Memleketi ateşe attılar
Eskişehir’in Seyitgazi ilçesindeki orman yangınında 10 kişi yaşamını yitirdi. Prof. Dr. Erdoğan Atmış, “Düzen değişmedikçe felaketler devam edecek” dedi. 23 yıllık AKP iktidarında Türkiye, “ucuz ölümler ülkesi” haline geldi. Depremden sele her alanda yaşanan çürüme ülkeyi yönetilmez hale getirdi.
Yıllardır uyarılara rağmen orman yangınlarına karşı gerekli önlemleri almayan iktidarın ihmali, Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde 5’i orman işçisi, 5’i sivil toplum gönüllüsü olmak üzere 10 kişinin hayatına mal oldu. 14 kişinin de yaralandığı yangında 1 işçi yoğun bakıma kaldırıldı.
Yangınların etkisinin ve sayısı her geçen gün artmasına rağmen işçi sayısında belirgin bir artış olmaması, işe alınan işçilerin yeterli eğitimi almaması ve ekipman yetersizliği felakete kapı araladı. Üstelik Dokuz Eylül Üniversitesi Tınaztepe Yerleşkesinde bulunan, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman Genel Müdürlüğü Orman Yangınları İşçi Eğitim Merkezi de 2019 yılında kapatılıp Dokuz Eylül Üniversitesi'ne devredildi. Uzmanlar uzun süredir yaşanabilecek felaketlere ilişkin uyarılarda bulunuyordu. Bilim insanlarının yıllardır uyardığı iklim krizi etkileri, hazırlıksız ve plansız yönetimle birleşince faciaya dönüştü.
Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde Büyükyayla ve Fethiye mahalleleri arasında çıkan orman yangınında söndürme ekipleri alevlerin arasında kaldı. 22 Temmuz sabahı saat 08.30’da Seyitgazi ilçesinde başlayan yangın, rüzgarın etkisiyle hızla yayıldı. Alevler kısa sürede yerleşim yerlerini tehdit etti. Yangının ilerleyen saatlerde Afyonkarahisar’ın İhsaniye ilçesi Sarıcaova köyüne ulaşması üzerine köy tedbir amacıyla boşaltıldı. Yangının soğutma çalışmaları sırasında ekipler aniden parlayan alevlerin arasında kaldı. Yangında yaşamını yitirenlerin isimleri şöyle: Sercan Utmi, Hilmi Şahin, Eyüp Dereli, Tolunay Kocaman, Enes Kızılyel, Muharrem Can, İlker Onarıcı, Tekin Enes Sarıyıldız, Bayram Eren Arslan ve Alperen Özcan.
Bu sırada dün sabah saatlerinde de süren yangın, öğleden sonra Afyonkarahisar'ın İhsaniye ilçesine bağlı Sarıcaova köyüne sıçradı. Yangına karadan ve havadan müdahale için ekipler seferber oldu, köy tedbir amacıyla tahliye edildi.
1 İŞÇİ YOĞUN BAKIMDA
İşçilerden Kader Dereli’nin yoğun bakım ünitesindeki tedavisi sürüyor. Eskişehir Şehir Hastanesi’nde tedavi altına alınan Dereli’nin el, yüz ve bacaklarında 2 ve 3’üncü derece yanık olduğu tespit edildi. Ayrıca yoğun sıcak ve yoğun duman nedeniyle akciğerlerinde de hasar oluştuğu belirtildi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını açıkladı. Tunç, "Bizleri büyük bir acıya sevkeden bu elim yangın olayı ile ilgili olarak Eskişehir ve Afyon Cumhuriyet Başsavcılıklarınca derhal soruşturma başlatılarak Cumhuriyet savcılarımız görevlendirilmiştir" dedi.
BÜTÇE AZALTILDI
BirGün TV’ye konuşan Ormancılık Politikası Uzmanı Prof. Dr. Erdoğan Atmış, Türkiye’de yangın rejiminin 2019’dan sonra değiştiğini hatırlattı. Atmış yaptığı açıklamada şunları söyledi: “En önemli nedenlerden biri yangınla mücadele bütçesinin azaltılması. 2018’den beri süren ekonomik krizde asıl tasarruf ormancılıkta yapıldı. Araç-gereç alımı, işçi alımı, güvenlik ekipmanı dağıtımı azaltıldı. Bunun sonucunu şimdi görüyoruz. Orman Genel Müdürlüğü’nün bütçesi kesildi, gelirleri orman kesimi, madencilik ve enerji izinlerine bağlandı. Yangınları önlemek için diğer ormanları daha çok kesmek zorunda bırakıldılar.”
Ayrıca yıllardır işçi alınmadığına vurgu yapan Atmış, “Yangın işçileri 8 saatlik mesaiyle çalışması gerekirken 24 saat çalışmak zorunda kaldılar. Lojistik destek yok, konaklama yok. Bir yangın aracında en az 5 kişi olması gerekirken, iki kişiyle müdahale ediyorlar. Erken müdahale edemiyorlar, yangınlar büyüyor. Buna rağmen işçilerin özverisi üzerinden kahramanlık hikâyeleri anlatılıyor. Hayır, bu insanların ölümü yöneticilerin bilgisizliği ve vasıfsızlığı yüzünden oldu” diye konuştu.
2020’de 21 bin hektar, 2021’de ise 140 bin hektar ormanın yandığını belirten Atmış, “Öncesinde ortalama 7 bin hektardı. Sonraki yıllarda da 3-4 katı yandı. Önlemler alınmadığı için yangınlar büyüyor. Organizasyon yapısı bozuldu. Yönetici kadrolar bilgi sahibi değil, hiçbir sorumluluk almıyor. Tartışmalar hep yangını kimin çıkardığı üzerine. Oysa elektrik hatları bakım yapılmadığı için yangınlara neden oluyor. Ormanlarda 1 milyon hektara yakın tahsis var; madencilik, enerji, turizm. İnsan etkileşimi arttı. Sıradan insanların pikniği yasak ama ormanlar maden, enerji ve turizm için tahsis ediliyor” şeklinde konuştu.
EĞİTİM YETERSİZ
“Yangınla mücadelede eğitim yetersiz” ifadeleriyle sözlerini sürdüren Atmış, “Emir komuta zinciri doğru çalışmıyor. 24 kişi etkilendi, 10 kişi hayatını kaybetti. Mevsimlik işçiler uzun eğitim verilmeden yangına gönderiliyorlar. Yangın işçiliği taşeronlaştırıldı; coğrafyayı bilmeyen, eğitimsiz işçiler taşeronlarca getiriliyor. Sorgulanmıyor bile. Partili taşeronlara iş alanı yaratılıyor” dedi.
Atmış, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Ölenler kahraman, şehit ama sorumlular ortaya çıkarılmalı. Sadece görevden alma değil, cezalandırma gerekli. Aksi halde bu acılar unutulacak, toplumsal yabancılaşma artacak. Meslektaşlarıma sesleniyorum: Bir gram vicdanınız kaldıysa sesinizi çıkarın. Ülke daha iyi yönetilmeyi hak ediyor. Ormanlarımız ve ormancılarımız değerli ama değeri bilinmiyor. Bilgisiz, partizanca yönetim felaketleri önleyemez. İktidar rant paylaşımı için burada; artık yönetemiyorlar. Depremlerden, yangınlardan rant devşiriyorlar. Bu düzen değişmedikçe felaketler sürmeye devam edecek.”
∗∗∗
MAAŞ ZAMMINI SORMUŞ
Yaşamını yitiren işçilerden Eyüp Dereli’nin, yangından önce arkadaşlarına geçim sıkıntısını dile getirdiği bir mesaj attığı ortaya çıktı. Geçmişte belediyede dozer operatörlüğü yaptığı öğrenilen Dereli, beş yıl önce orman teşkilatında çalışmaya başladı. Dereli, Facebook üzerinden gönderdiği mesaj ile toplu iş sözleşmesi kapsamında maaşlarına zam yapılıp yapılmadığını sordu.
‘Orman işçileri haber platformu’ndan Gökhan Şahan’ın paylaştığı mesajda şu ifadeler yer aldı: “Hayırlı akşamlar sendika yetkisi ve TİS imza hakkında bir gelişme var mı acaba bu aya zamlı maaş alabilecek miyiz bilgi verirseniz çok seviniriz.
∗∗∗
SORUMLU AKP İKTİDARI
Siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri de 10 işçinin hayatını kaybettiği faciaya ilişkin açıklama gerçekleştirdi.
• Türk Tabipleri Birliği: “Orman yangınlarıyla mücadele eden işçiler, ağır koşullarda, doğrudan hayati tehlikelerle karşı karşıya çalışıyor. Önlenebilir her işçi ölümü iş cinayetidir. Bu kayıplar iklim krizinin etkilerinin, liyakatsiz yönetimin, taşeronlaştırmanın ve yetersiz iş güvenliği önlemlerinin sonucudur.”
• KESK: “Alınmayan önlemlerle insanların ölüme gönderilmesine neden olan tüm sorumluların derhal ortaya çıkarılmasını ve adalet önünde hesap vermesini istiyoruz. Sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.”
• SOL PARTİ: “Seyitgazi yangınının da, yangının söndürülememesinin de sorumlusu AKP iktidarıdır. Daha önce yanan alanları özelleştirenler otellere teslim edenler, sabotajlara izin verenler, yangın söndürme sistemlerini etkisizleştirenler, THK yangın söndürme uçaklarını ihaleyle satışa çıkartanlar, 10 kişiyi cinayete kurban edenlerdir. Aynı zamanda elektrik dağıtım hizmetlerini özelleştirenler, ormancıların yangın söndürme eğitim kamplarını kapatıp eğitimsiz mevsimlik işçileri ölüme sürükleyenler ve sorumlular derhal yargılanmalıdır!”
• CHP Sözcüsü Deniz Yücel: Türk Hava Kurumunun yangın söndürme uçaklarını sattıranların acaba vicdanları rahat mı? Gece rahat uyuyabiliyorlar mı?
• DEM Parti: “Yetkilileri orman yangınlarına karşı etkili bir mücadele yöntemi oluşturmaya, eksikliklerin bir an önce giderilmesi için çalışma yürütmeye çağırıyoruz.”
• EMEP: “Orman yangınlarıyla canı pahasına mücadele eden işçilerin toplu cinayetinden Erdoğan iktidarı sorumludur. Hesap sormak için tüm emek, demokrasi güçlerini, sendikaları birleşmeye çağırıyoruz.”
• TİP: “Ormanlarımızı madenlere, ranta kurban eden bu zihniyet, doğal yıkımı felakete dönüştürerek yoksul halkı savunmasız bırakmaktadır. Bu cinayetlerin sorumlularından tek tek hesap sorulana, insan yaşamının ve doğanın kar hırsının önüne geçtiği bir düzen kurulana dek mücadelemizi sürdüreceğiz.”
***
Ödenek yetmedi, orman yandı: Yangın havuzu ihaleleri iptal -Mustafa Bildircin-
Eskişehir'de, orman işçilerinin ve AKUT gönüllülerinin yaşamını yitirdiği orman yangını, yangınlar ile mücadeledeki bütçe engellerini bir kez daha gündeme taşıdı. İlki Haziran 2022’de olmak üzere, Temmuz 2022, Mayıs 2023, Haziran 2023 ve Ağustos 2023’teki Eskişehir Erikli Mevkii’ne yangın havuzu yapımı girişimlerinin, “Ödenek yetersizliğine” takıldığı ortaya çıktı.
Türkiye’nin ciğerlerini küle çeviren orman yangınları bu kez 10 can aldı. Eskişehir'in Seyitgazi ilçesinde başlayan ve Afyonkarahisar'ın İhsaniye ilçesine ulaşan orman yangınlarına müdahale eden beş orman işçisi ve beş AKUT gönüllüsü hayatını kaybetti. Türkiye’de, 2025 yılında orman yangınlarına müdahale ederken yaşamını yitiren orman işçisi sayısı yediye ulaştı.
Eskişehir'de yaşanan felaketin ardından Türkiye’de orman yangınlarına müdahalede yaşanan zafiyet bir kez daha gündeme geldi. Türkiye Ormancılar Derneği Genel Başkanı Ahmet Hüsrev Özkara, orman yangınlarının önlenmesi ile ilgili yaptığı açıklamada, orman yangınları ile mücadelenin devamlılık gerektirdiğinin altını çizerek, İzmir Buca’daki orman eğitim merkezinin 2018 yılında kapatıldığını söyledi.
ÖDENEK YETERSİZ
Özkara’nın açıklamalarının yanı sıra, Eskişehir Orman İşletme Müdürlüğü’nün ödenek yetersizliği nedeniyle hayata geçiremediği projeler de orman yangınları ile mücadeledeki zafiyeti ortaya koydu. Müdürlüğün, 2022 ve 2023 yıllarında defalarca yapım ihalesini açtığı Erikli Mevkii Yangın Havuzu Projesi’nin, ödenek yetersizliğine takıldığı öğrenildi.
TAMAMLANAMAYAN İHALELER
OGM Eskişehir Orman İşletme Müdürlüğü İnönü Orman İşletme Şefliği, Erikli Mevkii Yangın Havuzu için ilk ihaleyi 27 Haziran 2022 tarihinde açtı. İhale, “Bütün tekliflerin alıma ayrılan ödeneğin ya da yaklaşık maliyetin çok üzerinde olması nedeniyle” iptal edildi.
Müdürlük, yangın havuzunun yapımı için Temmuz 2022’de bir ihale daha düzenledi. 8 Temmuz 2022 tarihinde gerçekleştirilen ihale de “Bütün tekliflerin alıma ayrılan ödeneğin ya da yaklaşık maliyetin çok üzerinde olması” gerekçesiyle tamamlanamadı.
Yangın havuzu için 8 Mayıs 2023 ve 6 Haziran 2023 tarihlerinde iki girişimde daha bulunuldu. Mayıs 2023 ve Haziran 2023’teki ihaleler de yine ödenek yetersizliği gerekçesiyle sonuçlandırılamadı.
***
“Eğitim, geleneğinde var”-Şükrü Aslan-
Munzur Doğa ve Kültür Festivali için heyecanlı-gerilimli-kaygılı süreçlerin yaşandığı şu günlerde olduğu gibi, hemen her dönem bu kadim coğrafyanın bazı özellikleri, ülke gündeminin de bir parçası olmuştur. “Eğitim” o özelliklerin başında gelir ve yazının başlığındaki ifade, tam olarak hem Dersim coğrafyasını, hem de onun bir kurumu olan Tunceli Eğitim ve Sağlık Vakfı’nı tanımlar.
Bir olgu olarak ‘eğitim’, Dersim’de formel kurumların inşasından çok daha geçmişe dayanan bir deneyimdi. Her şeyden önce Alevi inanç geleneğindeki Cem’ler, aynı zamanda birer eğitim işlevi görürdü. Yanı sıra istikrarlı mekânsal karşılığı olan eğitim pratikleri de vardı. Mesela köylerde ileri gelen aileler evlerinin bir odasını ‘eğitim’e ayırır; öğretmen ve materyal maliyetini de kendileri karşılardı. 20. yüzyıl içinde Dersim’de ‘eski yazı’nın yaygın şekilde bilinmesi büyük ölçüde bu enformel eğitim çabalarının bir sonucuydu.
∗∗∗
Resmi devlet eğitim kurumları bakımından da Dersim, pek çok başka şehirden daha eski-köklü bir deneyime sahipti. Prof. Dr. Ümüt Akagündüz’ün araştırmalarına göre Dersim sancağında ilk mektepler 1877’de Nazimiye ve Hozat’ta açılmıştı. Daha sonra bunları Rüştiyeler takip edecekti. 1894’de altısı Rüştiye, geri kalanları İptidai olmak üzere Dersim’de toplam 81 okul bulunuyordu. Bunların kimliksel dağılımı, bir ölçüde coğrafyanın demografik çeşitliliğine-zenginliğine uygundu. Mesela Dersim merkezde iki İptidai Mektepten biri Ermenilere aitti. Çarsancak’ta 18 İptidai Mektepten beşi Ermeni, biri Protestan okuluydu. Çemişgezek’te 52 İptidai Mektepten ikisi Protestan, 11’i Ermeni’lere aitti. Mazgirt’te bir İslam, bir Ermeni İptidai Mektebi, Pah’da bir İslam İptidai Mektebi vardı.
∗∗∗
1889-1908 kayıtlarına göre Dersim’in en kıyısında kalan Ovacık’ta bile biri merkezde, ikisi köylerde olmak üzere üç İptidai Mektep vardı. Kızılkilise merkezi dışında Ersik ve Ramazan Nahiyelerinde de birer İptidai Mektep vardı. 1907 yılı kayıtlarına göre Ersik İbtidai Mektebinde 22, Kızılkilise İptidai Mektebinde 33, Ramazan İptidai Mektebinde 16 erkek öğrenci okuyordu. 1872-1908 yılları arasında Çemişgezek, Hozat, Mazgirt, Çarsancak, Pertek, Ovacık ve Kuzican (Pülümür) Rüştiye Mektepleri aktifti. Örneğin Mazgirt Rüştiye Mektebi’nde 1872-1908 yılları arasında 532 öğrenci eğitim görmüştü. Pertek Rüştiye Mektebi’nde bazı dönemler kesintiye uğramış olsa da aynı tarih aralığında 709 öğrenci eğitim görmüştü. 1913-1914’e gelindiğinde sayısı biraz azalmış olmakla birlikte Dersim Sancağında 54 iptidai okulu bulunmaktaydı. Bu okullarda beşi kadın, 67 öğretmen görev yapmış ve 173 kız öğrenci eğitim görmüştü.
Cumhuriyet döneminde de 1938’den önce Dersim’in pek çok yerinde devlet okulları vardı. Tunceli vilayetinin kurulduğu 1935’de il genelinde 1.412 öğrencinin okuduğu 18 ilkokul vardı. O yıllarda Tunceli’de Ortaokul olmadığı için öğrenciler Elazığ’daki okullara gidiyorlardı. 1936 yılı kayıtlarına göre Nazimiye, Mazgirt, Türüşmek, İncik, Dervişcemal, Şahsik, Türktanır ve Ovacık’ta ilkokullarda kız öğrencilerin sayısı ilgi çekiciydi. Örneğin Hozat merkezde beş sınıflı okulda 24 kız, 124 erkek öğrenci öğrenim görüyordu. İnciğa ve Dervişcemal Köylerinde birer öğretmen üç sınıfı okutuyordu. Sin, Tanır ve Amutka’daki okullarda ise Çemişgezek’ten görevlendirilen üç öğretmen görev yapıyordu. İnciğa İlkokulunda 10 kız, 62 erkek, Dervişcemal Köyünde ise 4 kız, 36 erkek öğrenci okumaktaydı.
∗∗∗
Özetle gerek geleneksel kültürüne uygun şekilde ve gerekse formel anlamda Dersim, gerçekte bir “eğitim coğrafyası” idi. Ne var ki devlet yöneticileri bütün bu resmi kayıt ve kurumlara rağmen koro halinde Dersimlilerin ‘eğitim kurumu’ istemediğini iddia edebiliyorlardı. Hatta Başbakan Celal Bayar, 6 Ocak 1938’de TBMM’de devletin Dersim’e giremediğini, Dersimlilerin devleti istemediğini, ama orada devleti ‘tesis edecekleri’ni söylemişti. Resmi politika kocaman bir yalan üzerinden kurulmuş ve Dersim kırımı bu konuşmadan birkaç ay sonra gelmişti. O kadar ki Dersim’i kırmak için görevlendirilen Korgeneral H. Abdullah Alpdoğan’ın Kastamonu’daki köyü Donalar’da da o yıllarda henüz okul yoktu.
/././
Altan Öymen gazeteciliği!-Nazım Alpman-
Türkiye 19 Temmuz 2025 günü çok değerli bir gazeteci ve devlet adamını kaybetti. Altan Öymen hayata veda etti. Onun kaybetmenin bıraktığı etkiyi en güzel, elli yıllık dostu/meslektaşı Melih Âşık özetledi.
"Türkiye bir iyi adamı kaybetti. İyi insan, iyi gazeteci, iyi yazar, iyi siyasetçi... Altan Öymen nereden bakarsanız bakın, çok iyi bir insandı!
Ben Altan Öymen ile ilk olarak 1975 yılında Cağaloğlu’nda tanıştım. Kitabevlerinin neredeyse tamamı Babıali Yokuşu’nda dizilmişlerdi... Bir kitap almak için yayınevinden içeri girdim. Daha kendi alacağım kitaba yönelmeden içeri taşınmakta olan balyaların arasında kalmıştım. Kitapların açılmış paketlerinin üstünde daha sonra çok ünlenecek bir kitabın adını okudum:
“Mobilya Dosyası!”
Uğur Mumcu ile Altan Öymen imzasını taşıyan kitabın birinci baskısı matbaadan geliyordu. Benimle beraber kitaplara yönelenler arasındaki uzun boylu adamı gözüm bir yerlerden ısırıyordu.
Mobilya Dosyası’nın yazı dizisi halini Cumhuriyet gazetesinden okumuş olmanın rahatlığıyla ortaya bir soru attım:
-Bunun da kitaba mı çıktı?
-Evet çıktı!
Altan Öymen’i o zaman tanıdım. Biraz mahcup oldum. Haliyle ilk baskının ilk kitaplarından birini ona imzalatarak aldım. Muhtemelen bu kitabın ilk imzasıydı.
Kitap, Türkiye siyasetinde bomba etkisi yaptı. Çünkü o yıl Başbakan olan Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in "marifetlerini" konu alıyordu Mobilya Dosyası adlı kitap...
Yeğen Demirel, Karadeniz Ereğli’sinden mobilya ihracatı yapmış gibi görünen belgelerle devletten 25 milyon lira vergi iadesi almıştı! Günümüzdeki yolsuzluklarla kıyaslayınca ne kadar da mütevazıymış(!)
Büyük bir skandal olarak kabul edilen bu olaydan sonra Başbakan Demirel istifa falan etmedi. Sadece yeğeninin yaptığını, küçük yaşta yapılan basit bir "yaramazlık” gibi değerlendirip kitabın yazarlarını suçladı!
-25 yaşında bir çocukla uğraşıyorlar!
Altan Öymen çok şık bir "25 yaş" yanıtı verdi:
-Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25, Hüseyin İnan ise 23 yaşındaydılar!
Üç yıl önce üç gencin idam dosyaları Meclis’e gelince Demirel, tereddütsüz elini kaldırmış, sonra da arkaya dönerek Adalet Partisi sıralarından elini kaldırmayan var mı diye bakmıştı!
Demirel büyük bir gururla idam kararlarına "evet" oyu vererek, ne kadar demokrat(!) olduğunu da göstermişti.
Altan Öymen iki yıl sonra yapılan 5 Haziran 1977 Genel Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) milletvekili olarak TBMM ‘ye girdi. Bülent Ecevit’in kurduğu 40. Hükümet’te Turizm ve Tanıtma Bakanı oldu.
12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra siyasi partiler kapatılınca Altan Öymen mesleğine döndü. Cumhuriyet gazetesinde röportajlar yaptı... O dönemde siyasi yazılar "sakıncalı" olduğu için Altan abi, Tan Oral ile Anadolu’ya gidip şehir röportajları yaptı.
Bunlardan 01 Adana onun son kitabı olarak kitapçı raflarında yerini aldığında Türkiye artık bir başka baskı rejiminin kollarında kıvranıyordu!
Altan abi gazeteciliğe başladığı 1950’de Türkiye, çok partili demokrasiye geçiyordu.
Demokrat Parti (DP) memlekete demokrasi getirecekti!
Sağ partiler demokrasi vaatleriyle gelip dikta rejimiyle gittikleri için ülke bir türlü rahat nefes alamıyordu.
Altan Öymen ders alınsın diye bu dönemi otobiyografik bir dizi ile kaleme aldı. "Bir Dönem Bir Çocuk", "Değişim Yılları", "Öfkeli Yıllar", "Ve İhtilal", ‘’Umutlar ve İdamlar" adlı kitapları yakın tarihimizin çok önemli bilgilerini birinci tanık üzerinden aktarıyor. “Anı kitabı nasıl yazılır?” sorusunun da cevabı niteliğini taşıyor. Fotoğraf altı bilgi notu olmayan tek kare, kitaplarda yer almıyor.
Altan Öymen ile 1980’lerin ikinci yarısında da Milliyet gazetesinde bir araya geldik.
Altan abi Milliyet’in Genel Yayın Koordinatörü ve başyazarı idi... Genel Yayın Yönetmeni Doğan Heper ile birlikte gazetenin üst düzey yöneticilerindendi.
Gazetede her düzeyde çalışan ile eşit düzeyde ilişki kurmasıyla çok sevilirdi.
Onun "diplomatik" bir yaklaşımla eleştirdiği Hükümet başkanı, genelkurmay başkanı veya bakanını, yeterince "haşlamadığı" için çay ocağının demirbaşı Dursun abimiz şöyle diyebiliyordu:
-Altan Bey bugün yazınız bizim ansiklopedi gibi pek anlaşılmıyor!
Altan abi "Ya öyle mi?" diyerek Dursun’un yanından ayrılıyordu. Onun büyüklüğü engin bir okyanus gibiydi. Herkese değer verirdi!
Altan Öymen, arkasından gelen kuşaklarla abi kardeş ilişkisi oluşuyordu. . Ben de bu yakınlıktan nasibimi alan şanslı gazeteciler arasında olmanın gururunu yaşadım.
Ona ihtiyacımız olduğunda sadece bir telefon ile ulaşır, ne istiyorsak koşulsuz kabul eder ve yanımıza gelirdi.
Babacan sevgisi, zarafeti, mesleki özeni, temas ve mesafe konusundaki hassasiyeti ve gazeteciliğin bütün kurallarına verdiği önemle sahici gazetecilerin rol modeli oldu.
Onun uzun ve istikrarlı çizgisiyle Babıali’de bir okul olma özelliğine sahip olduğuna biz tanığız:
-Altan Öymen gazeteciliği!
/././
Bir kişi daha Zehra Kınık’tan şikâyetini geri çekti!-İsmail Arı-
Fatma Zehra Kınık'ın ölümüne neden olduğu 17 yaşındaki Batın Barlasçeki’nin babasından sonra kazada yaralanan motosiklet sürücüsü Yavuz Selim Öztürk de mahkemeye verdiği dilekçeyle şikâyetini geri çekti.
Önceki Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın kızı Fatma Zehra Kınık Demir’in davasında dikkati çeken bir gelişme daha yaşandı. Zehra Kınık’ın ölümüne neden olduğu 17 yaşındaki Batın Barlasçeki’nin babası Serdal Barlasçeki’nin ardından kazada yaralanan motosiklet sürücüsü Yavuz Selim Öztürk’ün de şikâyetini geri çektiği ortaya çıktı.
Fatma Zehra Kınık Demir, 9 Temmuz 2024’te 17 yaşındaki Batın Barlasçeki’nin hayatını kaybetmesine ve üç kişinin yaralanmasına neden oldu. Sadece bir gece gözaltına kalan ve 15 yıla kadar hapsi istenen Fatma Zehra Kınık Demir, kazanın ardından çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Kazaya dair Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi de bir rapor hazırladı. İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan raporda da Kınık Demir’in asli kusurlu olduğu belirtildi. Batın Barlasçeki’nin ailesini ve avukatlarının talebine rağmen Zehra Kınık Demir tutuklanmadı. Ayrıca bu süreçte Barlasçeki’nin ailesi daha önce de Kınık ailesinin kendilerine para teklif ettiğini açıkladı.
4 YIL 2 AY HAPİS CEZASI ALDI
Davanın 26 Mayıs’ta görülen duruşmasında ise Fatma Zehra Kınık Demir’e sadece 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi. Mahkeme heyeti, sanığa verilen hapis cezasının miktarı itibarıyla cezanın ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulanmasına yer olmadığına hükmederek, sanık hakkında uygulanan adli kontrol tedbirlerinin de devamını kararlaştırdı. Demir’in 2 yıl süreyle ehliyetine de el konuldu.
BABA ŞİKÂYETİNİ GERİ ÇEKTİ
Hem Zehra Kınık hem de Batın Barlasçeki’nin annesi Hasret Doğan kararı istinafa taşıdı. 4 Temmuz tarihinde ise Batın Barlasçeki’nin babası Serdal Barlasçeki, İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği dilekçe ile Zehra Kınık’tan şikâyetçi olmadığını bildirdi.
Serdal Barlasçeki’nin dilekçesinde, "Sanık Fatma Zehra Kınık Demir hakkında şikâyetimden vazgeçiyorum. Sanıktan herhangi bir maddi veya manevi tazminat talebim yoktur. İstinaf yoluna da başvurmayacağım, bu hakkımdan feragat ettiğimi beyan ediyorum" ifadeleri yer aldı.
Anne Hasret Doğan ise şikâyetini geri çekmedi ve Zehra Kınık en ağır cezayı alana kadar hukuk mücadelesini sürdüreceğini söyledi.
ARKADAŞI DA ŞİKÂYETİNİ GERİ ÇEKTİ
Zehra Kınık’ın çarptığı motosikletin sürücüsü Yavuz Selim Öztürk de dün akşam saatlerinde İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne bir dilekçe vererek, Zehra Kınık’tan artık şikâyetçi olmadığını bildirdi.
***
İktidarın Öcalan ısrarı: 2025, 2019’un devamı mı?-Berkant Gültekin-
İktidarın “Terörsüz Türkiye” olarak tanımladığı, Kürt hareketinin ise “toplumsal barış ve demokratikleşme” kavramlarıyla açıkladığı süreç, gizlenen ya da henüz belirlenmemiş içeriğiyle tartışılmaya devam ediyor. İktidarın niyeti az çok ortada ama Kürt hareketi, farklı olası sonuçlarına dikkat çekip muhalefeti sürece müspet bir yerden bakmaya çağırıyor.
Başlık yanlış anlaşılmasın, Kürt hareketinin taraf olduğu bir süreç yürütülüyorsa elbette doğal muhataplardan biri de Abdullah Öcalan’dır. Bu, onu sevip sevmeme, görüşlerini değerli bulup bulmamakla alakalı bir durum değil, eşyanın tabiatı gereğidir. Sonuçta Öcalan, PKK’nin, yani ülkedeki kimlik inkarına karşı geliştirdiği çizgiyle güçlü bir varlık kazanmış olan Kürt siyasi hareketinin tarihsel lideridir.
İktidarın yaklaşımı açısından meselenin dikkat çeken tarafı, Öcalan’ın muhatap alınmasından öte, neden sadece Öcalan’ın muhatap alındığı ve her detayın kapalı kapılar ardında belirlendiğidir. Sürece ilişkin bu metot, Kürt hareketinin hiyerarşik yapısına saygı duyulduğu için mi seçilmiştir yoksa iktidarın, Öcalan’ı merkeze almasının arkasında başkaca siyasi hesaplar ve beklentiler mi vardır?
6 YIL ÖNCEKİ DENEME
Bu sorunun cevabını aramak için 6 yıl önceye, bir önceki yerel seçimlerin yapıldığı günlere gidelim. Yıllar sonra İstanbul ve Ankara’yı kaybeden AKP, yenilgiyi kabullenmeyerek İstanbul seçimini “usulsüzlük” bahanesiyle iptal ettirmiş ancak 23 Haziran 2019 günü tekrar edilen seçimde Ekrem İmamoğlu’nun oylarını artırmasına ve İBB Başkanı seçilmesine engel olamamıştı. Fakat engel olmak için seçimden 3 gün önce ilginç bir yönteme başvurulmuştu.
Kamuoyunda pek tanınmayan ve Munzur Üniversitesi’nde görev yapan bir akademisyen olan Ali Kemal Özcan, 20 Haziran’da kameraların karşısına geçmiş, AA’nınki dahil önünde duran ajans mikrofonlarına PKK lideri Öcalan’ın mektubunu okumuştu. Özcan’ın söylediğine göre bu mektup, kendisine Öcalan tarafından avukatlarına iletilmek üzere verilmişti. Öcalan mektubunda, HDP’yi seçimde tarafsız kalmaya çağırıyordu:
“HDP'de vücut bulan demokratik ittifak anlayışı güncel seçim tartışmalarına taraf ve payanda yapılmamalıdır. Demokratik ittifakın önemi ve tarihsel anlamı mevcut ikilemlere kendini angaje etmemesi ve şimdiye kadar olduğu gibi seçimlerdeki tarafsız çizgisinde ısrar etmesidir.”
AA Haberi, “Teröristbaşı Öcalan'dan HDP'ye İstanbul seçimlerinde tarafsızlık çağrısı” başlığıyla servis etti. Erdoğan ve Bahçeli de mektubu önemseyerek, yaptıkları değerlendirmelerde “teröristbaşı” olarak andıkları Öcalan’ın çağrısına Kürt halkının kulak vermesi gerektiğini söylediler. İktidar bloku, CHP’nin adaylarını destekleyen Kürt hareketi ile PKK lideri Öcalan’ın farklı yerlerde durduğuna işaret edip HDP oylarının İmamoğlu’na gitmesini önlemek niyetindeydi. Erdoğan yaşananları “Öcalan ile Demirtaş arasındaki liderlik kavgası” olarak yorumladı ve şöyle dedi: “Öcalan, Demirtaş'a ve dağa mesajlarını veriyor.”
23 Haziran seçimlerinde iktidarın çabaları sonuç vermedi. İmamoğlu, AKP’nin adayı Binali Yıldırım’la arasındaki farkı daha da açtı. İktidarın Öcalan hamlesi işe yaramadı. Seçimden birkaç ay sonra Öcalan’ın mektubunu okuyan Özcan, medyaya bazı demeçler vererek olayın arka planını gözler önüne serdi.
Özcan, eylül ayındaki demecinde, İmralı’ya Erdoğan’ın bilgisi dahilinde gittiğini açıkladı. Ocak 2020’de gazeteci Can Bursalı’ya, Öcalan’ın kendisine, “açıklamayı avukatlarıyla birlikte okumasını, aksi takdirde kendisinin komplocu olduğu düşünülerek oyların ters yönde fırlayacağını” söylediğini anlattı. (Ama o avukatlara ulaşamamış ve belki de Öcalan’ın öngördüğü nedenden oylar ters yönde fırlamıştı.)
HAREKETTE FARKLI ÇİZGİLER
Kürt hareketi yekpare, monoblok bir yapı değil. Bu çok doğal. Politikaya bakış, ideolojik tercihler, stratejik yönelimler konusunda farklı düşüncelere sahip olan kanatlar, gruplar, aktörler var. Örneğin, dönemin Kobani anlaşmazlığının da bir uzantısı olarak, 10 yıl önce Demirtaş’ın Meclis kürsüsünden dillendirdiği “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü etrafında şekillenen çizgiye, hareket içinde muhalefet edenler, bu tavrı gereksiz ve aşırı bulanlar da olmuştu.
2019’da da baskın ve belirleyici olan, “seni başkan yaptırmayacağız” çizgisiydi. Öcalan’ın önerdiği, iktidara cepheden karşıtlık geliştirmemeyi temel alan “tarafsızlık” stratejisi, aktif bir politika olmadı. Kürt hareketi, doğrudan iktidar karşıtı muhalefet blokunun içinde kalarak hedefine yürümeyi tercih etti. Bu nedenle HDP, ağır bir iktidar baskısıyla cezalandırıldı. Onlarca belediyesine kayyum atandı, siyasetçileri cezaevine gönderildi.
Mayıs 2023 seçimlerinde de Kürt hareketinin muhalefet içinde kalma stratejisi devam etti. Ancak seçim, umutlu dolu atmosfere rağmen kazanılamadı ve Erdoğan iktidarı ayakta kaldı. Bugünden bakınca bu seçimlerin, Kürt hareketinde yaşanan siyasi kırılmada önemli bir aşama olduğu söylenebilir. Bir sonraki yerel seçimde temel pozisyon değişmese de parti içindeki muhalefet önceki dönemlere göre daha canlı ve belirgin hale geldi. 2019’da İstanbul ve 10 büyükşehirde aday çıkarılmamıştı, 2024 ise çok iddialı bir kampanya yürütülmese de İmamoğlu’nun karşısında Kürt hareketinin bir adayı vardı.
2024’ün sonuna ilerlerken Ortadoğu’da İsrail saldırganlığının yol açtığı gelişmeler ve Suriye’deki aktüel durum, hem Kürt hareketini hem de iktidar blokunu revizyona zorladı. Revizyon zorunluluğu, iç politikada bugün konuştuğumuz “süreci” doğurdu. Eş zamanlı olarak İmamoğlu’nun da tutuklanması, muhalefetin iktidar alternatifi olma ihtimalinin ortadan kalktığı izlemini uyandırdı. Bu ortam, 2019’da başarılamayan şeyin hayata geçirilebileceği yeni bir düzlem yarattı.
“Öcalan Meclis’e gelsin konuşsun” çağrıları, bir anda “teröristbaşı”ndan “kurucu önder” nitelemesine geçilmesi, Öcalan’ın bölgesel konjonktürün katkısıyla bu kez PKK’ye silah bıraktırmayı başarıp tarihsel bir dönemi kapatması ve bu yolla Kandil’in fiili liderliğinin etkisizleştirilmesi gibi gelişmeler Kürt hareketinin ağırlık merkezini bütünüyle İmralı’ya kaydırdı. Artık Öcalan’ın, ideolojik önderliği ve tarihsel karşılığının ötesinde, “tarafsızlığı” esas alan güncel siyasi çizgisi, Kürt hareketinin temel stratejisi haline getirilebilecekti. Öcalan’ın farklı gerekçeleri olsa da rejim açısından bu, muhalefetin AKP-MHP ittifakı karşısındaki çoğunluk olma durumunun sona erdirilmesi demekti.
İLERİCİ BİR SİYASET GEREK
Dolayısıyla 2025 hamlesi, 2019’un devamıdır. 2019’da yapılamayanı, günün zorunlulukları ve olanakları çerçevesinde hayata geçirme denemesidir. Tüm bunlar rejim blokunun DEM Parti’yi tereyağından kıl çeker gibi kendine tabi kılacağı anlamına gelmiyor elbette. Kadrosu ve tabanının önemli bir bölümünün hayata sol pencereden baktığı bir partiden söz ediyoruz. Dışarıya fazla sızmasa da DEM Parti içinde de tartışmalar yaşandığı belli. Bunu, yayınlanıp silinen açıklamalardan anlıyoruz.
Muhalefetin, özelde CHP’nin, medyada görünür olan temsilcilerini özenle seçmesinin kritik önemde olduğu hassas bir sürece girildi. Haklar ve özgürlükler bakımından yeterince gelişmemiş, daha fazla demokrasiye ihtiyacı olan bir ülkeyiz. Bunu yadsıyıp, AKP-MHP zihniyetinin bile gerisine düşecek şekilde geleneksel refleksler sergilemek tam da iktidarın istediği manzarayı yaratır.
Laikliğin güvencesi altında tüm kimliklerin ve inançların özgürce yaşadığı, eşit yurttaşlık temelinde yükselen bağımsız, çağdaş, demokratik ve paylaşımda adil bir Türkiye özlemini bıkmadan usanmadan dillendirmek, geniş halk kesimlerini iktidarın ümmetçi aklına, memleketi yoksulluğa sürükleyen çürümüş düzenine karşı bu özlemle bütün ve yan yana tutmak gerekiyor.
/././
Mansur Yavaş: Elimizden geleni yaptık ama mahkemeyi kaybettik
Mansur Yavaş, Ankara'nın Dodurga Mahallesi'nde rant temelli imar planlarına karşı açtıkları davayı kaybettiklerini duyurdu. Dodurga Mahallesi'ndeki betonlaşmaya karşı mücadele ettiklerini vurgulayan Yavaş, "Mahkemeyi kaybettik. Bu bir şehir planı değil. Bu bir gelecek tasavvuru hiç değil. Bu, çocuklarımıza bırakılacak bir yaşam değil, birer enkaz projeleridir" dedi.
Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, Çankaya'daki Dodurga Mahallesi'yle ilgili açtıkları davayı kaybettiklerini duyurdu.
Yavaş, X hesabından Dodurga'nın videosunu paylaşarak ranta dayalı imar planlarıyla mahallenin nasıl kaybedildiğini anlattı. Vadilerin üzerinin betonla kapatıldığına dikkati çeken Yavaş, "Bu bir şehir planı değil. Bu bir gelecek tasavvuru hiç değil. Bu, çocuklarımıza bırakılacak bir yaşam değil, birer enkaz projeleridir" dedi.
AKP döneminde yapılan bu rant projesini durdurmak için ellerinden geleni yaptıklarını aktaran Yavaş, "Biz bu düzeni durdurmak için elimizden geleni yaptık. İtiraz ettik, dava açtık, 'Bu şehir hepimizin' dedik. Ama mahkemeyi kaybettik" ifadelerini kullandı.
"HER BOŞ ARAZİYE BİRER BETON KULESİ DİKİLECEK"
Yavaş, paylaşımında şu ifadeleri kullandı:
"Burası Dodurga. Bir zamanlar nefes alınacak alanlar, çocukların oynayacağı boşluklar, doğanın sesini duyabileceğimiz vadilerdi burası… Ama önceki yönetim döneminde, ranta dayalı imar planlarıyla bu güzelliklerin üzeri betonla kapatıldı. İşte şimdi gördüğünüz gibi; her boş araziye birer beton kulesi dikilecek. Biz bu düzeni durdurmak için elimizden geleni yaptık. İtiraz ettik, dava açtık, “Bu şehir hepimizin” dedik. Ama mahkemeyi kaybettik. Bu bir şehir planı değil. Bu bir gelecek tasavvuru hiç değil. Bu, çocuklarımıza bırakılacak bir yaşam değil, birer enkaz projeleridir. Ranta dayalı imar planlarının burasıyla sınırlı olduğunu düşünmeyin: Yarın size bir başka katliamı, Alaacatlı Mahallesi’ni göstereceğim. Çünkü bu planlamaya ne yol yeter ne de altyapı…" (https://twitter.com/i/status/1948661046526332989)
***
TÜİK 24 yıl sonra tarım sayımı başlattı: Uzmanlardan “güven” uyarısı
Türkiye’de en son 2001 yılında yapılan Genel Tarım Sayımı 24 yıl aradan sonra yeniden başlatıldı. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Mera varlığı bile bilinmeden planlama yapılamaz. Örnekleme yöntemiyle sağlıklı sonuçlar elde edilemez” diyerek TÜİK’e personel ve güven uyarısında bulundu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), en son 2001’de yapılan “Tarım Sayımı” uygulamasını bu yıl tekrar yapıyor.
24 yıl sonra başlayan sayım, tarımsal üretimin temel yapısal görünümünü yerleşim yeri bazında ortaya koyacak olan en kapsamlı veri kaynağı olacak.
TMMOB’a bağlı Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, "Açıklanan enflasyon verilerine bile güvenilmeyen bir ortamda TÜİK hangi saha personeli ile bu verileri toplayacak? Yıllardır bu sayımı yapmıyorlar. Çünkü yapsalardı tarımın geldiği durum ortaya çıkacaktı" değerlendirmesinde bulundu.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Avrupa İstatistik Ofisi (EUROSTAT) tarafından verilen tavsiyede, tarım sayımının az on yılda bir yapılması öneriliyor. Türkiye’de ise bugüne kadar 1927, 1950, 1963, 1970 ,1980, 1991 ve son olarak 2001 yılı olmak üzere yedi kez “Genel Tarım Sayımı” yapıldı.
TÜİK internet sitesinden yapılan açıklamaya göre, tarım sayımı kapsamındaki veriler, işletmeci, arazi, hayvan, alet ve makine varlığı gibi temel konularda tam sayım, iş gücü, hayvan barınakları ve gübre yönetimi, toprak yönetim uygulamaları gibi konularda ise örnekleme yoluyla elde edilecek.
Sayım sonuçları, Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ve Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS) ile anlık karşılaştırılacak. Üreticilerin bugüne kadar beyanları ile verilerin tutarlılığı kontrol edilecek, idari kayıtlarda olmayan tarım arazilerinin de tespiti sağlanacak.
Bu ay sahadan tam sayım ile başlayan süreç, bu yılın sonuna kadar devam edecek. Örneklem ile alınan verilere ilişkin çalışmalar ise 2026 yılında gerçekleşecek. Tarım Sayımına ilişkin ilk sonuçlar 2026 yılının ikinci yarısında kamuoyuyla paylaşılması planlanıyor.
"HAYVANCILIKLA İLGİLİ PLANLAMA NASIL OLACAK?"
TMMOB’a bağlı Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez yaptığı açıklamada tarım sayımını değerlendirdi.
Suiçmez, ilk sayımın Atatürk zamanında yapıldığını, şimdiye kadar 7 kez gerçekleştirilen sayımın, 10 yılda bir yapılması gerekirken, 2001’den bu yana yapılmadığına işaret etti. Suiçmez, şunları kaydetti:
“Daha mera varlığı bile bilinmeden hayvancılıkla ilgili planlama nasıl olacak. Tarım planlaması için elimizde sağlıklı, güncel veriler olması lazım. Sahadan gelen duyumlar, sağlıklı bir tarım sayımının bu aşamada yapılmasının güç olduğu yönünde. Bunun için gereken personelin olmadığı, ayrıca örnekleme yöntemiyle, rakamlar üzerinden güncelleme yapılmasının doğru sonuçlar vermeyeceği belirtiliyor. Biz daha mera varlığımızı bilmiyoruz. 14.6 milyon hektar mera görünüyor. Ancak bunun 12 milyon hektara düştüğü söyleniyor. Daha mera varlığı bile bilinmeden hayvancılıkla ilgili planlama nasıl olacak? Verilerin güncel olmadığı yerde 3 yıllık tarımsal planlama yapıldı. Ama bazı illerde daha ilk yıl ürün değişikliğine gidildi.
“ÖRNEKLEME YÖNTEMİYLE DOĞRU SONUÇLAR ÇIKMAZ”
Hayvan sayımız neydi ne oldu, büyük-küçük işletme sayıları, mera varlığımız ne kadar, çiftçinin kullandığı tarım aletlerinin sayısı ne? Bunlar ortaya çıkmalı. Açıklanan enflasyon verilerine bile güvenilmeyen bir ortamda TÜİK hangi saha personeli ile bu verileri toplayacak? Tüm bunların Tarım ve Orman Bakanlığı il müdürlükleri tarafından yerinde tespit edilmesi gerekiyor. Yıllardır bu sayımı yapmıyorlar. Çünkü yapsalardı tarımın geldiği durum ortaya çıkacaktı. Tarımdaki başarı hikayeleri ile çelişecekti. Doğru düzgün bir sayım yapılırsa biz bunu olumlu buluyoruz. Ancak yine kağıt üzerinde, örnekleme yöntemiyle yapılacaksa buradan doğru sonuçlar çıkmaz. Şu anda hayvan varlığı, mera büyüklükleri gibi verilerde çelişkiler bulunuyor. Yoksa şimdi yine rakamlar mı makyajlanacak? Bizde merakla sonucu bekliyoruz.”
***
Arjantin’in ‘şok tedavisi’ iyileşme mi, sosyal felaket mi?-Güldem Atabay-
Arjantin, uzun yıllardır ekonomik krizlerle boğuşan bir ülke. Aralık 2023’te iktidara gelen Javier Milei, son krize karşı radikal bir “şok terapi” uygulamakta. Kendisini “anarşist kapitalist” olarak tanımlayan Milei, devleti “bir ur” olarak gördüğünü söylüyor. Devam eden görevi süresince serbest piyasalar lehine devleti küçültmek yolunda kamu harcamalarını kısmakla kalmayıp neredeyse ortadan kaldırma adımları attı. Bu yolda IMF ile 20 milyar dolarlık bir anlaşma da sağladı.
Milei önce şirketlerin karlarını yurtdışına çıkarmasını engelleyen ve Arjantinlilerin dolara erişimini sınırlayan döviz kontrol sistemi el cepo'yu kaldırdı. 2024'ün sonlarında Arjantin'deki kira süreleri ve kira artışları üzerindeki sınırları kaldırdı. Yatırımları teşvik etmek için uyguladığı yeni teşvik sistemiyle enerji, hammadde ve teknoloji gibi stratejik sektörlerde büyük yatırımlar yapan firmalara vergi ve yasal imtiyazlar sağladı. İthalat vergisini kaldırdı. Milei hükümetinin "bicicleta financiera" (finansal bisiklet) isimlendirdiği değerlenen peso ile büyük getiriler garanti eden carry trade planı da zengin Arjantinliler ve yabancı yatırımcılar tarafından alkışlanıyor.
Buzdağının yüzeyinde Arjantin ekonomisinin 2025'in ikinci çeyreğinde, deregülasyon ve kamu harcamalarındaki sert kesintilerle elde ettiği yüzde 7,6 ile son 20 yılın en güçlü büyüme hızı var. Tarım ve madencilik ön planda. Enflasyon, yok edilemedi ama Haziran 2024’teki yüzde 271,5 zirvesine göre Haziran 2025’te yüzde 39,8’de. 2023’te yüzde 5’in üzerinde olan bütçe açığının GSMH’ye oranı 2024’te yaklaşık yüzde 0,86 fazlaya döndü. Peso, IMF kredileri ve başka kaynaklardan gelen dış borçla desteklenerek yüzde 44 gibi bir yüksek seviyede yapay olarak aşırı değerli tutuluyor.
Fakat iş dünyası hiçbir Arjantin başkanından Milei’den olduğu kadar memnun olmasa da carry trade, enerji ve madencilik dışında yatırım yapmıyor.
FİNANSAL BAŞARININ KARANLIK ARKA YÜZÜ
Milei'nin keskin mali sıkılaştırması “istikrarı yeniden sağladığı” için finans piyasalarından alkış alıyor. Ancak iktisatçıların önemli bir kısmı aynı fikirde değil.
Milei'nin “cesur reform” olarak çerçevelediği plan kısa sürede sosyal güvenceleri ortadan kaldırmaya yönelik kaotik bir deney. Aşırı piyasacı Başkan Arjantin'in sağlık bütçesini reel olarak yüzde 48 oranında azalttı. Emeklilerin sağlık sigortasını kısıtladı, reçeteli ilaçlar ile özel sağlık planları üzerindeki fiyat kontrollerini kaldırdı.
Peso’nun dolar karşısında serbest bırakılması ve kamu sübvansiyonlarının bir anda kaldırılması, halk için tam anlamıyla bir fiyat şokuna yol açtı. Elektrik, doğalgaz, toplu taşıma, gıda, ilaç… Neredeyse her kalem yüzde 100’ün üzerinde zamlandı. Maaşlar yerinde sayarken, temel ihtiyaçlar lüks haline geldi. Gerçek ücretler yüzde 20-30 oranında eridi, emekliler sefalet sınırında yaşamaya başladı.
Mali revizyonun ağır bir sosyal maliyeti oldu. Yoksulluk, Aralık 2024’teki zirvesi yüzde 53'ten 2023 seviyesi olan yüzde 38-40’a düşmüş olsa da Arjantin nüfusunu etkilemeye devam ediyor. Çocuk yoksulluğu yüzde 60’lara dayandı. İşsizlik 2025'in başlarında yüzde 7,9'a ulaşarak son dört yılın en yüksek seviyesinde. İnşaat, imalat ve ulaştırma gibi sektörler en büyük iş kayıplarının yaşandığı sektörler olurken, birçok özel sektör ve kamu sektöründe işten çıkarılanlar kayıt dışı işlere geçti.
Sokaklardaki yardım kuyrukları, ücretsiz yemek dağıtan sivil toplum kuruluşlarına olan bağımlılık dramatik biçimde arttı. Orta sınıf hızla fakirleşti. Bütçesiz kalan üniversiteler, ilaçsız kalan hastaneler artık yeni norm. Özellikle sağlık ve eğitimde yaşanan çöküş, en kırılgan kesimleri doğrudan etkiliyor. Hükümetin “bütçede fazla verdik” açıklamalarına karşın, toplumun büyük bölümü için bu başarı, soğuk bir istatistikten ibaret kaldı.
Enflasyon yavaşladı ama bunun bedeli kaynakların orta sınıftan en zenginlere aktarılması ve eşitsizliğin artması oldu. Hızlı sanayisizleşmenin ortasında Milei politikaları daha fazla dış borç olmadan sürdürülebilir görünmüyor.
Yapay olarak güçlü tutulan peso, toplumun varlıklı küçük bir kesimine fayda sağlarken geçmiş deneyimlerden bildiğimiz üzere genellikle devalüasyon, iş kayıpları ve daha fazla eşitsizlik riski birikiyor.
Arjantin bize şunu hatırlatıyor: Ekonomi sadece rakamlardan ibaret değildir. Mali disiplin kadar insani onur, eşitlik ve adalet de önemlidir. Sayılar iyileşirken insanlar yoksullaşıyorsa, orada iyileşen bir şey yoktur.
/././
BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder