Belirli aralıklarla işsizlik, istihdam, enflasyon, ekonomik büyüme gibi makro büyüklükler güzide kuruluşumuz TÜİK tarafından içimizi ferahlatır rakamlarla açıklanıyor. İşsizliği işsiz vatandaşların, enflasyonu tüm halkımızın, büyüme rakamlarını ise borç batağındaki esnaf vatandaşların gereği şekilde değerlendirmekte olduğunu düşünüyorum.
Gerçeği, sadece “hakiki gerçeği” masa üzerinde yüksek bilgisayar programları ve ileri matematikçilerin yardımı ile en hassas şekilde hesaplayarak halkımıza sunan bu güzide kurumun adını, bence, ‘Türkiye istatistik masası’ olarak değiştirip, yeni adını da kısaltılmış şekliyle TÜİM olarak belirleyelim.
Böylece, eleman ve mekan tasarrufu yaparak, siyasilerin ağzından düşürmediği ve itibardan dahi iç burkacak kadar önemli fedakarlıklarda bulunarak harfiyen uyguladıkları tasarruf zincirine bu kurumu da katmış oluruz.
Eksik olmasın, TÜİK verileriyle içimize inşirah dolduruyor da, sabah sokağa çıktığımızda ulaştırma maliyetinden başlayıp, kahvaltı için bir simit alırken dahi TÜİK ortadan yok oluveriyor. Mesele TÜİK ile de bitmiyor. Zira bu huy bir kere içimize yerleştikten sonra, sağlıkta da, eğitimde de, yoksulluk sınırında da artık ortada ölçü falan kalmıyor. Esnafa yardım diye açıklanan program da, hem miktarı hem de niteliği itibarıyla, bir kısmıyla ufak bir yardım, önemli bölümüyle ise kredi, yani geri ödemesi yapılacak olan para olarak karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca, yazının başlığı da, halkımızın değil, siyasilerin, özellikle de iktidar mensuplarının ruh halini yansıtıyor olabilir. Tüm politikanın red ve inkar üzerine oturtulduğu yönetim biçiminde, bir mafya liderinin söylediklerine karşı tek politika olarak geliştirilen red ve inkar yaklaşımı da içte siyaseti, uluslararası alanda ülkeyi yıpratıcı olmaktadır.
Ülke sorunlarının üzerini örterek bir seçim dönemi geçiştirilebilir. Hatta diyelim ki, halkımızın inayetiyle(!) ikinci seçim dönemi de atlatılabilir. Peki, sonra ne olacak? İşlerin gerçek yüzü ortaya çıkınca siyasilere rahmet okunmayacak mı? Muhtemelen, hayır, okunmayacak! Zaten, Keynes politikalarının Batı hükümetlerini sürüklediği gibi, siyasileri gaza getiren de budur. Çünkü siyasilerin aldığı kimi israfçı politika kararları siyasilere kısa süreli rant oluştururken, uzun dönemde ceremesi halka yansır, çünkü siyasilerin rantını yediği avantajın maliyeti yıllar sonrasında, kararı alan siyasilerin ortadan yok olduğu dönemde su yüzüne çıkar. Hatta çoğu zaman halk üzerine yıkılan zamların, fiyat artışlarının ve işsizliğin gerçek sebebi anlaşılmadan, yaşanılanların tümü ekonomik sıkıntı ya da kriz olarak algılanır ve bundan dolayı kimse suçlanmaz. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki, özellikle de devletçilik dönemindeki siyasetin halka saygı anlayışı ile 1950 sonralarında ve günümüze doğru giderek yükselen halka saygısız siyaset anlayışları arasındaki fark budur.
Yaşanan olumsuzluklar karşısında iktidar sahiplerinin halka tüm süreci en doğru şekliyle anlat(a)mamaları, konuyu saptırmaları ya da çoğu zaman yapıldığı gibi konuya hiç girmemeleri siyasi etik anlayışı açısından savunma değil, zavallılık olarak algılanır. Oysa özellikle enflasyon ya da işsizlik vb. gibi ekonomik olaylarda halkın gözü kulağı TÜİK’te değil, bizzat yaşananlardadır. Ondan dolayıdır ki, gerçeklerin saptırılmasını siyasi manevra olarak gören halkımızın siyasi kadroya güveni her geçen gün sarsılmaktadır. Bu alanda siyasetçinin sessizliği halk nezdinde aldatma olarak algılanır ve ona göre değerlendirilir.
Son dönemde söylemleri ile adeta dizileşen mafya liderinin sözleri üzerine siyasilerce takınılan tavır da birçok yönleriyle bizzat siyasetçi aleyhine yorumlanmaya muhtaçtır. Her devletin bazı örtülü işlerinde örtülü para ve örtülü eleman kullandığı düşünülür, fakat ciddi bir devlet bu süreci de kamu görevi bilinci ile götürür ve kişisel servet yığma vesilesine dönüştürmez. Feodal ve ağalık döneminden ulus devlet yapısına geçişte henüz bilinçten silinememiş eski kalıntıların tipik yansıması olan siyasetin servet yığma kapısı görülmesi mafya liderinin karşısına güçle çıkılmamasını zorlaştırması, siyasi itibar yanında ülke itibarının da zedelenmesine yol açar. Zira siyaseti aklayıcı ve halkı aydınlatıcı önlemler alınmadığı, kırılan kolun yen içinde kalması yoluna gidildiği sürece ileri sürülen savlar ya da saldırılar doğru olarak görülür ve sorunu geçiştirdiğini sanan siyasi yapı da buna göre değerlendirilir. Üstelik bu değerlendirmeyi salt ülke içinde seçmenler değil, ülke itibarının kantara koyulduğu uluslararası arenada da uluslararası kamuoyu yapar. Çünkü, bir mafya liderinin uluslararası arenada böylesi doğru ya da yanlış ciddi iddialarda bulunması karşısında, bu iddiaları, arkasını kurcalamadan salt ileri süren kişinin kişisel iradesi ve çabası olarak görmek fevkalade isabetsiz bir bakış açısıdır. Meseleye böyle bakıldığında iddialar karşısında takınılan sessizlik iddiayı savuşturmaz, güçlendirmese de, geçerlilik payını yükselterek, içte siyaseti, ondan da öte uluslararası düzlemde ülke itibarını sarsar. Bu nedenle, siyasilerin bu konuyu kişisel bir mesele olarak ele almamaları ve ülke itibarı açısından yönlendirmeleri kaçınılmazdır. Bu görüş ilgili kişinin eyleminin bir şekilde sonlandırılmasında dahi geçerliliğini korur. Bu ince geçiş noktasında siyasi kadronun ya da sorumluların bekası değil, ülkenin bekası söz konusudur. Sepetteki çürüklerin ayıklanmasıyla sepetin güçleneceği görüşünden sapan bir siyasi erk, bizatihi sepeti ve o sepeti taşıyan seçmen tabanını kuşkulu konuma sokar.
Bu yol ayrımında siyasi kadroya doğru yola girmede tek müşir ise seçmen bilinci ve ona dayalı siyasi kararı olacaktır.
İzzettin Önder / EVRENSEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder