Bu yorulmak bilmeyen gazeteci 1950’de genç denebilecek bir yaşta göçüp gidiyor. Galiba 'hep gazeteci' biraz da böyle olunuyor…
Yazmadan duramayanlardan.
Biz onu Seyyare-i Yeni Dünya’dan tanıyoruz… Çoğunluğumuz için yalnızca bundan ibaret.
Kuvayı Seyyare’nin büyük komutanı Çerkes Ethem Bey’in mali desteği ile Eskişehir’de 30 Ağustos 1920’de yayın hayatına başlayan gazete… Ekim 1917’de edindiği yeni haliyle, yenice tanıştığımız Kuzey komşumuzun, “Dünyanın Bütün İşçileri Birleşiniz” dileğinden esinlenerek kopyaladığımız o büyük ve harikulade hayalin özeti olmalı Seyyare-i Yeni Dünya’nın serlevhasının hemen altında çakılı olan yeni dünya dileği: “Dünyanın Fukara-i Kâsibesi Birleşiniz.”
Seyyare-i Yeni Dünya’ya değineceğim elbette ama sırayla gitsek diyorum. Önce şunu belirtmeliyim, Arif Oruç hüdayi nabit değil. Birden zuhur edip birden sır olup gitmiş hiç değil. Öncesi ve sonrası var. Az biliniyor ama var:
Babası Kürt illerinden, Annesi suyun öte yakasından. 1896 doğumlu. 1913’te Tanin Gazetesinde başlamış muhabirliğe ve yazmaya. Sonra hep yazmış. Doğuştan gazeteci tanımın hak edenlerden olmalı. 1913’te yirmi yaşında iken Ünlü İttihatçı Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tanin gazetesinde muhabir olarak başlamış gazetecilik serüvenine. Bir yıl geçmeden Sabah gazetesi adına gittiği Sofya’da yayınlanmakta olan ve Türk Sadası adını taşıyan gazetenin başyazarı olmuş. Burada iken ölümüne kadar yolları sıkça kesişecek, yaşamında önemli bir yer işgal edecek olan Sofya Elçisi Fethi Okyar ve Askeri Ateşe Mustafa Kemal ile tanışmakla kalmamış onlarla yakın bir dostluk kurmuş.
Sonra Birinci Büyük Savaş… Mütareke ve ardından İzmir’in işgali. Şimdi 1919 ve Tasviri Efkâr adına savaş muhabiri olarak İzmir’deyiz… Yunan işgal ordusunun kente girişini, yapılan zülüm ve çapulları yazıyor İstanbul’daki gazetesine. Aydın Zeybekler Cephesi’nde gez, göz arpacık öylesine ayrıntılı haber geçiyor. Demirci Mehmet Efe’yi anlatıyor. Tefrika gibi…
Şimdi “tefrika” dedim ya, Arif Oruç’un en az bilinen yanı olmalı tefrika romancılığı. Ölümüne kadar geçen sürede 35 adet, yazıyla otuz beş, roman yazdığını bilir miydiniz? Ne yalan söylemeli ben, bırakın otuz beşi, roman yazdığını dahi bilmiyordum.
Öğrendim. Evet, 35 adet roman yazmış. Bunların çoğunluğunu da “Ayhan” müstear adıyla Son Saat, Vakit, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde tefrika olarak yayınlamış. Şimdi ben bunları yazdım ya, büyük bir ihtimalle merak etmişsinizdir bunların hiç değilse üç beşinin adını.
Birinin adı çok uzun ve şöyle: “Abdülaziz’in Malum Şekilde İntiharını Müteakip Osmanlı Hürriyetperverleri Karşısında Osmanlı Kızıl Sultanı Abdülhamit.” Bir diğeri, “Tepedelenli Ali Paşa ve Vasiliki.” Evet… Bir de “Çırağan Sarayı Baskını Mithat Paşa” diyelim ve tadında bırakalım!
Arif Oruç yerinde duramıyor. Çerkes Ethem Bey’in gerillalarının merkez karargahının bulunduğu Eskişehir’e geliyor. 1920 yılındayız. Ethem Bey hatıralarında Arif Oruç’la nasıl tanıştığını anlatıyor. “Onu” diyor “Kuvay-ı Seyyare saflarında buldum. Bu genç çok vatanperver ve hamiyetli idi. Aynı zamanda fikir hürriyetine sahip bir gazeteci idi.”
Ağustos 1920 günlerindeyiz. Ethem Bey’den, bu genç gazeteciye hem para yardımı yaptığını, hem de Eskişehir’de o günün koşullarına göre mükemmel donatılmış bir matbaayı satın alarak kendisine verdiğini öğreniyoruz hatıratlarından. Seyyare-i Yeni Dünya burada basılıyor. Bu aynı zamanda Ethem Bey’in de üyesi olduğu islamik bolşevik Yeşil Ordu Cemiyeti’nin bir yayın organına sahip olması anlamına gelmektedir. Arif Oruç’un başyazarlığını yaptığı gazetenin adının Baku’da Mustafa Suphi’nin yayınladığı “Yeni Dünya” ile eşleşmesini rastlantı olarak görmemeliyiz. “Seyyare” ise Arif Oruç’un ilavesidir ve çok açık, doğrudan Ethem Bey’in gerillaları, Kuvay-i Seyyarenin “Seyyare” sine işaret etmektedir.
Sol rüzgarların estiği Ankara günlerindeyiz. “Ne bekliyoruz, haydin Bolşevik olalım” günlerinden geçiyoruz. Tam o günlerde Ankara’da resmi Komünist Partisi kurulur. Ankara Bolşevik olur! Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşları partiye üye olurken sıra yayın organı teminine gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa Ethem Bey’i “yoldaş” ilan ederek hem kurdurduğu Komünist Partiye davet eden, hem de Seyyare-i Yeni Dünya’nın Ankara’ya taşınmasını dileyen mektubunu yazar. Gazeteye yönelik temennisi şöyledir:
“…Eskişehir’de çıkan Yeni Dünya gazetesinin bundan sonra Ankara’da çıkarılmasını biz arkadaşlar pek münasip bulmaktayız” dedikten sonra, Üçüncü Enternasyonale bağlı bir Komünist partisi kurduklarını kendisinin ve Refet Bey”in de partiye üye olduklarını” belirtir. Bu arada Ethem Bey mektuptan kendisinin de parti üyesi yapıldığını öğrenir. Mustafa Kemal Paşa sözü matbaaya getirir ve “hemen Ankara’ya nakline müsaade buyurunuz ” dedikten sonra “Sıhhat ve afiyet muhterem yoldaş” diyerek bitirir.
Arif Oruç itiraz ediyor. Ethem Bey dinlemiyor. Matbaa, gazete ve Arif Oruç Ankara’ya taşınıyor.
Rahat durmuyor. Ankara’ya gelir gelmez resmi TKP nin sözcülüğünü yapan Yunus Nadi ile sert bir tartışmaya girişiyor. Bunlardan biri Üçüncü Enternasyonal üzerinedir. Yunus Nadi, sahibi olduğu ve “solcu” olarak bilinen Yeni Gün gazetesinde Üçüncü Enternasyonal Beyannamesini hayli eksikli olarak yayınlayınca Arif Oruç itiraz edip onu kınıyor. Yunus Nadi “yayın politikalarına uymayan bölümleri çıkarmada özgür olduklarını “söyleyerek savunmaya geçince Arif Oruç beyannamenin tümünü gazetesinde yayınlayarak tutuklanmasına kadar sürecek tartışmaların kapısını açmış oluyor.
Üç ay sonra olmalı, Ocak 1921 başında Ankara, Ethem Bey’e yönelik askeri harekâtı başlattığında, Arif Oruç Yeni Dünya aracılığıyla Eskişehir demiryolu işçilerine Ethem Bey’e karşı asker sevkiyat yapan trenin durdurulması için grev çağrısı yapıyor.
Sonrasında olacak olan oluyor!
Bir yandan Kuvay-ı Seyyare dağıtılırken öte yandan Seyyar-i Yeni Dünya kapatılıyor. Matbaa mı? Yerle bir ediliyor. Arif Oruç tutuklanıyor.
1921 Mayıs’ında Türkiye Halk İştirakiyyun Partisi (THİF) yöneticileri ile birlikte yargılandığı davada tutukluluğu kaldırılarak sürgün cezasına çarptırılıyor Arif Oruç. Sakarya Savaşı zaferi nedeniyle çıkarılan genel aftan sonra bu defa onu Tokat Milletvekili komünist Nazım (resmor) ile birlikte Yeni Hayat dergisinde görüyoruz. Yeni Hayat’ın başlığının altındaki “Bütün Dünyanın Emekçileri ve Mazlum Halkları Birleşiniz” yazısı bize derginin eğilimine işaret ediyor. Derginin imtiyaz sahibi ve düzenli yazarlarından biri Arif Oruç. Bu arada bizim Nazım’ın, Nazım Hikmet’in Moskova’dan gönderdiği bazı şiirlerinin de burada yayınlandığını belirtmek yerinde olacaktır.
Ömrü uzun olmuyor Yeni Hayat’ın. Nizamettin Nazif bir yazı yazıyor. Buyurun bakalım başlığı ne olsa beğenirsiniz : “Başvekilin Ense Köküne Bir Şaplak!” Evet, başvekil dediği de Rauf Orbay… Zaten bahane aranıyor. Dergi kapatılıyor.
Sonra Emek, Arkadaş ve Milli Mücadele sonrasında Yeni Turan gazetesi… Yeni Turan Gazetesi 1926 İzmir Suikastı ile ilişkilendirilerek kapatılırken Arif Oruç tutuklanıyor. Uzun sürmüyor, aklanıyor, bu “ip”ten döndüğü anlamına geliyor.
“İp”in sallantılı hayali zihninde kalmış olmalı ki üç yıl boyunca gazeteciliğe ara veriyor. Tarih ağırlıklı tefrika romanlara hız vermesi bu döneme rastlıyor. Geçimini bu yoldan sağlıyor. Ne ki kanına işlemiş gazetecilik. Duramıyor. 1929’da “Yarın” gazetesini çıkarmaya başlıyor.
Tam boy İsmet Paşa karşıtıdır. Bu arada Mustafa Kemal Paşa, halkın yönetime karşı, bu İsmet Paşa demektir, “hissiyatını” ölçmek için olmalı bir parti daha kurma ihtiyacını duyuyor. 1930’un Ağustos ayında Fethi Okyar’ı yanına çağıran Mustafa Kemal Paşa ona kuracağı partinin adının yanı sıra yeterli sayıda milletvekili vererek partiyi kurdurtuyor: Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF).
Arif Oruç, İsmet Paşa döneminde çeşitli çevrelerce yapıldığı iddia edilen yolsuzluk ve usulsüzlükleri gazetesine taşıyor. Fethi Okyar dur, mur, muhalifliğin de bir sınırı var, bu kadarı fazla dese de Arif Oruç durdurulamıyor. Her gün bir yolsuzluğa işaret ediyor. Partinin kurucularından ve sözcülerinden biri olan Ahmet Ağaoğlu, Yarın gazetesinin partinin yayın organıymış gibi davranmasından o kadar çok bezmiş olmalı ki Arif Oruç’u Mustafa Kemal Paşa’ya şikayet ettiği gibi, partiden dahi istifa etmeyi düşünmeğe başladığını yazıyor hatıralarında. Ağaoğlu’nun istifasına gerek kalmıyor. Aynı yılın Kasım ayında SCF kapatılıyor ama Arif Oruç kapatılamıyor! Kimi mahfillerde İsmet Paşa’nın ve hükümete yönelik eleştirilerden Mustafa Kemal Paşa’nın memnuniyetini gizleyemediğini ve el altından Arif Oruç’u desteklediği konuşuluyor.
Arif Oruç’un muhalefet dozu ve temposu bilhassa yiyicilikle suçladığı hükümet üyelerini, kimi milletvekilleri ve bürokrat takımını çileden çıkartıyor. Mayıs 1930’da tutuklanıyor. Gazete geçici olarak kapatılıyor ve para cezasına çarptırılıyor. Bir ay kadar sonra tahliye oluyor. Ancak Arif Oruç durdurulası değil. En sonunda İzmit Valisi ile ilgili yaptığı bir haber nedeniyle bir kez daha tutuklanıyor ve bu defa gazetesi Yarın süresiz kapatılıyor.
Yatıyor. Çıkıyor. Durdurulamıyor. İlla yazacak!
1932’de tahliye oluyor. “Vatandaşın Birinci Hürriyeti” adını taşıyan kitabını yazıyor. Kitabın piyasaya çıkmasıyla birlikte peşine düşülüyor. Bulgaristan’a kaçıyor. Bulgar hükümetinden iadesi istenince Yugoslavya’ya geçiyor. Türkiye’ye döndüğü 1937 yılında, bunu ben de anlayabilmiş değilim, idamla yargılanıyor ve beraat ediyor.
Bu yorulmak bilmeyen gazeteci 1950’de genç denebilecek bir yaşta göçüp gidiyor. Galiba “hep gazeteci” biraz da böyle olunuyor…
Mehmet Bozkurt / SOL
Kaynaklar:
Mete Tunçay, Arif Oruç’un Yarın’ı(1933) İletişim Yayınları,1991
Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar, Bilgi Yayınevi,1978
Çerkes Ethem’in Ele Geçen Hatıraları, Dünya Matbaası,1962
Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları,İletişim Yayınları,1994
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder