26 Temmuz 2021 Pazartesi

Saraylarda para politikası değişmiyor - Ozan Gündoğdu / BİRGÜN


 Son 10 yılda uygulanan ile dağılma döneminde Osmanlı’nın uyguladığı para politikası arasından büyük benzerlikler var. Her iki politika da halkın sırtına enflasyonu bindirdi, varlıklı azınlığı ihya etti. Para basmak, borç ve bütçe açıkları her iki dönemin de temel politikası oldu.

Enflasyon, Türkiye’deki sabit ücretli halk kesimlerinin en önemli ekonomik sorunlarının başında geliyor. Sürekli yükselen fiyatlara karşı maaşların erimesi, çalışan yoksulluğunu derinleştiriyor. Üstelik işsiz nüfusun bakımı da yine sabit ücretli bu kesimlerin omuzlarında. Diğer tarafta ise enflasyonun yarattığı tahribattan korunabilen tasarruf sahipleri bulunuyor. Bu kesimler çeşitli finansal yatırımlarla alım güçlerini koruyabildiği gibi yer yer reel olarak zenginleşebiliyorlar. İşte bu durum toplumsal sınıflar arasındaki uçurumu giderek artırıyor. Ancak tüm bunlar yaşanırken hükümetin sorumluluğu görmezden geliniyor ve hükümet sadece enflasyona karşı önlem almamakla suçlanıyor. Halbuki enflasyon kendiliğinden değil, hükümetin para ve maliye politikalarının doğrudan bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla enflasyonu bir tercih olarak yaratan siyasal iktidar, sınıfsal eşitsizliği artıran, varlıklı kesimlerden yana pozisyon alan, ücretli kesimleri ise hiçe sayan bir ekonomi politikasının takipçisi konumunda.

Enflasyonun Osmanlı’dan bugüne uzanan tarihsel serüvenine biraz daha yakından bakıldığında aslında devlet eliyle yaratılan fiyat istikrarsızlığının yeni olmadığı göze çarpıyor. Yani son yıllarda yeniden hortlayan enflasyon belasının nedenlerinin izini geçmişte izlemek mümkün. Bu konuda yazılagelmiş en kapsamlı çalışmalar Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Şevket Pamuk’a ait. Pamuk’un Osmanlı dönemindeki vakıfların ve Saray Mutfağı’nın hesap defterlerini ile hayır kurumlarının kayıtlarını inceleyerek ortaya çıkarttığı sonuçlara göre tüketici fiyatlarının genel düzeyi 1469’dan 1914’e kadar tam 300 kat arttı. Bu artış, yılda ortalama yüzde 1,3’lük bir enflasyona karşılık geliyor. Ancak çoğu yılda fiyat artışları bu ortalamanın altında gerçekleşiyor. Fakat bazı yıllarda fiyat artışları öyle hızlanıyor ki, bu durum ortalama enflasyonu bile yükseltiyor. Fiyat istikrarındaki böylesi krizler ise bizzat devlet eliyle gerçekleştirilen para politikasında gizli.

Önceki yüzyıllarda altın ve gümüş metalden oluşan sikkelerin kalitesinin düşürülmesi biçiminde karşımıza çıkan para politikasının adına “tağşiş” adı veriliyor. İktisat tarihçilerinin ve ilgili çevrelerin yakından bildiği tağşiş yönteminde devlet, bastığı sikkelerin içeriğindeki altın ve gümüşü azaltarak daha fazla para basabiliyor ve ayrıca Saray’ın elinde tuttuğu altın ve gümüş miktarı artıyor. Saray’daki altın ve gümüş miktarı artıyor ancak piyasada sikkelerin alım gücü düşüyor. Bu politikanın altında yatan temel nedenlerin başında da Saray’ın gelirlerinin giderleri karşılayamaması geliyor. Özellikle dağılma dönemi olarak adlandırılan 19’uncu yüzyılda savaşların uzaması, vergi sisteminin çökmesi, Saray’ın giderlerinin de bunlara rağmen artması gibi nedenlerle uygulanan tağşişler, halkın enflasyon illetiyle baş başa kalmasına neden oldu. 1808’de 5,9 gram olan Osmanlı kuruşunun gümüş içeriği, 1831’e gelindiğinde 0,5 grama gerilemişti. Paranın satın alma gücündeki bu şiddetli düşüşe karşılık, mal fiyatları sürekli yükseldi. Metal paralar anlamını yitirince Batı’daki kağıt para devrimi Osmanlı’ya da girdi ve 1840’ta “Kaime” adı verilen kağıt paralar basılmaya başlandı. Ancak yüzyıllarca metal sikkelerle ticarete alışmış halkın “Para yerine geçen kağıtlara” itibar etmesi zaman aldı. Üstelik sahte kaimelerle yapılan kalpazanlıklar da arttı. Öte yandan Osmanlı Sarayı için para basmak artık çok daha kolaydı. Eskiden para miktarını artırmak için sikkelerin değerli metal içeriğini azaltmak gerekirken, artık sadece kağıt para basmak yetiyordu. 1854’de Kırım Savaşı’nın finansmanı için Ordu Kaimesi basıldı. Aynı yıl Osmanlı ilk kez dış borçlanmayla Hazine’yi, finanse etmeye başladı. Borç ve para basmak Saray’a kolay gelir yaratma imkanı sağlıyordu. Bu gelişmeye paralel biçimde aynı dönemde Osmanlı Sarayları’nın da sayısında da artışlar yaşanmaya başladı. Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi, Yıldız gibi Saraylar’ın yanı sıra Büyük Mabeyn Köşkü gibi lüks yapıların inşaatına aynı dönemde başlandı. Saraylar İstanbul’un 7 tepesine dağıldıkça basılan paralar da, borçlar da, borçların faizleri de arttı.

Bu politika cumhuriyet dönemi boyunca da yer yer devam etti. Ancak hiçbir dönemde Osmanlı’nın dağılma dönemine denk gelen 19’uncu yüzyılın para ve maliye politikası 2010’lu ve 20’li yıllardaki ekonomi politikasına bu kadar benzemedi. Aradan geçen yaklaşık 150 yılda finansal piyasalar ve paranın niteliği büyük ölçüde değişti. Ancak bu değişim, 19’uncu yüzyılın Osmanlı padişahları ile bugünün siyasal iktidarının ekonomi politikasının benzerliğine engel olamadı.

Bugün belki 19’uncu yüzyıldaki biçimiyle para basılmıyor ancak bankacılık sistemi kullanılarak piyasaya pompalanan paralar, iktidarı finanse etmek için kullanılıyor. Merkez Bankası’nın verilerine göre 2011’in Haziran ayında tedavüldeki ve bankaların vadesiz mevduat hesaplarındaki toplam para miktarı ( M1 para arzı) 141 milyar 355 milyon TL’ydi. Bu tutar 10 yıl sonra 2021’in Haziran ayında 1 trilyon 375 milyar 19 milyon TL’ye yükseldi. Bu gelişmeye paralel olarak liranın da değeri eridi. Ancak 10 yıl önceki 100 lirayla 63 dolar alınabilirken, bugün sadece 11 dolar alınabiliyor. 10 yıllık enflasyon ise yüzde 191.

Devlet Hazinesi, bugün bankaların piyasalara pompaladığı paraya muhtaç vaziyette. Çünkü yurtiçindeki tüketimin canlılığını korumak ve dolayısıyla KDV, ÖTV gibi vergi gelirlerinin artması için kredi mekanizmasının tüm hızıyla çalışması elzem. Bunun için de faizlerin düşük seviyede tutulması gerekiyor. Devlet varlıklı kesimlerden vergi toplama yeteneğine sahip değil. Böyle bir vergi sisteminde tüketim sürekli canlı tutulmak zorunda. Bunun da yolu para basmaktan geçiyor. 2020’nin ilk haftasında bankacılık sisteminin kredi alacağı 2,56 trilyon lirayken, 2021’in aynı döneminde bu tutar 3,47 trilyon liraya yükseldi. Yani piyasaya bir yılda yaklaşık 1 trilyon lira pompalandı. Bu 1 trilyon Liranın bir kısmı piyasa mekanizması içinde bankacılık sistemine geri girdi. Bir kısmıyla dolar ve altın alındı, bir kısmıyla konut ve otomobil, bir kısmıyla da gündelik ihtiyaçlar satın alındı. Her satın almada devlet de kasasına dolaylı vergileri indirdi. 2020 yılı boyunca tüm yurtta yapılan alışverişlerden Hazine, tam 438 milyar 44 milyon liralık KDV ve ÖTV geliri elde etti. Sadece ÖTV ve KDV’nin vergi gelirleri içindeki payı yüzde 56. Tüketim dışında vergi toplama kabiliyetini kaybeden Hazine, faizlerin düşük tutulup piyasaya para pompalanmasına muhtaç durumda ve geçici gelir kalemleriyle ancak günü kurtarmaya çalışıyor. Bedelli askerlik, varlık barışları, vergi afları birbiri ardına geliyor. Tıpkı Osmanlı’nın 19’uncu yüzyıldaki politikaları gibi çöken sistemi devlet borçları izliyor. Başkanlık Sistemi’nin uygulanmaya başladığı 2018’in 2’inci çeyreğinde kamu net borcu 296,1 milyar lirayken, 2021’in ilk çeyreği itibarıyla bu tutar 1 trilyon 42 milyar liraya ulaşmış durumda. Yani kamu net borcu 3 yılda 3,5 katına çıkıyor. 

Böyle ağır bir tahribat karşısında bugün de tıpkı 19’uncu yüzyıldaki gibi Saray sayısında artış yaşanmasına ise “tarihin basit bir tesadüfünden ibaret” deyip geçilemiyor. 

Yazlık ve kışlık saraylar elbette günümüzün kapitalist devlet harcamaları içinde sembolik düzeyde kalıyor. Ancak şirketlere verilen gelir garantileri nedeniyle milyarların birkaç şirkete transfer edilmesi bütçeyi zorlayan temel nedenlerden biri. 

Şehir Hastaneleri’nin müteahhitlerine dağıtılan kira ve hizmet bedeli, Sağlık Bakanlığı bütçesinin yüzde 13’üne ulaşmış olması bunun en net kanıtı.

Tüm bunlar yaşanırken, gündelik hayat daha fazla “kaime” ile devam ediyor. Merkez Bankası’nın verilerine göre 2011’in Haziran ayında piyasada 56 milyon 998 bin adet 200 TL bulunuyordu, bugün ise bu sayı 380 milyon 173 bin adete yükselmiş durumda.


                      ***

19’uncu yüzyılda yapılan Saraylar

♦ Dolmabahçe Sarayı
♦ Yıldız Sarayı
♦ Beylerbeyi Sarayı
♦ Çırağan Sarayı
♦ Büyük Mabeyn Köşkü







Ozan Gündoğdu / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder