Sinema tarihimizde atlanmış, kaçırılmış, ıskalanmış filmlerin sayısı oldukça çoktur.
“Muhsin Bey” gibi ıskalanan,
sonradan keşfedilen gibi kimi
değerli filmler sinemamızın
“seyircisizlik” dönemine denk
gelmiştir örneğin.
Iskalanmış filmlerin bir kısmı Metin
Erksan’ın döneminde hak ettiği
biçimde izlenmeyen “Sevmek
Zamanı” (1965) örneğinde olduğu gibi sonradan keşfedilerek, zaman içinde “kült” filme
dönüşürken, “yok” sayılan, bilinmeyen, keşfedilmemiş, sinemayla yakından ilgili olanlarca da
(yazar, akademisyen vb.) çok bilinmeyen, izlenmemiş Cengiz Tuncer’in “Sevmek Seni” gibi
filmler de var.
Bunun yanı sıra zamanında
olmasa da sonradan keşfedilip,
izlenen, gecikerek de olsa değer
gören filmler de az değil.
Geçtiğimiz haftalarda bu sayfada
yazdığımız 1973 yapımı “Bir
Demet Menekşe” de, bugün
sözünü edeceğimiz 1965 yapımı “Son Kuşlar” filmi de döneminde gerekli ilgiyi, değeri görememiş filmlerden.
“Son Kuşlar” filmi son yıllarda filmin başrol oyuncuları Selma Güneri ve Ediz Hun’un 44 yıl sonra (2009’da) aynı yerde aynı pozu vermeleriyle sosyal paylaşım ağlarında yer bulsa da fotoğraf paylaşımından öteye geçmedi ilgi.
Eylül 1965 tarihli aylık sinema sanatı dergisi Sinema 65 9. sayısında kapaktan verir filmi. İç sayfalarda da filmle ilgili Agah Özgüç imzalı “Erdoğan Tokatlı ile “Son kuşlar” üzerine bir konuşma” başlıklı söyleşi (s.10) yer alır.
Filmin Yönetmeni Erdoğan Tokatlı, o söyleşide “Son Kuşlar bir aşk hikayesi” diyor. Filmin çekim öncesiyle ilgili de şunları söylüyor: “Hikayenin Yazarı Ayşe Şasa. Hikayenin ilk ismi de ‘Tren’di. Ayşe bu hikayeyi Memduh Ün’e vermiş. Memduh Ün “Bundan film olmaz” diyerek geri göndermiş. Daha sonra hikaye Metin Erksan’la benim elimize geçti. Biz çok sevdik. Hatta Erksan bunu filme çekip çekmemek konusunda uzun bir süre kararsız kaldı. Sonra da ‘Susuz Yaz’ı çekti.”
Erdoğan Tokatlı’nın söyleşinin sonunda söylediği tespit ise önemli: “Bizim romanımız da tiyatromuz da sinemamız da köyle, köy yaşantısı ile ilgili gerçekleri doğru olarak anlattığı halde, şehir hayatına çok yönelmedi.
‘Son Kuşlar’ bu bakımdan ilk denemelerden biridir. Biraz acemice belki, biraz da tok ve katı bir bakış değil, yumuşak ve duygulu. Filmin getirdiği en güzel şey, havasındaki tazeliktir belki.” (a.g.y)
Sözünü ettiğimiz ıskalanmış filmler için “Yeşilçam geleneği” içinde ana akımı oluşturan filmlerin dışında kalan istisnalar da diyebiliriz. Başta Sinema Tarihçisi, Yazarı Nijat Özön olmak üzere, Sinematek çevresinin, Genç Sinemacıların eleştirdiği “yoz sinema” anlayışına karşın, olanaksızlıklar içinde iyi-ayrıksı sinema yapma çabasında olan ve yapan Ö. Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Halit Refiğ, Yılmaz Güney, Süreyya Duru gibi yönetmenler, ve filmleri hep oldu.
Erdoğan Tokatlı’nın yönetmen olarak adını yazdırdığı ilk filmi “Son Kuşlar” da sinema tarihimizde ıskalanan istisna (ayrıksı) filmlerden. Filmin güçlü olmasına katkı sağlayan unsurlardan birinin de çok genç ve güzel Selma Güneri ile genç ve yakışıklı Ediz Hun’un henüz ağdalı melodramlarda biçimlenmemiş, sade, duru oyunculukları olduğunu söyleyebiliriz.
“Birbirinden değerli oyuncularla çalışmıştır yönetmen ama seyirciyi şaşırtmayı başarır rol dağıtımıyla. Alıştığımız rollerin dışında oynatır onları. Köylü anası olarak alıştığımız Aliye Rona, sosyetik bir annedir. Sinema hayatı boyunca neredeyse hiç kötü kadın oynamamış Pervin Par, fettan, zengin koca avcısı bir dilberdir. Yine Nurhan Nur da benzer bir şekilde kullanılır filmde. Tuncel Kurtiz genelde kötü adamları canlandırdığı ’60’lardaki tek iyi adam rolünde, Oğuz’un yakın arkadaşı Mimar Turgut olarak, top sakalı ve sınıf atlamış entel görüntüsüyle ekrandadır…”(*)
Film, Mühendis Oğuz’un trenle İstanbul’a gelişiyle başlar. Garda kendisini özlemle bekleyen annesine (Şükriye Atav) sarılır heyecanla. Ve Haydarpaşa’nın merdivenlerinden inip vapura binerek kendi semtlerine geçerler. Evleri tren yolunun hemen kenarındadır.
Ertesi gün gittiği kitapçıda lise son sınıfın yardımcı cebir kitabını soran liseli genç kız ilgisini çeker Oğuz’un. Cebir kitabına bakınırken ilgisini çeken bir kitabı da incelemek isterken raftaki kitapları devirir. Kitapçıdan azar işitince mahcubiyetle çıkar gider.
Kendi kitabıyla birlikte genç kızın ilgisini çeken kitabı da alan Oğuz da çıkarak kızın peşine takılır. Otobüste başlayıp vapurda süren takip kızın evinin önüne kadar sürse de kitabı veremez Oğuz. Küçük kız Üsküdar’da oturan orta halli bir ailenin kızıdır.
Sonraki gün arabalı vapura binerken gördüğü genç kızla tanışma olanağını bulur Oğuz, aldığı kitabı vermek ister. Bu tanışmayla genç kızın adının Ayşe olduğunu öğreniriz. Aralarında aşk filizlenir fakat Oğuz, annesini görmek için geldiği İstanbul’dan, işine dönmek için ayrılacaktır. Buluşmalarında Ayşe babasının sert eve erken dönmesi talimatına karşın, canı eve gitmek istemez. Yozlaşmış ev, aile ortamından rahatsızdır. “Eve gitmek istemiyorum. Ablam, annem, babam, hiçbirini görmek istemiyorum.”
Annesi babası zaman içinde monotonluğa yenik düşmüşler, “Ekonomik güçlüklerle sınırlanan bir hayat düzeni içinde insanca canlılıklarını kaybetmişler. Biraz fazla egoist, biraz fazla haysiyetsiz olmuşlardır.” (Erdoğan Tokatlı).
Büyük kız kendisine iyi ve lüks bir hayat sağlayacak zengin bir koca peşindedir. Oğuz’la Ayşe o aşkı yaşamaya başladıklarında ne kadar ertelemeye çalışsa da Oğuz, işine dönmek zorundadır. Ayrılırlarken zorlanırlar. “Beni unutma.” “Unutmam.”
“Mektup yaz.” “Yazarım.” Elleri ayrıldığında Ayşe koşarak evine gider.
Oğuz’u yolcu etmeye sadece annesi gelmiştir istasyona. Trenin penceresinden bakan Oğuz’un gözleri Ayşe’yi boşuna arar. Abla Nesrin aradığını bulur ve zengin bir müteahhit ile evlenir. Yeni damadın çok zengin arkadaşı da Ayşe’ye talip olur. Adam daha ortada bir şey yokken aileyi paraya boğar.
Aile “zengin koca”, kızlarının üstünden daha iyi bir hayat için küçük kızları Ayşe’yi kurban etmek ister. Ayşe istemez, direnir fakat sonunda boyun eğer. Oğuz’un mektupları Ayşe’ye verilmez.
“Yönetmen filmin finali için şunları söyler: “Oğuz dönüp gelir İstanbul’a. Fakat bu hiçbir şeyi değiştirmez. O kendi hayatına dönüyor, kız yeni hayatına.
İşte böyle. Sonu gürültüsüz, patırtısız kötü biten bir hikaye.”
Mesut Kara / EVRENSEL
(*) İlker Mutlu, 50. Yılında Son Kuşlar. SEKANS Sinema Kültürü dergisi mayıs 2016 sayı e2: 151-162
Kaynakça: Sinema 65 Sayı: 9, eylül 1965
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder