8 Mayıs 2021 Cumartesi

ABD İran ile neden uzlaşma eğilimi gösteriyor? - Erhan Nalçacı / SOL

Şimdi ne oldu, yoksa liberallerin Biden hakkında söyledikleri doğru muydu? Yoksa Biden, ABD tekellerinin bir araççığı değil de ilkeleri olan gerçek bir 'demokrat' mıydı? 


ABD ile İran arasında nükleer anlaşma ile ilgili görüşmelerde bir uzlaşma eğilimi belirdi. Viyana’da halen süren görüşmelerde ABD ile İran heyetinin bir araya geldiği sanılmasın. Görüşme İran ile önceki anlaşmanın tarafları olan Fransa, İngiltere, Rusya, Çin ve Almanya tarafından yürütülüyor. ABD heyeti yandaki otelde kalıyor(!) ve mekik diplomasisi aracılığı ile görüşmeler ağır aksak ilerliyor. 

2015’te ABD’nin de içinde olduğu heyet uzun bir baskı ve restleşme dönemi sonrası İran ile anlaşmayı imzalamıştı. Anlaşmanın esas amacı, İran’ın nükleer enerjiden yararlanması ama nükleer silah üretmesinin engelleyecek önlemlerin alınmasıydı. Anlaşmanın bu yazıya sığmayacak birçok maddesi var ama en önemlisi uranyumun zenginleştirilmesinin %3,67’yi geçmemesiydi. Nükleer silah için uranyumun %90 civarında zenginleştirilmesi gerekiyor.

Bu tipik bir emperyalist barış anlaşmasıydı. Batı sermayesi yaptırımların kaldırılmasından sonra İran pazarına girebilecek, İsrail’in güvenliği sağlanacak, İran’ın uluslararası pazara erişim mümkün olacaktı.

İran nükleer araştırma tesisleri

Yeşil olanlar uranyum madenlerini, atom işaretleri uranyum zenginleştirme tesislerini (Natanz bunların başında geliyor), kırmızılar uranyum işleme tesislerini, sarılar ise araştırma reaktörlerini gösteriyor.















Ancak Trump 2017’de yönetime gelir gelmez tek taraflı olarak anlaşmadan çekildi. Tekrar çok ağır bir ambargo uygulamaya başladılar. İran ekonomik olarak kıstırıldı ve muhtemelen iç çelişkiler kışkırtıldı, buradan bir kaos üretilmeye çalışıldı. Öyle oldu ki pandeminin en ağır koşularında ilaç ve solunum cihazı gibi insani gereksinimler için bile ambargo gevşetilmedi.

İran diğer ülkeleri sıkıştırmak için uranyumu zenginleştirme işlemlerine yeniden başladı ve söylendiğine göre %60’a kadar ulaştı. Buna karşılık İsrail’in suikast ve sabotajları ile karşılaştı. En son Natanz kentindeki Uranyum Zenginleştirme Tesisine bir siber sabotaj yapıldı.

İşte şimdi bu koşullarda Biden yönetimi tekrar bir anlaşma olanağı arıyor ve bazı iyi niyet gösterileri yapıyor. Örneğin, İran’ın haydutça bloke edilmiş 7 milyar dolarının parça parça ve koşullu olarak serbest bırakılması söz konusu.

Şimdi ne oldu, yoksa liberallerin Biden hakkında söyledikleri doğru muydu?

Yoksa Biden, ABD tekellerinin bir araççığı değil de ilkeleri olan gerçek bir “demokrat” mıydı?

Bu yüzden kısa yazının izin verdiği kadar sürece bakalım. İran’ın nükleer programı etrafında gerilim ekseni hep değişti ve birbirine eklemlendi.

1953’te ABD yanlısı bir darbe ile iktidara gelen Şah döneminde ilk kez İran’ın nükleer programı başlatıldı. Bu şekilde Sovyetler Birliği etrafında nükleer yetenekleri olan bir çember örmeye çalışıyorlardı. 1979’daki İran Devrimine kadar nükleer araştırma reaktörleri kuruldu, uranyum zenginleştirme programı işledi.

İran Devriminden sonra ise eksen değişti, bu kez İsrail’in güvenliği ve emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarları söz konusuydu ve programdan destek çekildi.

İran-Irak savaşı esnasında Mollalar işçi sınıfını bastırarak İran sermayesinin temsiliyetini ele geçirdiler. Açıkça hiçbir zaman telaffuz edilmedi ama İsrail’in nükleer silahları varken durumu eşitlemek için nükleer silah sahibi olmayı arzulamış olmalılar. Bu nedenle sürekli baskı ve düşmanca bir kuşatma altında kaldı İran.

Ancak 2008 çöküşü sonrasında eksen tekrar değişti. Çin Rusya’nın da müttefikliği ile ABD hegemonyasına açıkça karşı çıkmaya ve kendi stratejisi ile davranmaya başladı.

Çin için İran kısa bir sürede çok stratejik bir ülke haline geldi. Çin’in dev petrol ihtiyacına karşın Batı emperyalizmi tarafından itilen bu ülke dünya petrolünün %10’una, doğal gazının %20’sine sahipti. Ayrıca Yeni İpek Yolunun tam üzerinde kalıyordu.

Yeni İpek Yolu içinde İran’ın kritik yeri görülüyor.  Haritada gözükmemekle birlikte İran’ın Basra Körfezindeki ve Hint okyanusundaki limanlarının da stratejik önemine değinmek gerekir.














2015 Anlaşması muhtemelen İran’ın tamamen Çin yörüngesine girmemesi için yapılmıştı.

Trump’ın züccaciye dükkânına girmiş fil gibi davranması ile İran’ın çok daha fazla Çin ve Rusya’ya yanaştığı görüldü.

27 Mart’ta Çin ve İran arasında 25 yıllık ortak strateji anlaşması imzalandı. İçeriği içeriye, dışarıya açıklanmayan bu anlaşma sonucunda Çin’in 400 milyar dolarlık yatırım yapacağı söylentisi çıkmıştı. Yirmi beş yıl düşünülürse çok da abartılı bir rakam olmadığı söylenebilir.

Anlaşmanın içeriği bilinmemekle birlikte, İran’ın petrokimya tesislerinin modernizasyonu, Yeni İpek yoluna dâhil olan gelişkin demiryolu ulaşımı ve limanlar, serbest ticaret bölgelerinin kuruluşu, ortak silah üretiminin planlanmasını içerdiği tahmin ediliyor. Hatta askeri üsler ve Çin’in İran’da asker bulundurmasının söz konusu olduğu söyleniyor. İran’ın içinden de “Ülkeyi Çin’e bağımlı hale getirdiniz” eleştirisi yükseliyor.

İşte bu koşullarda Biden ekibi uzlaşma masasına dönmüş gözüküyor. Neyse ki liberaller haklı çıkmadılar.

Bir de özlemle beklediğimiz bağımsız sınıf tavrı İran’da kendini gösterse İran yazıları daha zevkli hale gelecek.

Erhan Nalçacı / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder