini yani komünistleri ezmeye yöneldi ve kendi “bağımsızlığını” ilan etti. Buna karşılık olarak; ülkenin güneyinde örgütlenen Viet Conglar (Ulusal Kurtuluş Cephesi), kuzeydeki komünistlerin de desteğini alarak ABD emperyalizminin ülkeyi terk etmesini istedi. 

ABD, yıllardır Fransa’ya yaptığı silah desteğinin karşılığını almak ve SSCB etrafında gelişmekte olan komünist ağı kırmak (Truman Domino Teorisi) üzere bölgede askeri güç biriktirmeye başladı. Vietnam ve çevresini yutacağına kanaat getirdiğinde “düzmece” bir olay icat etti: “Tonkin Körfezi’nde Kuzey Vietnam hücumbotları bir ABD muhribine saldırdı!” ABD kongresi, 1964 yılında, hem güneydeki Viet Cong’lara hem de kuzeydeki Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’ne karşı savaş kararını almıştı.  

ABD, bu savaşı; sivil katliamlardan, kadınlara öldürdükten sonra tecavüz etmeye; savaş esirleri üzerinde işkence yöntemleri geliştirmekten, “serbest atış bölgeleri” belirleyerek askerlere dilediği gibi adam öldürme hakkı vermeye kadar tarifsiz insanlık suçları işleyerek sürdürdü. Kendi askeri gücüne dâhil olan Güney Vietnamlılar ile Güney Korelileri bu suçları işlerken kullandı. Kimyasal yağmurlarla Vietnam’ı, Kamboçya’yı ve Laos’u yıkadı. Napalm bombaları ile ormanları yaktı, tarım alanlarını kullanılamaz hale getirdi. Bölgeye 7 milyon tondan fazla bomba attı. Vietnamlıların Direniş Savaşı veya Amerikan Savaşı olarak andıkları bu savaş; 4 milyon insanın ölümüne ve bir o kadar insanın da yaralanmasına ya da sakat kalmasına sebep oldu. Emperyalist vahşetin etkileri yıllarca sürdü.   

Ekonomik güç, uluslararası işbirlikleri ve teknolojik üstünlüğe rağmen; 27 Ocak 1973 tarihinde Paris’te imzalanan ateşkes ile ABD Vietnam’da yenildiğini kabul etti. Emperyalist müdahaleler sonucu 1945 yılında başlayan bu olağanüstü direniş; Vietnam, Kamboçya ve Laos’ta sosyalist iktidarları getirdi. ABD emperyalizminin üçüncü yenilgisidir.

İnsan algısının yönetimi, emperyalizmin uzman yetiştirdiği özel alanlardandır. Algı oyunları ile hedefte olan bireylerin, grupların ya da toplumların düşüncelerinin istenilen biçimde yönlendirilmesi, emperyalizmin dünya genelinde uyguladığı yaygın bir durumdur. Hollywood’un ürettiği “Rambo” serisi gibi filmler, emperyalizmin yenilebileceği düşüncesini ortadan kaldırmak üzere tasarlanmış algı çalışmalarının en basit örnekleridir. En gelişkin örneği ise “demokrasinin” önemi üzerine kurgulanır. Yerli işbirlikçiler, bu demokrasinin hizmetkârlarıdır. Düzen değişmez, kimin yöneteceği de! Nasıl yönetileceği üzerine beyin yakan tartışmalar, tanıtımlar, öneriler, yayınlar, yazınlar… üretilir. 

Emperyalizm; özellikle SSCB’nin yıkılmasından sonra açığa çıkan, dünyadaki dengesizliği denetim altına almak için çaba gösteriyor. Varlığının biricik teminatı olan kapitalizmin yarattığı kontrolsüz üretimin, aşırı birikiminin, servet eşitsizliğinin getirdiği krizleri denetim altına almak için çaba gösteriyor. Tüm dünyada işleyen sistemin basit bir sömürü çarkından ibaret olduğunu saklamak için çaba gösteriyor. Bu büyük mekanizma için en çok algı yönetimine ihtiyaç duyuyor.  

Diğer yandan; tarih, devrimcilerin ve komünistlerin önderliğinde örgütlenmiş bir halkın emperyalist mekanizmaları dağıttığını, “yenilmezliğin” yenildiğini göstermiştir. Bunu anlamak için algı yönetimine ihtiyaç yoktur. Biraz eğitim, iki satır da okuma kültürü edinmek yeterlidir. 

Emperyalizmi çok iyi tanıyoruz. Daha önce yendik, yine yeneriz!

Bir, iki, üç: Daha fazla Vietnam!


HAKAN AYDIN / SOL-Görüş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder