Sahi neden öldürüldü ki Gregor Strasser? Bu sorunun cevabının bir yere kadar Gregor ile, onun eylemleriyle, onun düşünceleriyle, onun kişiliğiyle tabi ki bir ilgisi vardı.
30 Haziran 1934, öğlenden hemen sonra Strasser ailesinin Berlin’deki evinin kapısı çalındı. Kapıda beş Gestapo1 ajanı beliyordu ve Gregor Strasser’e şirketinde yapacakları arama için onlara eşlik etmesi gerektiğini söylediler. Kapıyı çalan Gestapo olunca karısı ve aklı yeten çocukları pek ürktüler. Gregor eşine ve çocuklarına korkacak bir şey olmadığını ifade etti ve Gestapo ajanlarıyla çıktı evinden. Ailesinin onu son görüşü olacaktı bu. Strasser, Prinz Albrecht Strasse’deki Gestapo karargahına götürülürken, yolda kendilerine eşlik eden SS birliğine teslim edildi. Karargah tutuklanan diğer SA’larla2 dolup taşmaktaydı. Strasser yalnız değildi.
Göbels, Göring ve Himmler büyük bir liste hazırlamışlardı ve asıl hedef artık iyice yoldan çıkmış olan SA’lardı.
Operasyon sabaha karşı başlamıştı ve bir süredir özenle hazırlanan listedeki tüm isimler tek tek toplanmaya başlamışlardı. İktidarı Alman devletinin teveccühleriyle ve Alman sermayedarları ve Junkerlerinin oluruyla devralan Naziler, onlara iktidarı bahşeden servet ve sermaye sahiplerinin huzurunu kaçıran ve bazen “Nasyonal Sosyalizm”deki “sosyalizmi” bu sınıfları ürkütecek kadar telaffuz eden SA’ları - aslında yıllardır Nazilerin sokaktaki gücü olan ve Alman komünist ve işçilerine terör saçan SA’ları - iktidarda kalabilmenin kefareti olarak yok etmek üzere harekete geçtiler. Hoş, SA’lar uzunca bir süredir iktidara gelmenin ve sosyalistlerle komünistleri ezmenin yetmeyeceğini, iktidarı sağlama almak için bu zaferin büyük sermayenin de derdest edilmesiyle tamamlanması gerektiğini açıkça, hem de Hitler ve Parti’nin liderlerinin tüm uyarılarına rağmen beyan etmekteydiler. Hitler ve Nazi kodamanlar bir seçim yapmak zorundaydılar. Bir taşla beş kuş vurmayı tercih ettiler, kıyam başladı; tarihe Uzun Bıçaklar Gecesi olarak geçecekti. Listede SA üst yönetiminin yanında, Hitler’in kişisel olarak kinini çekmiş olanlar, zamanında ona muhalefet etmiş olanlar, Göring, Göbels ve Himmler’in özel olarak listede isminin olmasını istedikleri kişiler de vardı. Liste gerçekten uzundu ve gece de uzun olacaktı.
Hiçbir yargılama olmadı. Bazıları gözaltında katledildi, bazıları ise evlerinin kapısında. Bazıları yolda “kayboldu”, bazılarının ise cesetleri dahi bulunamadı. 30 Haziran’da başlayan kıyam birkaç gün sürdü. 30 Haziran gecesi katliam sürerken Hitler, Göring, Göbels ve Himmler bir parti kodamanının düğününde keyifle içki içip dans ediyorlardı. Mutlu ve tabi ki kutlu bir geceydi. Nazi partisi yaramazlık yapacak unsurları da temizlediği için ona iktidarı veren Alman sermayesine iktidara layık olduğu mesajını vermiş oldu. Prusya’nın gerici Junker militarizminin ihtişamının ürünü olan ve I. Savaş sonrası Almanya’ya zorla kabul ettirilen şartlar gereği resmen ortadan kaldırılan, ancak Alman gericiliğinin maharetli ellerinde yeniden yaratılan Wehrmacht (Alman Ordusu) da kendisine meydan okuyan SA güruhunun ortadan kaldırılmasından dolayı iktidarı Nazilerin kucağına rahatça bırakabileceğini anlamış oldu. Zavallı Gregor işte tam da bu büyük hesapların kurbanı oldu; bir dönemin yükselen Nazisi, aşırı sağın ve anti-komünizmin bir elinde kılıç, diğerinde ise kaleme sahip azizi, fukara Gregor, Nazi partisinin sermayenin en has diktatörlüğünün aracı olabilmesi için yine Nazi partisi tarafından kurban edildi.
Hikayemize geri dönelim. Gestapo’nun ürkütücü karargahında tek kişilik bir hücreye atılan Gregor’u sorgulamaya bir vakit sonra bir SS yüzbaşısı geldi. Ne olduğu bilinmez, ancak bir süre sonra yüzbaşı Strasser’in Nazi hareketi için siper ettiği naçiz bedenine yedi kurşun sıktı. Strasser’in cesedi o gece ortadan kaldırılan diğerlerinin cesetleri gibi yakıldı, ve külleri kim bilir nereye atıldı. Bundan birkaç gün sonra hala telaşla bekleyen karısı Else’ye intihar ettiği bildirildi. Ayrıca olayı kurcalamamasının hakkında hayırlı olacağı da üstüne basılarak belirtildi. Zavallı Else, işin doğrusu, pek de kurcalamadı. Else, Gregor için bir mezar hazırlattı, ancak pek tabi ki bir cenaze töreni olmadı. Çünkü vatan hainleri için cenaze töreni olmazdı; olamazdı. Babavatan’a ihanet edenlere rahmet okunmazdı, olsa olsa lanet okunurdu. Haindi; çünkü Führer 13 Temmuz’da halka yaptığı açıklamada Gregor’un da dahil olduğu bir vatana ihanet girişiminin çökertildiğini ve hainlerin bertaraf edildiğini duyurdu. Führer’in hainlikle suçladığı haindi; ötesi yoktu.
Böylece göçtü gitti bir zamanların büyük Nazisi, partinin adı konulmamış ikinci adamı, kimilerine göre partinin en entelektüel kalem üstadı (bir Nazi ne kadar olabilecekse o kadar işte) ve ortada hiç kimse kalmamış iken umutsuzluk yıllarında partiyi derleyip toparlayan parti neferi. Göçtü ve ardından kimse ağlamadı, ağlayamadı, karısı bile…Oysa 1919’da Münih sokaklarında Alman emekçilerini ve komünistlerini katlederken, ya da onların idam emirlerini verirken ne de cesurdu. Münih sokaklarında katledilen Alman emekçilerinin ve komünistlerin ardından pek çok ağlayan ve haykıran oldu; ama onların celladı Gregor katledildiğinde ardından karısının bile ağlamasına izin verilmedi. Yaratılması için çabaladığı, ve hatta naçiz bedenini uğruna kurban ettiği faşizm böyle bir şeydi herhalde.
Sahi neden öldürüldü ki Gregor Strasser? Bu sorunun cevabının bir yere kadar Gregor ile, onun eylemleriyle, onun düşünceleriyle, onun kişiliğiyle tabi ki bir ilgisi vardı. Ancak sadece bu minvalde verilecek cevabın bizi gerçek cevaptan, faşizmin nerden geldiğini ve nasıl işlediğini açıklayacak büyük cevaptan uzaklaştırma ve bizi kişisel bir dramın içine hapsetme tehlikesi vardır. Bu nedenle biz büyük cevaba yoğunlaşalım.
Diğer taraftan büyük cevap ise bizi kapitalist toplumun sosyoekonomik ve siyasal zorunluluklarının oluşturduğu geniş bir tarihsel anlatıya götürecektir. Oysa bu genişliğe yetecek bir yer ve zaman esnekliğine ne yazık ki sahip değiliz. Bu nedenle Gregor’un kişisel dramını iki savaş arası Almanya’nın ve Kıta Avrupa’sının faşistleşmesi sürecinin içine yerleştirirken bazı önkabulleri üzerlerinde pek tartışmadan ve irdelemeden aktarmak zorundayız.
Şimdi temel sorumuzu bir kere daha soralım:
Faşizm nereden gelir?
İçeriden mi?
Dışarıdan mı?
Diğer bir ifadeyle kapitalist devletin kendi yapısal dinamikleri içinde bir faşizm momenti var mıdır?
Yoksa kapitalist bir devleti faşistleştirmek için sokaktaki faşistlerin ona el koyması mı gerekir?
İki savaş arasında Avrupa faşizminin ulusal ve kıtasal ölçekte yaşadığı deneyimlere bakarak Gregor’un dramını da yaratan temel eğilimi teşhis edebiliyoruz: Faşizm içeriden geliyor; gerekiyorsa faşistler dışarıdan getiriliyor. Ancak dışarıdan faşistleri iktidara taşımanın önşartı içeride kapitalist devletin, ve onun genel olarak temsil ettiği sermaye ve mülk sahiplerinin uzun vadeli (burada “uzun vadeli” teriminin altını çizelim) çıkarlarına ait erken uyarı sisteminin faşizm momentini harekete geçirecek eşiğe gelmiş olmaları gerekir.
Avrupa faşizminin öncü iki örneği; İtalyan faşizmi ve Alman Nazizmi bu yargıyı doğrulayacak tüm kanıtları sunmaktadırlar. Gregor’un kişisel dramı içinde göreceğiz. Burada sevgili hocamız Yalçın Küçük’ü bir kere daha anmanın zamanıdır. O bir yerlerde demişti (ve ben de daha önce aktarmıştım) burjuva demokrasisi ve faşizm kapitalist devletin iki ayrı momentidir. Birbirlerini dışlamazlar, hatta felsefi bir jargonla birbirlerini değillemezler. Tam tersine kapitalist devletin kendi esnekliği içinde biri öne çıkmışken diğeri yedekte tutulur.
Gelelim burjuva demokrasisine. Onunla ilgili yargımız da keza Gregor’un dramını anlatırken önemli olacak. Burjuva demokrasisini kim yarattı? Omzumun üstünden bakan liberal hemen zıplar şimdi ve feveran eder herhalde: “Kim olacak; aydınlanmış burjuvazi ve onun entelektüelleri”. Bakmayın siz ona, kapitalizmin siyasi ve ekonomik tarihine ait her olguda olduğu gibi bu konuda da saçmalıyor işte. Yanlış, külliyen yanlış. Gelişkin bir burjuva demokrasisini eğer düşünce ve söz hürriyetinin, örgütlenme hakkının ve ayrımsız temsil hakkının, gösteri ve grev haklarının en gelişkin halleriyle tanımlayacaksak eğer, bu sistemin mimarı şu tarihin gördüğü en çıkarcı, en kısa ufuklu, en kaba ve insanlığın sorunlarına karşı en vurdumduymaz sınıf olamazdı herhalde. Paradoksal olarak gelişkin bir burjuva demokrasisini en temelde işçi sınıfı ve bağlaşıkları yarattı. Bu nedenle burjuva demokrasisinin bile yaşam ömrü işçi sınıfının direngenliğine ve duruşuna bağlıdır; işçi sınıfı yeniliyor ya da ricat ediyorsa burjuva demokrasisi hızla faşizme dönüşüyor demektir.
Ancak yanlış anlaşılmasın, işçi sınıfının tarihsel misyonu güdük burjuva demokrasisini ayakta tutmak değildir. Zaten bahsedildiği anlamıyla gelişkin burjuva demokrasisi stabil, yani istikrarlı bir durumda değildir. Yukarıda tanımlandığı haliyle burjuva demokrasisinin en gelişkin durumu aynı zamanda arz-ı endam ettiği toplumların iç savaş dönemlerine denk düşer. Gregor’un dramını yaratan dönem Almanya’da, ve hatta Avrupa’da bir iç savaş dönemidir. İç savaş vahşi ve ilan edilmeden başlayan bir sınıf savaşıdır. Ancak aynı zamanda işçilerin, öğrencilerin, kadınların, yoksulların en rahat örgütlendikleri, sözlerini en rahat söyledikleri, sokakların neredeyse yerinde demokrasi alanlarına dönüştüğü, insanların daha önce okumadıkları kadar okudukları, ve daha önce düşünmedikleri kadar düşündükleri ve tartıştıkları garip bir dönemdir. Alman iç savaşı böyle bir dönemdi. Keza sırf bu nedenle aynı zamanda kapitalist devletin faşizm momentini pervasız bir şekilde harekete geçirdiği bir dönemdir. Bu nedenle her gelişkin burjuva demokrasisi deneyimi hattı zatında Luxemburg’un meşhur yol ayrımına gelir dayanır: Ya sosyalizm ya barbarlık! Gregor barbarlığı seçti ve onun tarafından katledildi.
Nasıl?
Devamı bir sonraki yazıya….
SERDAL BAHÇE / SOL
- 1.Gestapo: Geheime Staatspolizei (Alm.) Nazi dönemi Devlet Gizli Polisi
- 2.SA: Sturmabteilung (Alm.) Nazi Partisi’nin ilk dönem paramiliter örgütü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder