Maarif Müfettişi Cemil Coşkun, Dünya Bankası'nın verilerinden yola çıkarak, “Uzaktan eğitimden yararlanamayan öğrencilerin ‘öğrenme yoksulluğu’ katlanarak artıyor” diyor.
Yoksulluk kavramı Türk Dili Kurumu’na göre; "Yoksul olma durumu, yoksuzluk, variyetsizlik, sefillik, sefalet, fakirlik" olarak tanımlanmaktadır. Kavramın, köküne indiğimizde ‘yok’ sözcüğüne ulaşıyoruz. Yokluk, yoksulluk hem insan yaşamı için hem de dünyanın geleceği için felaketleri çağrıştırmaktadır. Yoksulluk, adeta bütün kötülüklerin üreticisidir. ‘Yoksulluk’ kavramı sadece maddi gelir durumunu anlatmamaktadır. Bilgi, bilim, sanat, spor, nezaket, öğrenme yoksulluğu ilk akla gelen yoksulluk türleridir. Bu nedenle yoksullukla mücadele ederken tüm yoksullukları içine alan bir anlayışla hareke edilmelidir.Dünya Bankası bu krize dikkat çekmek için “öğrenme yoksulluğu” kavramı üzerinde çalışmaktadır. UNESCO İstatistik Enstitüsü işbirliğinde Ekim 2019’da Dünya Bankası tarafından yayımlanan Öğrenme Yoksulluğunu Sona Erdirmek: Neler Yapılmalı? raporunda “öğrenme yoksulluğu” kavramını ortaya atmıştır ve dünyanın dikkatini bu kavram üzerine çekmeyi amaçlamaktadır. TEDMEM, Dünya Bankası raporuna dayalı olarak hazırladığı ‘Öğrenme Yoksulluğu-2020’ raporunda çok önemli bilgileri paylaştı. Raporda dikkat çeken başlıklar şu şekilde:
Türkiye’de ilk ve ortaöğretim çağında yaklaşık 160 bin çocuğun okul dışında kalacağını göstermektedir (TEDMEM, 2020).
Dünya Bankası’nın “öğrenmeye göre uyarlanmış eğitim süresi” hesaplamasına göre, Türkiye’de öğrenciler ortalama 12,1 yıl okulda kalmalarına rağmen sadece 8,9 yıla eşdeğer bir eğitim almaktadır. Okulda harcanan ama eğitimin çıktılarına yansımayan 3,2 yıllık zaman dilimi ise eğitimin etkililiği ile ilgili önemli bir soru işareti oluşturmaktadır.
ÖĞRENME KRİZİ NİTELENDİRMESİ
Okul dışında kalan çocukların ve okulda kayıtlı bulunmasına rağmen temel düzeydeki becerileri dahi edinemeyen öğrencilerin varlığı, bu sorunun “öğrenme krizi” olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur.
Öğrenme krizi hem ülkelerin insan sermayesi geliştirme hem de “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları”nı gerçekleştirme çabalarını tehdit etmektedir. Dünya Bankası bu krize dikkat çekmek için “öğrenme yoksulluğu” kavramı üzerinde çalışmaktadır.
Öğrenme yoksulluğu basit bir metni okuyamamak ve/veya okuduğunu anlayamamak olarak tanımlanmıştır. Öğrenme yoksulluğunun diğer temel becerilerden ziyade okuma becerisi üzerinden tanımlanması ise okuma becerisinin öğrenmeye açılan bir kapı olarak nitelendirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Bireylerin öğrenme yoksulluğu çekmemesi için ilkokul eğitimi oldukça önemlidir. On yaşına kadar veya en geç ilkokulun sonuna kadar temel düzeyde okuma becerisi edinememiş çocuklar öğrenme yoksulu olarak nitelendirilmektedir. Bu çocukların daha sonraki okul süreçlerinde ve iş yaşamlarında çeşitli zorluklar yaşayacağı tahmin edilmektedir.
Dünya Bankası raporuna göre, Türkiye’de 10-14 yaş aralığındaki çocukların yüzde 95’i okula kayıtlıdır ve bu öğrencilerin yüzde 17,6’sı ise temel düzeyin altında okuma becerisine sahiptir. Bu oranlar üzerinden yapılan hesaplamalar Türkiye’de öğrenme yoksulluğu oranının yüzde 21,7 olduğunu göstermektedir. O halde, Türkiye’de 10-14 yaş arasındaki yaklaşık her beş çocuktan biri öğrenmede sorunlar yaşamaktadır.
Raporda Türkiye ile birlikte 100 ülkenin öğrenme yoksulluğu oranları hesaplanmış, ülkelerin gelir düzeylerine göre öğrenme yoksulluğu karşılaştırmaları yapılmıştır. Buna göre, dünya genelinde 10-14 yaş aralığındaki yaklaşık her iki çocuktan biri (yüzde 48) öğrenme yoksuludur. Bu oran, düşük gelirli ülkeler ortalamasında yüzde 90’a yükselirken, yüksek gelirli ülkeler ortalamasında yüzde 9’a düşmektedir. Düşük ve orta gelirli ülkelerin ortalamasında ise bu oran yüzde 53 olarak rapor edilmiştir.
En düşük oran yüzde 1,6 ile Hollanda’ya, en yüksek oran ise yüzde 98,7 ile Nijer’e aittir. Öğrenme yoksulluğu yüzde 10’un altında olan ülke sayısı 34 iken, yüzde 90’ının üzerinde olan ülke sayısı ise sekizdir. Türkiye yüzde 21,7’lik öğrenme yoksulluğu oranı ile 100 ülke arasında 45’inci sırada yer almaktadır.
Rapora göre, 2000 ve 2018 yılları arasında her bir ülkenin eğitim göstergelerinin gelişimi temel alındığında, öğrenme yoksulluğundaki düşüş yıllık ortalama yüzde 1 puanın altındadır. Bu ilerleme hızıyla 2030 yılına kadar küresel düzeyde öğrenme yoksulluğunun sona erdirilmesi mümkün değildir. Nitekim 2030’da düşük ve orta gelirli ülkelerdeki öğrenme yoksulluğu ortalamasının yüzde 43 olacağı tahmin edilmiştir.
Erken çocukluk eğitiminin yaygınlaşmaması, ilköğretimi tamamlama oranlarının düşük olması, ortaöğretimde ise okul terklerinin özellikle de kız öğrenciler için oldukça yüksek olması 2030’da hâlâ öğrenme yoksulluğunun önemli bir sorun olarak karşımıza çıkacağını göstermektedir. Bunların yanında finansal, sosyal ve kültürel engellerden dolayı okula erişim ve/veya tamamlamada yaşanan zorluklar, okula yönelik değer, öğretmen niteliği ve okul kaynakları gibi pek çok faktör bu oranının azaltılamaması ile ilişkilidir.
BUNA KARŞI NE YAPMALI?
Öğrenme, birçok canlının ortak özelliği. Öğrenme, insanlar için aynı zamanda insanlık tarihi ile yaşıt bir kavram diyebiliriz. Çünkü insan dünyaya geldikten sonra öğrenme süreci başlıyor. İnsan yavrusu en azından dünyaya geldiği andan itibaren nefes almayı, ihtiyaçlarını iletmek için ağlamayı, mutlu olduğunu belli etmek için gülmeyi öğreniyor. Öğrenme süreci ailede, okulda ve yaşamın her alanında devam ediyor. Öğrenme işini tutkuyla yapan, öğrenmeden keyif alan, öğrene işini yaşam boyu yapan birey ve toplumlar ile öğrenmeyi mecbur olduğu için ve belli zamanlarda yapan birey-toplumlar arasında başta üretkenlik ve kalkınma alanlarında uçurumlar oluşuyor. Birinci gruba dahil birey ve toplumlar, öğrenmeye dayalı bir kültür ve yaşam inşa ederken, ikinci gruba dahil birey ve toplumlar başkalarının ürettiği bilgi ve üretimlerin alıcısı/tüketicisi durumuna düşmektedirler.
Öğrenme yoksulluğunun ilacı, topyekûn bir öğrenme seferberliği başlatmak ve öğrenmeyi tüm dünyaya nitelikli şekilde bulaştırmak. Yine, toplumlar ‘akıl koalisyonu’ kurarak bu illetten ülkemizi ve dünyamızı kurtarabilirler. Bunun için öncelikle eğitimciler, aydınlar ve siyasetçilerin bütün yoksulluklarla mücadele yol ve yöntemlerini toplumun önüne koyması gerekmektedir.
Toplumların öğrenmeyi bir yaşam biçimine dönüştürmeleri için ‘öğrenme’ üzerine kafa yormaları, öğrenmeye dayalı kültür inşa etmeleri, ‘Öğrenmeyi (B)ulaştırmak’ için ulusal çapta amaç birliği yapmaları gerekmektedir. Çünkü ‘Öğrenmeyi (B)ulaştırmak’ toplumsal boyutta ele almadan, tek başına bireylerle başarılacak bir durum değil, bireylerin tek başına güçlerinin yetmesi de mümkün değildir.
PANDEMİNİN ETKİSİ
Dünyada ve ülkemizde bir yıldan fazla bir süredir pandemi nedeniyle çocuklar ve gençler yüz yüze eğitimden uzak kaldılar. Bu süre içerisinde uzaktan eğitim olanağı bulan ve bulamayan öğrenciler oldu. Uzaktan eğitim ne kadar yararlı oldu bunu tüm boyutlarıyla henüz bilmiyoruz ancak ekonomik ya da başka nedenlerle uzaktan eğitimden yararlanmayan öğrencilerin ‘Öğrenme Yoksulluğu’nun katlanarak arttığını söyleyebiliriz. İster pandemi koşullarında, ister başka bir olağanüstü durumda, isterse de normal yaşam koşullarında başarılması gereken asıl mesele: ‘Öğrenmeyi (B) ulaştırmak’. Nâzım Hikmet’in bir şiirinde dediği gibi: ‘İşte böyle Laz İsmail, mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!’ Eğitimciler, ebeveynler ve hepimiz için; ‘Mesele, bilgiyi ezberletmekte değil, öğrenmeyi (b)ulaştırmakta bütün mesele!’ Öğrenmeyi (B)ulaştırma konusunda hem kendi tarihimizden hem de dünya tarihinden örnekler vermek mümkündür. Bu yolculukta yanımıza mutlaka kalem, defter ve akıl yürütmek, fikir üretmek için dermanı olan kafamızı alalım. Bütün insanlığa ‘öğrenmeyi (b)ulaştıranlara vefa ve minnet duygusunu unutmadan.
Antik Çağ filozoflarından Sokrates, öğrenme konusunda etkili soru sormanın önemine değinmiştir. Sokrates’e göre iyi bir soru öğrenenin zihninde döllenmeye yol açar. Döllenme sonucunda gelişip, büyüyen bilginin ürüne dönüştürülesinde öğretmen bir ebe gibi davranarak, öğrenenin işini kolaylaştırmalıdır. Doğumu, öğrenen yapmalıdır. Bilgiyi doğuran ve öğrenmenin öznesi olan öğrenen, o bilgiyi büyütüp yeni ve orijinal ürünler elde etmelidir. Sokrates, etkili soru sorma ile öğrenmeyi binlerce yıl öncesinden (b)ulaştırmıştır. Tarihimizde, yaklaşık bin yıl önce Yusuf Has Hacip ‘Kutadgu Bilig- Mutluluk Veren Bilgi’ adlı eserinde; ‘kâmil insan’ kavramına değinmektedir. Ona göre kâmil insan, okuyan, öğrenen insandır. Özellikle insanı geliştiren ve güçlendiren faziletler dikkati çeker: Bilgi edinmek, okumak, güzel yazmak, çeşitli bilimlere sahip olmak, sevilen milli sporlara ve maharetlere değer vermek başta gelir. Memet Fuat, Tevfik Fikret’in yaşamını anlattığı kitabında onun eğitime dair görüşünü şu şekilde anlatıyor; ‘Eğitimin amacı, çocukların kafalarını bilgiyle doldurmak değil, onları yaşama hazırlamaktır. Ezberin yerini oyun, uygulama, deney almalıdır. Eski insanlara yeni bilgiler vermek yerine, ‘Yeni İnsan’ı yaratılmalıydı.’
Dünya Bankası’nın “öğrenmeye göre uyarlanmış eğitim süresi” hesaplamasına göre, Türkiye’de öğrenciler ortalama 12,1 yıl okulda kalmalarına rağmen sadece 8,9 yıla eşdeğer bir eğitim almaktadır. Okulda harcanan ama eğitimin çıktılarına yansımayan 3,2 yıllık zaman dilimi ise eğitimin etkililiği ile ilgili önemli bir soru işareti oluşturmaktadır.
ÖĞRENME KRİZİ NİTELENDİRMESİ
Okul dışında kalan çocukların ve okulda kayıtlı bulunmasına rağmen temel düzeydeki becerileri dahi edinemeyen öğrencilerin varlığı, bu sorunun “öğrenme krizi” olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur.
Öğrenme krizi hem ülkelerin insan sermayesi geliştirme hem de “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları”nı gerçekleştirme çabalarını tehdit etmektedir. Dünya Bankası bu krize dikkat çekmek için “öğrenme yoksulluğu” kavramı üzerinde çalışmaktadır.
Öğrenme yoksulluğu basit bir metni okuyamamak ve/veya okuduğunu anlayamamak olarak tanımlanmıştır. Öğrenme yoksulluğunun diğer temel becerilerden ziyade okuma becerisi üzerinden tanımlanması ise okuma becerisinin öğrenmeye açılan bir kapı olarak nitelendirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Bireylerin öğrenme yoksulluğu çekmemesi için ilkokul eğitimi oldukça önemlidir. On yaşına kadar veya en geç ilkokulun sonuna kadar temel düzeyde okuma becerisi edinememiş çocuklar öğrenme yoksulu olarak nitelendirilmektedir. Bu çocukların daha sonraki okul süreçlerinde ve iş yaşamlarında çeşitli zorluklar yaşayacağı tahmin edilmektedir.
Dünya Bankası raporuna göre, Türkiye’de 10-14 yaş aralığındaki çocukların yüzde 95’i okula kayıtlıdır ve bu öğrencilerin yüzde 17,6’sı ise temel düzeyin altında okuma becerisine sahiptir. Bu oranlar üzerinden yapılan hesaplamalar Türkiye’de öğrenme yoksulluğu oranının yüzde 21,7 olduğunu göstermektedir. O halde, Türkiye’de 10-14 yaş arasındaki yaklaşık her beş çocuktan biri öğrenmede sorunlar yaşamaktadır.
Raporda Türkiye ile birlikte 100 ülkenin öğrenme yoksulluğu oranları hesaplanmış, ülkelerin gelir düzeylerine göre öğrenme yoksulluğu karşılaştırmaları yapılmıştır. Buna göre, dünya genelinde 10-14 yaş aralığındaki yaklaşık her iki çocuktan biri (yüzde 48) öğrenme yoksuludur. Bu oran, düşük gelirli ülkeler ortalamasında yüzde 90’a yükselirken, yüksek gelirli ülkeler ortalamasında yüzde 9’a düşmektedir. Düşük ve orta gelirli ülkelerin ortalamasında ise bu oran yüzde 53 olarak rapor edilmiştir.
En düşük oran yüzde 1,6 ile Hollanda’ya, en yüksek oran ise yüzde 98,7 ile Nijer’e aittir. Öğrenme yoksulluğu yüzde 10’un altında olan ülke sayısı 34 iken, yüzde 90’ının üzerinde olan ülke sayısı ise sekizdir. Türkiye yüzde 21,7’lik öğrenme yoksulluğu oranı ile 100 ülke arasında 45’inci sırada yer almaktadır.
Rapora göre, 2000 ve 2018 yılları arasında her bir ülkenin eğitim göstergelerinin gelişimi temel alındığında, öğrenme yoksulluğundaki düşüş yıllık ortalama yüzde 1 puanın altındadır. Bu ilerleme hızıyla 2030 yılına kadar küresel düzeyde öğrenme yoksulluğunun sona erdirilmesi mümkün değildir. Nitekim 2030’da düşük ve orta gelirli ülkelerdeki öğrenme yoksulluğu ortalamasının yüzde 43 olacağı tahmin edilmiştir.
Erken çocukluk eğitiminin yaygınlaşmaması, ilköğretimi tamamlama oranlarının düşük olması, ortaöğretimde ise okul terklerinin özellikle de kız öğrenciler için oldukça yüksek olması 2030’da hâlâ öğrenme yoksulluğunun önemli bir sorun olarak karşımıza çıkacağını göstermektedir. Bunların yanında finansal, sosyal ve kültürel engellerden dolayı okula erişim ve/veya tamamlamada yaşanan zorluklar, okula yönelik değer, öğretmen niteliği ve okul kaynakları gibi pek çok faktör bu oranının azaltılamaması ile ilişkilidir.
BUNA KARŞI NE YAPMALI?
Öğrenme, birçok canlının ortak özelliği. Öğrenme, insanlar için aynı zamanda insanlık tarihi ile yaşıt bir kavram diyebiliriz. Çünkü insan dünyaya geldikten sonra öğrenme süreci başlıyor. İnsan yavrusu en azından dünyaya geldiği andan itibaren nefes almayı, ihtiyaçlarını iletmek için ağlamayı, mutlu olduğunu belli etmek için gülmeyi öğreniyor. Öğrenme süreci ailede, okulda ve yaşamın her alanında devam ediyor. Öğrenme işini tutkuyla yapan, öğrenmeden keyif alan, öğrene işini yaşam boyu yapan birey ve toplumlar ile öğrenmeyi mecbur olduğu için ve belli zamanlarda yapan birey-toplumlar arasında başta üretkenlik ve kalkınma alanlarında uçurumlar oluşuyor. Birinci gruba dahil birey ve toplumlar, öğrenmeye dayalı bir kültür ve yaşam inşa ederken, ikinci gruba dahil birey ve toplumlar başkalarının ürettiği bilgi ve üretimlerin alıcısı/tüketicisi durumuna düşmektedirler.
Öğrenme yoksulluğunun ilacı, topyekûn bir öğrenme seferberliği başlatmak ve öğrenmeyi tüm dünyaya nitelikli şekilde bulaştırmak. Yine, toplumlar ‘akıl koalisyonu’ kurarak bu illetten ülkemizi ve dünyamızı kurtarabilirler. Bunun için öncelikle eğitimciler, aydınlar ve siyasetçilerin bütün yoksulluklarla mücadele yol ve yöntemlerini toplumun önüne koyması gerekmektedir.
Toplumların öğrenmeyi bir yaşam biçimine dönüştürmeleri için ‘öğrenme’ üzerine kafa yormaları, öğrenmeye dayalı kültür inşa etmeleri, ‘Öğrenmeyi (B)ulaştırmak’ için ulusal çapta amaç birliği yapmaları gerekmektedir. Çünkü ‘Öğrenmeyi (B)ulaştırmak’ toplumsal boyutta ele almadan, tek başına bireylerle başarılacak bir durum değil, bireylerin tek başına güçlerinin yetmesi de mümkün değildir.
PANDEMİNİN ETKİSİ
Dünyada ve ülkemizde bir yıldan fazla bir süredir pandemi nedeniyle çocuklar ve gençler yüz yüze eğitimden uzak kaldılar. Bu süre içerisinde uzaktan eğitim olanağı bulan ve bulamayan öğrenciler oldu. Uzaktan eğitim ne kadar yararlı oldu bunu tüm boyutlarıyla henüz bilmiyoruz ancak ekonomik ya da başka nedenlerle uzaktan eğitimden yararlanmayan öğrencilerin ‘Öğrenme Yoksulluğu’nun katlanarak arttığını söyleyebiliriz. İster pandemi koşullarında, ister başka bir olağanüstü durumda, isterse de normal yaşam koşullarında başarılması gereken asıl mesele: ‘Öğrenmeyi (B) ulaştırmak’. Nâzım Hikmet’in bir şiirinde dediği gibi: ‘İşte böyle Laz İsmail, mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!’ Eğitimciler, ebeveynler ve hepimiz için; ‘Mesele, bilgiyi ezberletmekte değil, öğrenmeyi (b)ulaştırmakta bütün mesele!’ Öğrenmeyi (B)ulaştırma konusunda hem kendi tarihimizden hem de dünya tarihinden örnekler vermek mümkündür. Bu yolculukta yanımıza mutlaka kalem, defter ve akıl yürütmek, fikir üretmek için dermanı olan kafamızı alalım. Bütün insanlığa ‘öğrenmeyi (b)ulaştıranlara vefa ve minnet duygusunu unutmadan.
Antik Çağ filozoflarından Sokrates, öğrenme konusunda etkili soru sormanın önemine değinmiştir. Sokrates’e göre iyi bir soru öğrenenin zihninde döllenmeye yol açar. Döllenme sonucunda gelişip, büyüyen bilginin ürüne dönüştürülesinde öğretmen bir ebe gibi davranarak, öğrenenin işini kolaylaştırmalıdır. Doğumu, öğrenen yapmalıdır. Bilgiyi doğuran ve öğrenmenin öznesi olan öğrenen, o bilgiyi büyütüp yeni ve orijinal ürünler elde etmelidir. Sokrates, etkili soru sorma ile öğrenmeyi binlerce yıl öncesinden (b)ulaştırmıştır. Tarihimizde, yaklaşık bin yıl önce Yusuf Has Hacip ‘Kutadgu Bilig- Mutluluk Veren Bilgi’ adlı eserinde; ‘kâmil insan’ kavramına değinmektedir. Ona göre kâmil insan, okuyan, öğrenen insandır. Özellikle insanı geliştiren ve güçlendiren faziletler dikkati çeker: Bilgi edinmek, okumak, güzel yazmak, çeşitli bilimlere sahip olmak, sevilen milli sporlara ve maharetlere değer vermek başta gelir. Memet Fuat, Tevfik Fikret’in yaşamını anlattığı kitabında onun eğitime dair görüşünü şu şekilde anlatıyor; ‘Eğitimin amacı, çocukların kafalarını bilgiyle doldurmak değil, onları yaşama hazırlamaktır. Ezberin yerini oyun, uygulama, deney almalıdır. Eski insanlara yeni bilgiler vermek yerine, ‘Yeni İnsan’ı yaratılmalıydı.’
Cemil COŞKUN/BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder