Ormanın yok edileceği haberi yayıldığında Bishnoiler toplanırlar. Bu eylemlerin öncüsü kabul edilen Amrita Devi çok önemlidir. Mihrace ormanı yok etmek için askerlerini yolladığında bir ağaca sarılan ilk odur, dininin ağaç kesmeyi yasakladığını anlatmaya çalışır.
Marmara’yı onca uyarıya rağmen önlem alınamayan deniz salyası yüzünden kaybetmek üzereyken bugün Dünya Çevre Günü’nü kutluyor olacağız. Dünyanın bundan haberi var mı bilemem ama yine günün anlamına, önemine dikkatlerin çekildiği özellikle “resmi” nutuklar duyacağız. Bıkkınlık verdiği için kendi adıma söylüyorum, kulaklarımı elbette tıkayacağım. Bu kadar ikiyüzlülük katlanır gibi değil çünkü.
Akıllı adam tabii Zeno. MÖ 450’li yıllarda kalk “yaşamın amacı doğayla uyum içinde olmaktır” gibi bir cümle kur. Herkesin elbette katıldığı, “aman ne güzel söylemiş” dediği bu vecizenin üzerinden yüz yıllar geçmesine rağmen “doğayla uyum içinde yaşamak için” ne yaptığımız ortada. Bu “uyumu” sağlama amacıyla önce doğanın korunması gerektiğini anlamamız bile yüz yılları buldu. Çevreyi, doğayı koruma mücadelemizin öyle çok da eski bir tarihi yok yani. En fazla 18. yüzyılda doruğa çıkmış olabildiğini varsayıyoruz. Öncesi yok, varsa bile çok da gerisi getirilmiş değil doğrusu, söz konusu yüzyıla kadar.
KÖMÜR ÖNLEMİ
Ha…şu başlangıç sayılabilir belki. Bıçak kemiğe öyle dayanmış ki, zaten o dönemler daha da karanlık, sisli olan İngiltere’de çevre felaketinden nefes alınamaz hale gelince Kral I. Edward kömür kullanımına sınırlama getirmişti. Çevre bilinci denir miydi bilemem tabii, yıl ne de olsa 1306. Beş yüz yıl sonra 17’nci yüzyılda, doğa bilimci John Evelyn, Londra’nın “Cehennemin varoşlarına” benzediğini yazdığına göre önlemler pek işe yaramamış demek ki. Önce sanatçılar fark eder tabii. 16’ncı yüzyılın Hollanda’sının büyük ressamı Pieter Bruegel ülkenin nehirlerine dökülen lağımları, kirliliğe yol açan diğer unsurları tablolarına yansıtmıştır çokça. Aynı dönemin büyük hukukçusu Hollandalı Gugo Grotius’u da unutmayalım tabii. Bize çevre kirliliğinin doğal hukuku ihlal ettiğini öğreten odur. Özgür Deniz kitabını yazmıştır bu düşüncesi doğrultusunda.
19’uncu yüzyılda çevre bilinci biraz olsun gelişmişse, 1835’te Ralph Waldo Emerson’un, Nature’u yazmasının da bunda etkisi olmalı. Ardından kendilerini doğanın yaşamasına, yaşatılmasına adayan Amerikalı Botanikçi William Bartram ile kuş bilimci James Audubon gelir. Henry David Thoreau, o zamandan beri çevrecilere ilham veren ekolojik incelemesi Walden’ı yazar.
Yani, duyarlılığının belki ama mücadelesinin öyle çok da uzun bir geçmişi yoktur çevre sorununun. Hatta öyle ki 22 Nisan 1970’te ABD’de yaklaşık 20 milyon kişinin çevre tahribatına duydukları öfkeyle sokağa taşınmış olmaları ilk önemli eylem kabul edilir. Tabii ki değerlidir, elbette önemlidir ama bu kadar yakın zamana kadar bir tepki olmayışına şaşırıyor insan. Mutlaka çok çok önceleri de, belki çevre bilinciyle değil de, sadece ağacı, yeşili seviyor oluşlarından ötürü de olsa ortaya atılanlar da vardır herhalde.
SARAY TUTKUSU
Belki de ilk çevre aktivistleri Bishnoi Hinduları’ydı. Öyledir diyenler de var. Bence de sanki öyledir. Bishnoi’ler aslında bir tür dinin mensupları. Guruları da Jambeshwar adlı biri 13’üncü yüzyılda doğmuş, 14’üncü yüzyılın başlarında ölmüş. Bunun ilkelerini takip ediyor Bishnoiler. Dinlerinin Hinduizm’den de Jainizm’den de farklı bir din olduğu yazılıdır kaynaklarda. Son derece çevreci oldukları söylenir. Bunu güçlendiren bir olay da vardır hatta. O yüzden belki de ilk çevrecilerdir deniyor zaten. Yaşadıkları bölgede bir mihrace, kendisine bir saray yaptırmaya niyetlenir. Gözüne kestirdiği yer de bir orman. İşte bu ormanı korumak isteyen yüzlerce Bishnoi’yi katlettirir uğursuz mihrace. Bishnoiler, 12 Eylül 1730’da ağaçların kesilmesini protesto etmek için ölüme giderler yani.
AĞACA SARILARAK ÖLMEK
Ormanın yok edileceği haberi yayıldığında Bishnoiler toplanırlar hemen. Kesilecek her ağaç için canını vermeye hazır gönüllüler belirlenir hemen. Önce yaşlılardır gönüllü olanlar. Her biri bir ağaca sarılır. Birçoğu hayatını kaybeder tabii. Ne yazık ki istenen etkiyi yaratmaz bu fedakârlık. Hatta mihracenin adamları “işe yaramaz yaşlılardan kurtulmak için” Bishnoilerin bunu özellikle yaptığını söyleyip dalga da geçerler. Ama ardından kadınlı, erkekli gençler, evliler, bekarlar, hepsi bir ağaca sarılır, hayatlarını kaybederler.
Bu eylemlerin öncüsü kabul edilen Amrita Devi çok önemlidir. Mihrace ormanı yok etmek için askerlerini yolladığında bir ağaca sarılan ilk odur. Askerlere yaptıklarının kendisi ile halkının dini inançlarına aykırı olduğunu, dininin ağaç kesmeyi yasakladığını anlatmaya çalışır. Bu uğurda ölmeye hazır olduğunu da söyler tabii. Güç sahibi ile hempalarının umurunda mı bu tür inançlar, ilkeler. Askerler, eğer ağaçların kesilmesini istemiyorsa rüşvet vermeleri gerektiğini söylerler. Bu da dinleri açısından kabul edilecek bir öneri değildir tabii.
Ağzından çıkan son sözlerin “Bir ağaç, kişinin hayatı pahasına bile olsa kurtarılmaya değer” olduğunu söylerler Devi’nin. Başını baltalarla gövdesinden ayırır askerler. Onunla beraber Asu, Ratni, Bhagu adlı arkadaşları da kafalarını baltalara teslim ederler gönüllü olarak. Ardından Devi ile beraber hareket eden tam 363 Bishnoi’yi de öldürürler oracıkta. Büyük katliam tabii. İnsafsızca, alçakça.
Ağaçları korurken öldürülen Bishnoilerden bazıları şimdi Hecarli adını taşıyan bölgede dört sütunlu basit bir anıt mezarda uyumaktalar. Kutsal bir mekan olarak hâlâ ziyaret edilir. Her yıl eylül ayında sayıları azalsa da var olan Bishnoiler dinlerini korumak için canlarını veren bu insanları anarlar, toplu, görkemli törenlerle. Tabii dünyanın her yöresinden çevrecilerin de katılımıyla. Hükümet, doğanın korunmasına, vahşi hayvanların yaşatılmasına yaptığı katkılarından ötürü Amrita Devi Vishnoi Smriti Ödülü verir her yıl.Çevre için mücadelemizin tarihi gerçekten eski değildir. Ama kanlıdır işte. Bugün zorluklar olsa da iyi kötü veriliyor çevre mücadelesi ne mutlu ki. Ha bu arada, Amrita Devi ile o üç arkadaşı gencecik kadınlardı. Yine kadınlar yani.
İyi. Hadi bakalım. Deniz salyalı Çevre Günü’nüz kutlu olsun.
Mehmet ERDEM / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder