2 Ağustos 2021 Pazartesi

İki yoldan biri… + Bir ‘kırılma’ anına doğru… / Ergin Yıldızoğlu-CUMHURİYET

1) İki yoldan biri…(02/08/2021)

2) Bir ‘kırılma’ anına doğru… (19/07/2021)

                                                                 ***

1) Yine paranoyak bir yazı. En son “Bir kırılma anına doğru” başlıklı yazımda vurgulamıştım, “Bir başka ülkeye bakıyor olsak ‘rejim iç savaşa hazırlanıyor’ demekten çekinmezdik. Söz konusu ülke Türkiye olunca, bu olasılığı düşünmek bile istemiyoruz.” Ancak ülke iki yolun kavşağına geldi. Bu yollardan, yakın tarihte birçok ülkede gidilmiş olan yol ne yazık ki bir iç savaşa çıkıyor. Daha az gidilmiş olan seçilirse belki başka bir menzile ulaşabilir.

YANGINLAR VE KATLİAMLAR

Yaygın orman yangınları karşısında, birileri hemen, hiçbir veriye dayanmadan, dünyanın her yerinde iklim krizinden kaynaklanan orman yangınlarını düşünmeden, “bunlar teröristlerin işi” demeye başladılar. Halbuki bu ülkede siyasi amaçlarla orman yakmak geleneği yoktur. Buna karşılık, ticari amaçlarla rant alanı yaratmak için orman yakmak, orman yok etmek geleneği özellikle son 20 yılda, asalak bir rantiye tabakanın iktidarı güçlendikçe, hızlanarak gelişti. Daha dün, ormanlar yanarken ormanlık arazide yapılaşma yetkisini Turizm Bakanlığı’na bırakan bir yasa çıkarıldı. Son 10 yılda, Ankara’da, Suruç’ta, Ortaköy-Reina’da gerçekleşen katliamlara bakınca da karşımıza İslamcı teröristler çıkıyor. 

Eğer iklim krizini, sıcak dalgasını bir kenara koyarak düşünmek istiyorsak, salt bu gözlemlerden hareketle, aklımıza ilk önce, bu asalak sınıfın, “süreç olarak faşizmin” gelmesi gerekmez mi? Hiçbir kanıt olmadan yapılan spekülasyonların siyasi-insani sonuçları çok ağır olabiliyor.

Örneğin, orman yangınlarıyla ve Kürtleri hedef alan suçlamalarla neredeyse eşzamanlı olarak Konya’da yedi kişilik Kürt asıllı bir aile hunharca katledildi. Marmaris’te HDP binasına bir saldırı düzenlendi. “Patlama sesi duyuldu”, başlığıyla ortalıkta dolaşmaya başlayan İHA kaynaklı bir videoda, çekenlerin daha patlama olmadan “kanı bozuklar” gibi açıkça ırkçı, faşist bir ifade ile yangının, sabotaj olduğunu ima etmeleri, Kasımpaşa’da gazetecileri hedef alan saldırılar, provokasyonların devam edeceğini düşündürüyor. Provokasyonlar tırmanmaya devam ederse, birinci yola girildiğini, “iç savaşa” giden yolun taşlarını döşenmeye başladığını düşünebiliriz.

İÇ SAVAŞ MI DEDİNİZ?

Gerçekten de “İç savaş tehlikesi” ifadesi, son haftalarda insanların aklına giderek daha sık gelmeye başladı. 

Bunun birkaç nedeni var: Birincisi, insanlar son yıllarda Libya ve Suriye iç savaşlarını anımsıyorlar; benzerlikler dikkatlerini çekiyor. İkincisi, siyasal İslamın partisi AKP’nin bir genel seçimlerde tek başına hükümet olacak ve liderini yeniden “Başkan” seçtirecek kadar oy alabileceğine hiç kimse inanmıyor. Üçüncüsü, insanlar siyasal İslamın egemen sınıfının, iktidarı terk edemeyecek kadar yolsuzluğa battığını, keyfi yönetim müptelası, güç sarhoşu olduğunu, liderliğinin, dozu artan biçimde kendini gösteren “yukardan” bakışını, muhalefeti yok sayma eğilimini görüyorlar. İnsanlar, parlamenter sistemin, “güçler ayrılığı” gibi kurumsal özellikleriyle birlikte ortadan kaldırıldığını, YSK’nin AKP aracı haline geldiğini, ülkenin OHAL ile yönetildiğini, bu “koşullarda” rejimin seçimlerle değişmesinin ne kadar zayıf bir olasılık haline geldiğini biliyorlar. Dördüncüsü, insanlar, ülkeye aileleriyle birlikte gelmiş, yaşamaya, çalışarak, iş kurarak entegre olmaya çalışan, sık sık da ırkçı faşist reflekslerin hedefi olan sığınmacılardan farklı yeni bir göçmen kategorisinin son haftalarda şekillenmeye başladığını görüyorlar. Bunlar, Afganistan’dan, İran üzerinden, kimi zaman üniformalarıyla gelen askerlik çağında erkeklerden oluşuyor. İnsanların da aklına, bir zamanlar rejimin Libya’ya taşıdığı cihatçı militanlar geliyor. İster istemez düşünüyorlar: Siyasal İslamın rejimi ülkedeki milyonlarca, güvencesiz, statüsüz, devlet desteğinden yoksun, büyük çoğunluğu perişan sığınmacı varken, ek olarak bunları niye getiriyor? Sonra kaybolmuş kayıtsız silahlar, rejimin temsilcilerinin, “Biz kaybedersek Türkiye batar”, “Bunlara ülke teslim edilmez” gibi ifadeleri de var. 

O çok gidilmiş yola girilmesini önlemek için o yolun, siyasal İslamın açısından yönetilemeyecek kadar yüksek bir risk ve maliyet anlamına geldiğini bir an evvel kanıtlamak gerekiyor. Bu, tarihin de gösterdiği gibi bir ortak direniş hattı yaratabilme cesaretinden ve başarısından geçiyor. 

                                                              ***

2) Bugün, etkin bir siyasi muhalefet geliştirebilmek için, en azından ülkenin içinde olduğu “durumu” ve rejimin doğasını doğru tanımlayabilmek gerekiyor. Böylece, rejimin kendini korumak için göze alabileceği riskler, yapmak isteyecekleri, yapabilecekleri ve yapamayacakları belki öngörülebilir.

DİKKAT! ÖNÜMÜZDE BİR ‘ÇÖZÜMSÜZ ÇELİŞKİ’ VAR

Daha önce iki gelişmeye dikkat çekmeye çalıştım. Birincisi “istikrarsızlıkların istikrarı bozuldu”, denetim altında tutulabilen istikrarsızlıkların oluşturduğu “durum” dağılıyor. Bu dağılan “durumun” ekonomik, siyasi krizleri, rejimin çözüm üretmedeki yetersizlikleri, buna karşılık, suç örgütleriyle ilişkileri, seçmen desteğindeki erime eğilimi, medyada yoğun biçimde tartışılıyor, sokaklarda kendini gösteriyor. 

İkincisi, genel kanı, “yönetemiyorlar, bu durum sürdürülemez” biçimde şekillendi. Ancak rejimin liderliği, iktidarı bırakmaya hiçbir koşulda niyetli olmadığını her fırsatta ifade ediyor. Çünkü, iktidarını terk ederse gidecek bir yerinin olmadığını biliyor. Bu nedenle karşımızda “sürdüremezler ve gidemezler” gibi “paralax” (senteze ulaştırılamaz) bir çelişki var. Bu çelişkinin iki tarafı arasındaki gerilimin bir “kırılma” anına kadar artmaya devam etmesi kaçınılmaz.

Bu saptama, “kopma noktasına” giderken denetlenmesi olanaksız yeni istikrarsızlıkların, belirsizliklerin şekillenmekte olduğunu söylüyor. “Kopuş” noktasından sonra şekillenecek yeni bir “durumun” olası özellikleri, rejimin ve muhalefetinin taktiklerine, harekete geçirebilecekleri güçlere, karşılıklı olarak almayı kabul edecekleri risklerin düzeyine bağlı olacak.

‘MEŞRUİYET KRİZİ’ DERİNLEŞİYOR

Ekonomik kriz, virüs kriziyle birlikte derinleşmeye devam ediyor. Ülke nüfusunun ezici çoğunluğu bu iki kriz altında eziliyor; insanlar, sokakta medyayla her karşılaştıklarında daha önce görülmemiş bir öfke patlamasıyla rejimi ve liderini suçluyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nin, Adıyaman tütüncülerinin direnişi, rejimin bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya olduğunu gösteren resmi tamamlıyor. Kamuoyu yoklamalarının sonuçları, yapanların siyasi eğilimlerinden bağımsız, AKP’nin oy tabanının 19 yılın en düşük düzeyine gerilediğini gösteriyor. İlginç olan şu ki ana muhalefet partisi CHP’nin tabanında da benzer bir süreç yaşanıyor. Siyasetin iki ana partisinin birden oy kaybediyor olması, meşruiyet krizinin salt AKP ile sınırlı olmadığını tüm “kurulu düzeni” kapsadığını düşündürüyor.

Bu koşullarda şekillenecek yeni bir “durumun” olası özellikleri, rejimin ve muhalefetinin taktiklerine, harekete geçirebileceği güçlere, karşılıklı olarak almayı kabul edecekleri risklere bağlı olacaksa; üç gelişme trendine baktıktan sonra, “Önümüzde çok tehlikeli bir süreç var” diye düşünmeden edemiyorum.

Birincisi, rejim ısrarla kendi “hakikat rejimini” en radikal biçimleriyle dayatmaya devam ediyor: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı, 4. Yargı Paketi çocuklara, yönelik cinsel tacizleri cezalandırmayı neredeyse olanaksızlaştırdı. 

İkincisi, olası bir genel seçimlere OHAL altında gidileceği anlaşılıyor. O koşullarda, dün “Aşı bizde bedava Avrupa’da parayla”“Memleketi bunlara teslim edemeyiz” diyebilen aklın, “Seçimleri ben kazandım” 

dediği, YSK de onaylattığı noktada, muhalefetin etkili bir direniş sergileyebilecek kapasitesi olup olmadığını bilmiyoruz.

ÜÇÜNCÜSÜ, REJİM TARAFTARLARININ 

sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflar, silahlanmanın düzeyi ile ilgili bir fikir veriyordu. “OSG” lideri Peker’in video ve tweet’leri sonunda konuyu, Rejimin, kimsenin satın almadığı “kurucu mitosun” inşa sürecinde, taraftarlarına dağıttığı kayıtsız silahlara getirdi. Deneyimli gazeteci Uğur Dündar, 100 bin gibi bir sayıdan söz etti. 

Bir başka ülkeye bakıyor olsak “rejim iç savaşa hazırlanıyor” demekten çekinmezdik. Söz konusu ülke Türkiye olunca, bu olasılığı düşünmek bile istemiyoruz. Her önümüze geldiğinde, “Değildir değildir, bu kadar da olmaz” (Aziz Nesin’in ünlü öyküsüne atıfla) diyerek birbirimiz rahatlatıyor, önlem alma yükünden kurtarıyoruz.

Zaman rejimden yana işlemiyor ama muhalefetten yana işlediğine ilişkin göstergeler bulmak da zor.

Ergin Yıldızoğlu-CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder