23 Mayıs 2021 Pazar

Demirören-Mansimov denklemi: Tahterevalli(Berkant GÜLTEKİN)+ Mafya, sistemin önemli ortağı(Nurcan Gökdemir)-BİRGÜN


 Demirören-Mansimov denklemi: Tahterevalli(Berkant GÜLTEKİN)

Geçmişte Mansimov’la yakın olan kritik isimler bugün Demirörenlerin yanında. Bir tahterevalli misali, Mansimov düşerken Demirörenler ve ‘eski dostlar’ yükseliyor. Futbolla başlayan olaylar zinciri, Kuper’in “Futbol asla sadece futbol değildir” sözünü bir kez daha tasdik ediyor.

Türkiye’de iktidarla yakın ilişkiler kuran ve 

AKP-MHP ittifakına oy kazandırmak için 

mitingler düzenleyen suç örgütü elebaşısı 

Sedat Peker, 2 Mayıs’tan bu yana yayımladığı 

videolarla tüm ilgiyi üzerine çekmiş durumda. 


Peker’in sözlerinin ne derece doğru olduğunu ya da bildiklerini ne kadar süsleyerek anlattığını 

kesin olarak saptayabilmek zor elbette. Arthur Schopenhauer, “Hiç kimse duyduğu şeyi 

kendisine saklamaz ve hiç kimse duyduğu kadarını söylemez”* diyor. Yani Peker muhtemelen 

hem bildiğini hem de bildiğinden fazlasını söylüyor.Ancak abartı payı ayıklansa bile bu itiraflar 

ve itirafların muhatabı olan kişilerin verdiği insan aklını tatmin etmeyen yanıtlar, düzenin ne 

denli kirlenmiş olduğunu gözler önüne seriyor.

Peker videolarının yeni aktörü, iktidara yakın iş insanlarından Yıldırım Demirören oldu. Aslında konunun bir yerde ona geleceği belliydi. Çünkü Peker’in ilk videoda Mehmet Ağar’ın mallarına çöktüğünü söylediği Azeri oligark Mübariz Mansimov’la Türkiye’de en yakın ilişki kuran isimlerden biri Yıldırım Demirören.

Yıldırım Demirören ile Mübariz Mansimov’un ilişkisi, Demirören’in Beşiktaş kulübünün başkanı olduğu 2004 yılına kadar gidiyor. Yurtdışında yaşayan en zengin Azeri olarak bilinen ve 2007’de (İddiaya göre Erdoğan’ın isteğiyle) Türk vatandaşı olan Mansimov, Demirören’in başkanlığı döneminde Beşiktaş’la oldukça içli dışlı oluyor. Mansimov, basına verdiği demeçlerde, İngiliz Chelsea kulübünün sahibi Rus milyarder Roman Abramoviç gibi futbol âşığı olmadığını, Azerbaycan’da desteklediği çok sayıda kulüp olmasına rağmen asla bu kulüplerin yönetimlerinde bulunmayı tercih etmediğini ancak Beşiktaş’ı çok sevdiğini, hatta Yıldırım Demirören’le olan yakın dostluğundan olsa gerek, kulübü seve seve satın alabileceğini söylüyor.

2007 yılında medyada, Mansimov’un Beşiktaş başkanı olmak istediği yönünde haberler çıkıyor. Beşiktaş Kongre Üyesi olan Mansimov, aynı yılın temmuz ayında Başkan Yıldırım Demirören’e gönderdiği ve siyah beyazlı kulübün resmi internet sitesinde yayımlanan açıklamasında, başkanlığa aday olacağı yönündeki iddiaları yalanlayarak sadece kendi grup şirketleriyle ilgilendiğini ifade ediyor. Böylece Azeri milyarderin Beşiktaş’a başkan olacağı iddiası ilk ağızdan tekzip ediliyor.

Mansimov, kendisinin de anlattığı gibi ülkesi Azerbaycan’da da futbolun uzağında değil. Kardeşi Mais Mansimov’un (2011’de Türkiye’nin Lenkeran Fahri Konsolosu olarak atanıyor) başkan, kendisinin de onursal başkan olduğu Hazar Lenkeran adlı bir kulüp bulunuyor. Bu kulüp, Mansimov üzerinden Beşiktaş ve Türk futboluyla köprü kuruyor. 2004-2014 yılları arasında Rasim Kara, Şenol Fidan, Cüneyt Biçer ve Mustafa Denizli gibi isimler, Hazar Lenkeran’ı çalıştırıyor. Yine bir dönem Beşiktaş’ın teknik patronu olan Galli John Benjamin Toshack da kulübün başında 27 maça çıkıyor.

Kulüp tarihinin en pahalı transferi de yine tanıdık bir isim: Oktay Derelioğlu. 1993-1999 tarihleri arasında Beşiktaş formasını giyen Derelioğlu, Hazar Lenkeran için oynadığı 17 maçta fileleri 16 kez sarsarak etkileyici bir performansa imza atıyor. Derelioğlu’nun 16 Ağustos 2008’de İnönü Stadı’nda oynanan jübile maçında ise Hazar Lenkeran ile Beşiktaş karşı karşıya geliyor ve tribünde Yıldırım Demirören ile Mübariz Mansimov birlikte oturuyor.

2 yıl sonra, 2010-2011 sezonu için hazırlıklarını Avusturya’da sürdüren Beşiktaş’ta, Başkan Yıldırım Demirören ve Teknik Direktör Bernhard Schuster ortak bir basın toplantısı düzenleyerek basın mensuplarının sorularını yanıtlıyor. Toplantıda konu Mansimov’a geliyor. Gazeteciler Demirören’e, Mansimov’un takıma transfer yapıp yapmayacağını soruyor. “Ben hiçbir yönetici arkadaşımı futbolcu alacak diye yönetime almadım. Mansimov'dan verilmiş bir söz yok. Kendilerine çok teşekkür ediyorum” diyen Demirören, milyarder dostunun Beşiktaş TV için büyük katkıları olduğunu vurguluyor.

FUTBOL PERDESİNİN ARKASI: PETROL

Mansimov’un asıl işi petrol taşımacılığı. Azerbaycan petrolünü yurtdışına taşıyor. Türkiye’de Palmali Gemicilik ve Acentelik Anonim Şirketi’ni resmi kayıtlara göre Ekim 1998’de kuruyor. Hatırlanırsa Mansimov’un 270 civarında gemiyi kontrol eden şirketi -her nedense- ismi Bilal Erdoğan, Mustafa Erdoğan ve Ziya İlgen’in baş harflerinden oluşan BMZ Group’un (Yönetiminde Esra Albayrak ve Sümeyye Erdoğan da bulunuyor) filosuna kattığı 5 gemiyi kiralaması ve petrol transferi için kullanmasıyla medyada geniş yer bulmuştu.

Mansimov’un sahibi olduğu Palmali Grup oldukça geniş bir yapılanma. Taşımacılıktan turizme, inşaattan medya sektörüne kadar birçok alanda faaliyet yürütüyor. Şirketin genel müdürü, Mansimov’un yakın çalışma arkadaşlardan Alaattin Aykaç.

Palmali’de toplam 8 yıl görev yapan Alaattin Aykaç, Demirören tarafından hem Beşiktaş’ın hem de Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) yönetim kuruluna alınıyor. Demirören’in federasyon başkanlığı sürerken, 2015-2016 dolaylarında TFF Dış İlişkilerden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi olan Aykaç ile Mansimov’un ilişkisi bozulmaya başlıyor. Mansimov tarafından işine son verilen Aykaç, Palmali Denizcilik’e ait hisse ve gayrimenkulleri devretmediği iddiasıyla gündeme geliyor.

Bu sırada Aykaç'ın yöneticilik dönemi de Mansimov tarafından mercek altına alınıyor. Palmali Grup’un yeni müdürü ve Mansimov’un hem yakın arkadaşı hem de koruması olan Vugar Hüseyin, eski iki numaranın, şirketin parasıyla yüklü miktarda kumar oynadığını ve İstanbul’da bulunan lüks gayrimenkulleri devretmediğini öne sürüyor. Ekim 2016’da Vugar Hüseyin’in basına verdiği bilgilere göre, hisse devirlerinin bir an önce yapılması için noter aracılığıyla ihtarname gönderilmiş olmasına rağmen Aykaç hisse devri yapmaya yanaşmıyor.

İHBARCI DOSTUN HIZLI YÜKSELİŞİ

Fethullahçı yapının Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonraki yıl işler Mansimov için oldukça farklı bir noktaya geliyor. Bir ihbar üzerine Azeri milyardere FETÖ soruşturması açılıyor. 2 yıl süren soruşturma sonunda savcılık, kovuşturmaya gerek olmadığı yönünde karar veriyor ve Mansimov rahat bir nefes alıyor.

Ancak 2019’daki bu karardan 7 ay sonra eski çalışanı olan 4 isim, Mansimov hakkında ihbarda bulunuyor. Bu kişiler, Ali Kemal Çelikten, Mehmet Ercil, Fatih Berber ve Demirören’in her gittiği yere götürdüğü Alaattin Aykaç. Bu 4 ismin ihbarı sonucunda, 20 Aralık 2019’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Mansimov hakkında “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan soruşturma başlatılıyor. 15 Mart 2020’de gözaltına alınan milyarder, bir gün sonra tutuklanarak cezaevine gönderiliyor.

Mansimov’u ihbar ederek cezaevine girmesine zemin hazırlayan 4 isimden biri olan Palmali’nin eski müdürü Aykaç, bir yandan Demirören Holding içinde basamakları tırmanmaya devam ediyor. Mart 2018’de Hürriyet ve CNN Türk gibi yayın organlarının da içinde olduğu Doğan Medya, Demirören Ailesi’ne satılıyor. Satıştan çok kısa bir süre sonra Mayıs 2018’de Demirören Medya’ya bir ‘Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi’nin atandığı Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) bildiriliyor. Bu isim Alaattin Aykaç’tan başkası değil. Bir dönem Palmali’nin 2 numaralı ismi ve Mansimov’un sağ kolu olarak bilinen Aykaç, ihbar ettiği eski patronuna cezaevinin kapılarını açarken, böylece Demirören’in uhdesindeki yükselişine yeni bir başarı halkası daha ekliyor.

GÜVENLİK İŞLERİ KİME EMANET?

Peki Alaattin Aykaç’tan sonra Palmali’nin genel müdürü olan ve 2016’da yaptığı açıklamalarla selefinin şirketin parasıyla kumar oynadığını ve İstanbul’daki lüks gayrimenkulleri devretmediğini öne süren Vugar Hüseyin’e ne oluyor?

Bir ters orantı da burada baş gösteriyor. 2010’da Mansimov’la birlikte Pal Güvenlik Hizmetleri’nin iki kurucusundan biri olan Vugar Hüseyin, Mansimov’un Haziran 2016’da hisselerini kendisine devretmesiyle şirketin tek patronu oluyor. Aynı durum Nisan 2013’te kurulan Palmali Danışmanlık ve Tesis Yönetim Hizmetleri adlı şirkette de yaşanıyor. Tüm bunlardan sonra, basında çıkan kimi haberlerde Mansimov’a açılan davada Vugar Hüseyin’in gizli tanık olduğu iddia ediliyor. İşin daha ilginç yanı, hikâye bir noktada yine Demirören’e bağlanıyor.

Pal Güvenlik şirketinin internet sitesinde yer alan bilgilere göre Vugar Hüseyin’in güvenliğini sağladığı şirketler arasında Demirören Holding bünyesindeki Hürriyet, Milliyet, Kanal D ve İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM yer alıyor. Yine şirketin internet sitesindeki referanslar bölümünde verilen bilgiye göre Pal Güvenlik; Beşiktaş JK, Azerbaycan devletinin petrol şirketi SOCAR ve Trump Alışveriş Merkezi’nin de güvenlik işlerini yürütüyor. Yani Vugar Hüseyin de tıpkı selefi Aykaç gibi eski patronu Mansimov’la ters düştükten sonra Demirörenlerle olan ilişkilerini geliştiriyor.

FATİH BERBER VE 1 AVROLUK GİZEM

Mansimov aleyhine davada tanık olan Fatih Berber’in adı da Haziran 2018'de Demirörenlerle anılıyor. Hürriyet’in Demirörenlere satılmasından birkaç ay sonra, Haziran 2018’de Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık AŞ’den KAP’a yapılan bildirime göre, şirketin yurtdışı iştiraki Hürriyet Invest B.V. ve Hürriyet Invest B.V'nin pay sahibi olduğu Trader Media East Ltd. ve TME, 1 avro bedelle satılıyor. Tesadüf bu ki 376 milyon 206 bin avro değerindeki şirketin 1 avroya satıldığı kişi, Mansimov’u ihbar eden ve Mansimov aleyhine tanıklık yapan 4 isimden biri olan Fatih Berber. Ancak ne oluyorsa 2 ay sonra Hürriyet, KAP’a yeni bir bildirim yaparak 8 Ağustos 2018 tarihli Yönetim Kurulu kararı ile satış işleminden vazgeçildiğini bildiriyor. Demirörenlerin neden 376 milyon avroluk şirketi 1 avroya sattığı ve daha sonra da bundan vazgeçtiği bilinmiyor.

CNN TÜRK’E KONUK AYARI MI YAPILDI?

Bu denklemin ilginç bir noktası daha var. Bir süre öncesine kadar CNN Türk ekranlarında görmeye alıştığımız hukukçu Prof. Dr. Ersan Şen, aylardır Demirörenlerin sahibi olduğu bu kanalda boy göstermiyor. Şen, son dönemde sıklıkla Habertürk ve Haber Global kanallarında izleyicinin karşısına çıkıyor. Peki anlattığımız hikâyeyle bunun ne ilgisi var? Kesin bir kanıt değil ancak Prof. Dr. Şen’in Ocak 2021’deki duruşma sürecinde Mübariz Mansimov’un avukatlığını üstlendiğinin anlaşılması ve Mansimov’a tuzak kurulduğu yönünde demeçler vermesi, CNN Türk-Şen ayrılığında açıklayıcı bir fonksiyona sahipmiş gibi gözüküyor.

Mübariz Mansimov, geçtiğimiz 5 Mart’ta görülen son duruşmada “FETÖ/PDY silahlı terör örgütü içerisindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve ev hapsi şeklindeki adli kontrol şartıyla tahliye edildi. Azeri milyarder, Mart 2020’de cezaevinden yazdığı mektupta, 2012’de Petkim’i alan Azerbaycan devletinin petrol şirketi SOCAR grubunun yöneticileri tarafından kendisine komplo kurulduğunu iddia etmişti. Mansimov’a göre kendisi aleyhinde tanıklık yapan eski çalışanları da Azerbaycan istihbaratına çalışıyor. Ne ilginç ki aynı Azerbaycan devletinin milli piyangosu olan Azerlotereya, ülkenin Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in imzasıyla bu yılın başında Demirörenlere devredildi.

İşte 2004’ten 2021 yılına uzanan Demirören-Mansimov hikâyesi böyle gelişti. Geçmişte Mansimov’la yakın kritik isimler bugün Demirörenlerin yanında. Bir tahterevalli misali, Mansimov düşerken Demirörenler ve ‘eski dostlar’ yükseliyor. Futbolla başlayan olaylar zinciri, yaşanan süreçler ve varılan nokta itibarıyla Britanyalı yazar Simon Kuper’in “Futbol asla sadece futbol değildir” sözünü bir kez daha tasdik ediyor. Ve unutulmamalı ki tüm bunlar, Mansimov’la ilgili olan hikâyenin sadece küçük bir bölümüne denk düşüyor.

(Berkant GÜLTEKİN) / BİRGÜN

*Arthur Schopenhauer / Mutlu Olma Sanatı

                                                                                  ***

Mafya, sistemin önemli ortağı(Nurcan Gökdemir)

Ülke, Susurluk’ta yaşanan kazanın ardından ortaya dökülenlerin daha ağırını yaşıyor. “Ortalık yatışınca döneceksin” denilerek gönderilen bir mafyanın itirafları, Türkiye’yi bir kez daha kamyon çarpmış gibi sarstı.

Bugün yaşanan skandallar dizinde boy gösteren aktörler, birkaç isim değişikliğiyle neredeyse Susurluk’la aynı. Siyaset, mafya ve medya işbirliği yine ana gündem. Kavganın göbeğinde paylaşılamayan rant ve uyuşturucudan gelecek kara para var. Ulaşılmak istenilen ekonomik ve siyasi güç… O gün bu ilişkileri bir düğün fotoğrafı gösterirken bugün kamuoyu, Yalıkavak Marina’da poz verenlerin fotoğrafına bakıyor.

1996’da Susurluk Kazası’ndan kısa süre sonra TBMM harekete geçti, bir soruşturma komisyonu kuruldu, “Derin devlet” komisyona ifade vermek zorunda kaldı. Devletin kirli işlere bulaşan resmi ve gayri resmi unsurları, kamu gücünü mafyayla el ele vererek kullananlar, cinayet işleyenler, kaçakçılık yapanlar Meclis koridorlarından tek tek geçti, görüntülendi ve milletvekillerinin sorularına yanıt verdi.

Bugün de başrolde yer alan Mehmet Ağar bu sürecin sonunda yargılandı, hüküm giydi. Daha doğrusu AKP korumasında kısa süre cezaevinde ağırlandı.

KOALİSYON ORTAĞI MAFYA

Meclis’te beş ay süren çalışmalar sonunda 3 Nisan 1997’de TBMM Başkanlığı’na sunulan rapor eksik bulundu, yaşananların gizlenmeye çalışıldığı eleştirileri dillendirildi, tüm bunlar bir ölçüde doğruydu. Ancak gelinen noktada yetersiz, kısıtlı denilen o raporda yer alanların bile gereği yapılmadı. Bu suç ortaklığı ve aktörleri daha da palazlandı, işler devlete sızan ya da devletin önce kullandığı sonra da devleti kullanan karanlık ilişkilerden daha ileriye gitti. Bugün 2002’de başlayan 19 yıllık AKP iktidarı döneminde kurulan yeni rejimin koalisyon ortağı oldukları gün gibi ortaya çıktı.

KÂĞIT ÜSTÜNDE KALDI

Susurluk’ta kaza yapan araçtan bir emniyet müdürü, bir siyasetçi ve 7 TİP’li öğrencinin öldürülmesinin faili olarak aranan sanığı çıktı. Türkiye bu kazayı uzun yıllar konuştu, yaşananlar tüm ortaya dökülenlere karşın açıklığa kavuşmadı. Bu düzenden hesap soracağı iddiasıyla ülkeyi yönetme yetkisini alanların ortaklıktan öte geçip, güç devşirdiği bu yapının bizzat örgütleyicisi olduğu, kamu kaynaklarını fütursuzca emirlerine sunduğu görüldü. Susurluk o günlerde bitmedi, rejimin bağırsakları boşalmadı, aksine daha da doldu.

TBMM’de yazım sürecinde her türlü müdahalenin etkili olduğu o raporun öneri bölümünde yazılanlar bile kâğıt üzerinde kaldı. Bugün hâlâ aynı talepler karşılanmayı bekliyor. AKP yapılmayanlarla iktidarını inşa etti. 14 yıl önce devlet-mafya çeteleşmesine karşı “çare” diye ortaya konulanların hayata geçirilmesini devlet mekanizmasından beklemenin aşırı iyi niyet olduğunu bugün ortaya dökülenler gösteriyor. O gün söylenen ancak hayata geçmeyen bu önerilerin bugün kimin işine yaradığı görüldü.

MECLİS ÇÖZÜM MÜ?

Muhalefetin TBMM’de soruşturma ve araştırma komisyonları kurulması talebinin çözüm olmadığını geçmişte kurulan komisyonlar gösteriyor. Hayali İhracat Komisyonu, ardından Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu ve son olarak da Susurluk Komisyonu, geldiğimiz nokta ortada… Çözüm için yine Meclis’i adres göstermek Susurluk döneminde olduğu gibi bazı olayların açığa kavuşmasını sağlayabilir beklentisi artık bugün için geçerli değil… O gün “reçete” diye ortaya konulanlar bugün bırakın uygulamayı tartışılamaz bile.

NE DENİLDİ, NE OLDU?

Raporda, “Adalet ve yargı reformu, mal beyanı zorunluluğu, devlet yapısının yeniden düzenlenmesi, koruculuk mekanizması, OHAL, yurttaş güvenliğinin öncelenmesi, terör rantı, kara para, gümrüklerin kontrolü, kayıt dışı ekonomi, faili meçhul cinayetler, organize suç örgütleri” başlıkları altında toplanan sorunlar bugün AKP iktidarlarının bilinçli tercihleri ile tüm ülkeyi yakan ateş toplarına dönüştü. Devletin suç örgütleriyle ilişkisini kesmesi için önerilenlerle AKP’nin bunun yerine iktidar muhaliflerini, hak arayan emekçileri hedef alan rejiminde yaşananlar şöyle karşılaştırılabilir:

HUKUKSUZ HUKUK DÜZENİ

•Adalet ve yargı reformu yapılmalıdır. Yargının yeniden yapılandırılması ve yargılamanın hızlandırılması ile olayların üzerine kararlılık ile gidilebilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

► Yargı reformunu dilinden düşürmeyen iktidar, 2010 Anayasa değişikliğinin ardından Adalet Bakanı’nın yönettiği HSYK aracılığıyla yargıda tasfiyeye başladı, üye sayıları arttırılan Yargıtay ve Danıştay’a iktidarın istediği kararları alacak atandı. Bu yolla yargı siyasallaştı. Sulh ceza hâkimlikleri oluşturularak, olağanüstü yetkili savcılar görevlendirilerek iktidarın istemediği isim ya da grupların hızla cezalandırılması sağlandı. Bu hâkimlikler aracılığıyla çocuk yaşlı denilmeden binlerce insan Cumhurbaşkanı’na hakaretle suçlandı, uzun süren tutukluluklar cezalandırma yöntemi oldu, torba davalarla iktidara muhalif isimler cezalandırıldı, her tür suç “terör suçu”na dönüştürülebildi. “Çocuklar ölmesin” diyen öğretmen tutuklanırken Alaattin Çakıcı, hükme bağlanan cezasına karşın serbest bırakıldı.

•Güvenlik güçlerinin yurttaşların güvenliğiyle ilgili bir şekilde oluşturulması yararlı olacaktır.

► Güvenlikçi politikalar tercih edilerek, süper yetkili savcı ve hâkimlerden sonra süper yetkili polisler görev yapmaya başladı. Polisin silah kullanma yetkisi genişletilirken hâkim kararı olmadan dinleme yapmasına, istediğini aramasına ve gözaltına almasına olanak sağlandı. Bunlar için de polise yasal güvenceler tanındı.

Kası süreli eğitimle silah kullanma yetkisi de verilen ve sayıları 30 bine yaklaşan bekçiler göreve başlatıldı.

•Bütün kamu görevlilerinin işledikleri suç iddialarından dolayı haklarında gerekli yasal takibatların ilgili adli mercilerce doğrudan yapılmasını engelleyen düzenlemeler değiştirilerek, ilgili adli mercilere bütün kamu görevlileri hakkında doğrudan takibat yapabilme imkânı sağlanmalıdır.

► Adı yolsuzluğa, hırsızlığa, suiistimale karışan binlerce bürokratın yargılanması için soruşturma izni verilmedi. Özellikle Gezi Direnişi sırasında cinayet işleyen polisler için yargı yolu ya açılmadı ya da geç açıldı. AKP’li belediyelerin bürokratlarının işledikleri suçlar yanlarına kâr kaldı, YHT kazasında ihmali olan kamu görevlileri cezalandırılmadı.

•Geçici Köy Koruculuğunun kaldırılması, bu gerçekleşinceye kadarda sınırlandırılması ve bu sağlanıncaya kadar da sıkı bir kontrol altında tutulması gerekmektedir.

► Köy koruculuğu kaldırılmadı. Sadece sayıları 60 bine yaklaşan köy korucularının ismi güvenlik korucusu olarak değiştirildi.

•Kamu kuruluşlarının Güneydoğu’daki kadrolarına, asaleten, yetenekli, liyakatlı ve deneyimli personelin atanması yapılmalıdır.

► Kamudaki görevlendirmeler bir yana halkın oylarıyla seçilen belediye başkanları görevden alınarak yerlerine kayyumlar atandı. Kayyumların ismi, israf, peşkeş, suiistimal söylentilerine karıştı.

•Devlet - itirafçı ilişkisine son verilmelidir. Bu bağlamda, İtirafçılık Yasası yeniden ele alınmalıdır.

► İtirafçılık yargı düzenine hakim oldu. Cezalandırılmak istenilen isimler gerçekliği tartışmalı bazı itirafçılarla suçlandı, hapis cezaları ile karşı karşıya kaldı. TBMM’de grubu bulunan üçüncü büyük parti olan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’a yöneltilen suçlamaların bir bölümünde itirafçıların ifadeleri kullanıldı.

•Gümrükler kontrol altına alınmalıdır.

► Suç örgütlerinin en büyük gelir kaynağı olan uyuşturucunun AB ülkelerine geçirilmesinde Türkiye’nin merkez konumunda olduğu uluslararası istatistikler ve raporlarda yer aldı.

•Özelleştirmede kara paranın aklanmasına izin verilmemelidir. Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması gereklidir.

► İktidar altı kez kara para düzenlemesi yaptı, yurtdışından kayıt dışı parasını getirenlere hesap sorulmadı, paraların sisteme girerek yasallaşmasına olanak sağlandı.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında kayıt dışı ekonomisinin büyüklüğü ile ilk sırada yer aldı.

(Nurcan Gökdemir)-BİRGÜN



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder