Yunan Mitolojisi’nde de her zaman ölmez ağaç olarak nitelenen zeytin belki de evcilleştirilen en eski ağaçlardan biridir.
Olea europae ve Olea sativa bilimsel adlarıyla vaftiz edilmiş olan zeytin, sadece kısa bir yazıyla anlatılamayacak derecede kültürel bağlar içerir. Zeytin, 500 yıldan fazla yaşaması, neredeyse her yerinden yararlanılması ve semavi dinlerin doğduğu Ortadoğu gibi bir bölgede insanlığa yararının dokunması nedeniyle her zaman belli bir kutsallık halesi içinde değerlendirilmiştir. Zaman zaman da incir ve üzümle beraber uygarlık yaratan bitkilerden biri olarak nitelendirilmiştir. Yunan Mitolojisi’nde de her zaman ölmez ağaç olarak nitelenen zeytin belki de evcilleştirilen en eski ağaçlardan biridir. Bu yazıya başlarken yazdığım Latince deyiş de bunun bir kanıtı. Hoş, Latince söylenen her şey insana bilgece gelir, (Quid quid Latine dictum sit altum sonatur…) diye bir söz daha vardır Latince ama bu söz zeytin üzerine söylenenlerdeki anlamı gölgeleyemez.
NE ZAMAN EVCİLLEŞTİ?
Anavatanı Doğu Akdeniz olan zeytinin genetik çalışmalar sonucu oleaster olarak adlandırılan ve günümüzde delice denilen yabani zeytine benzeyen yabani ve küçük bir ağaççık görünümündeki ilksel atasından yine Ürdün Vadisi ve Doğu Akdeniz civarında evcilleştirildiği ileri sürülür. Bu ilksel yabani ata ile ilgili en eski veriler ise oleasterin bütün Ege ve Doğu Akdeniz’de yaygın olduğunu gösterir. Dar bir iklim kuşağı içinde yetişebilen zeytin için uygun bir alandır burası. Örneğin yakın zamanda Yatağan civarındaki kömür ocaklarında yapılan bir çalışmada günümüzden 14 milyon 300 bin yıl öncesine ait bir zeytin poleni fosilleşmiş halde bulunmuştur. Bir Ege adası olan Santorini’de volkanik alanlarda yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan fosilleşmiş yabani zeytin yaprağı fosilleri günümüzden 37 bin yıl öncesini işaret etmektedir. Kısacası yabani ata için ana vatan Doğu Akdeniz, Ege, Anadolu’nun güney kıyıları ve doğuya doğru da olasılıkla Kuzey Suriye ve belki Güneydoğu Anadolu gibi gözükmekte. Yani çok genel tanımlamayla Yakındoğu ya da Güneybatı Asya yabani atayı lokalize etmek için en uygunu. Ancak adı üstünde bu yabani zeytin, peki bu durumda zeytin nerede ve ne zaman evcilleştirildi? Bu sorunun yanıtı kesin olarak bilinememekle birlikte Suriye, Ürdün Vadisi ve Doğu Akdeniz civarından gelen arkeobotanik veriler içinde Olea europae ile ilgili kalıntılara rastlanılması zeytinin bu bölgelerde ve olasılıkla MÖ 6000 gibi evcilleştirilmiş olduğunu göstermekte. Suriye’de Halula’da, Doğu Akdeniz’de Carmel Dağı’nın Akdeniz’e uzanan batı eteklerindeki Kfar Samir ve diğer yerleşimlerle, Anadolu’nun güney kıyılarındaki Mersin Yumuktepe’den elde edilen arkeobotanik veriler içinde rastlanılan Olea europae ait zeytin çekirdekleri yaklaşık olarak MÖ 6000 civarında ve söz konusu bölgelerde zeytinin evcilleştirilmiş olabileceğinin ipuçlarını taşımaktadır.
NEDEN EVCİLLEŞTİRİLDİ?
Evcilleştirme için bir yer ve zaman yaklaşık olarak saptanabildiğine göre bir başka soruya geçme zamanı şimdi. Evcilleştirilmesi Geç Neolitik Döneme uzanan zeytin neden evcilleştirildi. Zira meyvesi içerdiği oleoropein nedeniyle acıdır zeytinin yani çiğ olarak tüketimi kolay değildir. Üstelik yabani zeytinin meyveleri de küçüktür. Kısacası yenilebilecek bir meyve değildir zeytin. Bununla birlikte odunu sağlamdır ve Yakındoğu halkları için odunu ve yağlı tohumundan yararlanmak için evcilleştirilmiş olabilir.
Burada bir soru daha sormak gerek. Yağ neden gerekli? İnsan neden bitkilerden yağ elde etmeye çalışmıştır? Bence bu sorunun yanıtını beslenme dışındaki alanlarda aramak gerek. Bu alan da olasılıkla aydınlanma ve piroteknoloji ile ilgili. Burada bir de anımsatma yapmak istiyorum. Hemen bütün klasik dönem arkeoloji kazılarında çokça çıkan bir buluntu grubu vardır. Toprak kökenli çanak çömleklerden sonra belki de en çok ortaya çıkarılan buluntu kandillerdir. Yani aydınlatma için kullanılan araç gereçler. Peki, kandillerin içinde yakıt olarak ne kullanılmakta? Bu sorunun yanıtı da büyük bir olasılıkla yağ olarak verilebilir.
Ateşin evcilleştirildiği 500 bin yıl öncesinde başlayan süreçte yaşadığı yeri aydınlatmada olasılıkla yağ kullandı insan. Bir soru daha ekleyelim o zaman. Hangi yağ? Yanıt açık, olasılıkla bitkisel veya hayvansal yağlar. Bu durumda ilk farkına vardığı nokta, çam, zeytin vb. çıralı/reçineli veya yağlı bazı bitkilerin odunsu kısmının diğerlerine göre daha iyi yandığı ve yine aynı şekilde avladığı hayvanların bazı parçalarının ateşin içinde aynı hayvanın başka vücut parçalarına göre daha iyi yandığı veya eridiği olmalıdır. Bu farkındalıkla beraber, özellikle başlarda yani Orta/Üst Paleolitik Çağda, önce çalı çırpı ve odunla başlayan yakıt gereksinimi sonrasında belki hayvansal yağlarla devam etse de esas olarak yerleşik yaşam ve tarımın ortaya çıkmaya başladığı Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ ve sonrasındaki çağlarda yerini yağ oranı yüksek bitkilere bırakmış olsa gerek. Başlangıçta yemek yapma, ısınma, aydınlatma vb. amaçlarla kullanılan ocaklar olasılıkla Üst Paleolitik Çağla birlikte işlevlerinden birini yani aydınlatmayı bir başka araca yani kandile bırakmış olmalı. Bu durumda kandillerin ya da genel anlamıyla aydınlatma gereçlerinin ortaya çıkışıyla bunlar içinde yakılacak maddeler arasındaki ilişki üzerinde durmak gerek.
Öncelikle ilk kandil ya da aydınlatma gerecinin Üst Paleolitik Çağın mağara yaşantısında ortaya çıktığını belirtmek olasıdır. Yakındoğu kültürlerine bakıldığındaysa deniz kabuklarından üretilmiş kandillere Filistin civarında MÖ 8000-6000 yılları arasındaki değişik kazılarda rastlanılmış olup bunların içindeyse bitkisel ve hayvansal yağların yakıldığı araştırmacılarca saptanmıştır. Yakındoğu kandilleri için verilen bu tarihler zeytinin evcilleştirilmeye başlandığı tarihlerle uyumlu gibi gözükmektedir. Sonuç olarak en başta sorulan sorunun yanıtını daha kesin olarak ifade etmek olasılığı artık bulunmakta.
ZEYTİNİN ‘YAĞI’
İnsanlık zeytini esas olarak yağını aydınlatmada kullanmak için evcilleştirmiş olmalıdır. Ancak bu demek değildir ki zeytinyağı yemeklerde kullanılmadı. Elbette zeytinyağı yemeklerde kullanıldı, fakat ilk başlarda bu zeytinyağının ikincil faydası olarak kabul edilmeli. Bu durumda özellikle yazılı çağlardan itibaren zeytine ya da zeytinyağına Sümer ya da Akkad kayıtlarından başlayarak rastlanılması da gereklidir. Gerçekten de Mezopotamya uygarlıklarına bakıldığında zeytinin adına Akkadçada ‘zeirtum/zertum’ olarak rastlanılmakta ve bu sözcük daha sonrasında Hititçede ZERTUM ya da SIRDU/SERDU olarak karşımıza çıkmakta. Ayrıca Akkadça gibi Semitik dillerden olan İbranice’de adı “zeta” ya da “zai”, yine Semitik bir dil olan Arapçadaysa “zaitun” olup, bu dilsel olgu kültürel süreklilik açısından son derece heyecan vericidir. Mezopotamya kökenli bu “z” ya da “zeta” bağlantısı Yunancada “ölümsüzlük” simgesi olarak da kullanılmış ve Yunanca “zeta” olarak okunan “Z” harfi aynı zamanda ölmez ağaç olarak nitelenen zeytinin uzun yaşamasından esinlenilerek simgesel biçimde zeytini niteler hale gelmiştir. Ayrıca sözcüklerden anlaşılabileceği gibi Türkçe zeytin de bu kökten gelmekte. Simgesel göndermeleri bir kenara bırakıp Yunancaya tekrar bakılacak olursa bu kez zeytin anlamına gelen ‘elaia’ sözcüğüyle karşılaşılır ki bu sözcük batı dillerinde ‘olea ya da olive’ sözcüklerine de köken olmuştur. Yunancanın eski formlarından olan Lineer-B yazısında kullanılan ‘e-ra-wa/e-ra-wo veya elaiwa/elaiwon’sözcüklerinden köken alan zeytin ve zeytinyağı sözcükleri de Doğu Akdeniz ticaretinin o dönemlerde ne derece güçlü olduğunu gösterir biçimde yine Mezopotamya kaynaklıdır. Zira susam yağının Sanskritçe adından köken alan ve Akkadca yağ anlamında kullanılan ‘ellu/elle’ sözcüğü de bu sözcüğün kökenidir. Kısacası zeytin batıya doğru yol alırken bitkinin kendi adı değil ondan üretilen yağ sözcüğü isim olarak geçmiştir. Yakındoğu dillerinde zeytin için kullanılan sözcükleri Mısır kaynakları ile tamamlayalım. Eski Mısır’da zeytin ve zeytinyağı için ‘ddtw ve bзķ’ isimleri kullanılmakta.Son olarak zeytinin evcilleştirildiği Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Akdeniz civarından bir bilgiyle konuyu tamamlayalım. Bilinen en eski yağhane ya da zeytinyağı işliği İsrail’deki kazılarda ortaya çıkarılan ve MÖ 2000 yıllarına tarihlenen işlik olup, Anadolu’da ise yaklaşık MÖ 600 yıllarına tarihlenen ve bugün deneysel bir çalışmayla canlandırılan İzmir’in Urla ilçesindeki Klazomenai Antik Kenti zeytinyağı işliği Anadolu’nun en eski yağhanesidir.Ahmet UHRİ / EVRENSEL
***
Umudun umutsuzluğu | Zeytin! - Murat NARİN / EVRENSEL
Bu yılki hasat sezonunun ortasındayız. Zeytin yetişen bölgelerde her yıl yaşanan telaşlı günler yaşanıyor. Sabah gün ağarmadan, uzak köylerden gelen “taşıma tayfa” daha da erken, yarı gecelerde yola çıkarlar. Gidiş-dönüş bazen 150-160 km yol yaparlar eski model minibüslerle. 15 kişilik araçlarda 25-30 kişi üstü üstüne “yığın” halinde hem de… koronavirüsü için yer kalmamacasına dolu anlayacağınız… Yakın mesafelerde traktör römorkunda sabah ayazı ve rüzgar yüzünüzün derisinin gerilip çatlamasına denk gelir. Gergin cildi ile doğal botokslu, kırışıklıkların olmadığı cilde sahip, zeytin tayfalarından olmak istemez misiniz? Üstelik zeytin ve zeytinyağı cildi besliyor da! Alyanaklı, kırışıklığı olmasın isteyenler durmasın gelsin zeytin tayfalığına! Kadın tayfaya 110, erkek tayfaya 150 TL yevmiye de veriliyor… Öğlen yemeğini getirdiğin çıkını zeytin ağaçlarının altında yapmak gibi bir keyfi de işin cabası! Çektirme bıçakla kesilmiş ince bir dilim köy ekmeğinin üstüne zeytinyağlı salça sürüp, yuvarlama zeytin, peynir, yanına semaverde çalı-çırpı ile yapılmış bir de çay varsa soğukta bal börek ne gam! İnsan başına 100-150 kilo zeytin toplarsanız “iyi tayfa” olursunuz, aşağıya düşerse kötü demektir.
Gel gör ki ağaçlar mahsul dolu ise toplanan zeytin de çok olacaktır. Ama küresel iklim değişikliklerinin en etkili sonuçlarını zeytinde görürsünüz. Çünkü zeytin dünya genelinde daha çok kendi doğal koşullarında yetişir. Yeterli yağışın olmaması, verimin düşmesi için yeterli nedenken, olması gereken ısının da ortalamaların üstünde olması ağaçların ihtiyacı olan “kışlama saati” ni de yaşayamaması, yani dinlenme ve uykusunu alamamış bir canlının verimliliği de düşük olacaktır. Tayfa o ağaçtan öbürüne avare çalışacak, yeteri ürün toplayamayacak ve “iyi tayfa” olamayacak!
Konvansiyonel tarım henüz daha çok yaygın değil. Arjantin, Avustralya gibi yeni zeytinci ülkeler ve bir miktar da İspanya ve Türkiye’de yeni plantasyonlarda konvansiyonel zeytin tarımı yapılıyor. Bunun da toplam üretim içindeki payı yüzde 10-15 den fazla değil. Dolayısıyla iklim etkileri zeytinde çok net görülüyor. Akdeniz çanağı ürünü olan zeytin küresel iklim değişikliklerinin en etkili görüldüğü bölge olması nedeni ile de ağır sonuçlar yaşanmasına neden oluyor. Türkiye iki yıl önce 290 bin ton zeytinyağı üretirken, geçen yıl 173 bin ton olduğu, bu yıl da 235 bin ton zeytinyağı üretimi olacağı tahmin ediliyor. Uluslararası zeytin konseyi rakamlarına göre komşu Yunanistan’da da benzer sonuçlar var. Geçen yıl 270 bin ton olan üretimin bu yıl 235 bin ton olacağı öngörülüyor. Konsey diğer ülkelerde yıllık ürün artışı öngörüyor! Akdeniz çanağında yıllardır yaşanan kuraklık, yangınlardan zeytinlikler hiç etkilenmemiş sanki… Bir önceki yıl dünya devir stokunun 847 bin ton iken bu yıl 685 bin ton olması dünyada talebin patlamasından değil arzın eksiğinden kaynaklı bir durumdur. Tek başına Türkiye’nin üretim eksiği 290-170=120 bin tondur. Politika ve piyasayı maniple etme uğruna rakamlarla oynandığı yalnızca TUİK’e vergi bir şey değil…
Tarımsal üretim girdilerindeki artışla, ürün fiyatları arasındaki ters orantılar her gün yazılıp çiziliyor. Bu rakamlar zeytin için de geçerli. Üstelik üretimdeki düşüş yoksullaşmayı daha da artırıyor. Nereden mi biliyoruz? Açın bankaların satılık gayrimenkuller listesini, hepsinin en büyük “zeytinci” olduğunu göreceksiniz. İcra satış ilanlarında zeytinlikler ilk sırada! Ve sayısını, istatistiğini TÜİK izliyor mu ben bilmiyorum… Türkiye’de zeytin üretiminin yüzde 85’i 25 dönümden daha küçük zeytinliklerdir. Hem mülkiyet parçalıdır hem de üreticiler çok küçük ölçeklidir. Genellikle zeytinci bölgelerde başka tarımsal üretim ya da hayvancılık yapılması nerede ise mümkün değil. Bu durum da yoksulluğun üretimin düşmesi ile daha katmerli hale gelmesi sonucunu doğuruyor…
Üstüne bir de son günlerde dövizdeki artış, ekonominin genel gidişi ile de birleşince “Bu kış komünizmin gelmesi” ni kaçınılmaz kılıyor…
Yıllardır ülke zeytinciliği üzerinde tepinen “tüccar” taifesinin etkileri günümüzde de belirleyici durumda. Üretici kooperatifleri neredeyse “etkisiz eleman” düzeyinde varlık gösteriyor. Suriye’den kaçak ve yasa dışı, uluslararası hukuka aykırı, yağma ve talan yolu ile elde edildiği iddia edilen zeytinyağlarının işlenmesi ve pazarlanmasında dünya zeytin sektörü Türkiye’yi çeşitli kurumlarda sorguluyor. Dünya basınında sayısız eleştiri ve soruşturma yazıları yayımlanıyor.
KAN DAVASI GÜDEN BİR DEVLET, HEM DE BARIŞIN SİMGESİ ZEYTİNE KARŞI!
Oysa zeytin umudun simgesidir. Oysa ülkede yaşadıkları ile umut onu yönetenlerin yaptıkları nedeni ile derin bir umutsuzluk içinde. Doğal koşullarla mücadele etmek onu yorup umutsuz etmiyor. Bu yüzyılda yaşadıkları binlerce yıldır yaşadıkları ile hiç benzemeyen kötülüklerle baş etmeye çalışıyor. AKP iktidarı, ilk gününden bu güne kadar Zeytin Yasası’nı değiştirmek için yapmadıklarını bırakmadılar. 9 kez durduruldu bu saldırılar. Şimdilerde Meclis Sanayi Komisyonunda Zeytin Yasası’nı 10. kez değiştirmek istiyorlar. Kan davası güden bir devlet, hem de barışın simgesi zeytine karşı! Akıl alır gibi değil bu akıl kaybını…
Yazının başlığı kısa süreli bir zaman diliminde olanlara dair bir ironiydi. Zeytin hem umudun hem de direngenliğin ta kendisidir. Eğer öyle olmasa idi binlerce yıl yaşar mıydı? Yaşadığı sürece üretmekten vazgeçmez zeytin. Geleceğe hep hazırdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder