1 Ocak 2022 Cumartesi

‘Don’t Look Up’: İsmiyle müsemma, iğdiş edilmiş bir taşlama - YİĞİT GÜNAY / SOL

En alelade kahvehane muhabbetlerini salakmışız gibi aynen suratımıza boca eden yönetmen, etkisiz gördüğü biz fanilere mesajını filmin başlığında vermiş: Aşağı bakın, zaten bir şey yapabileceğiniz yok. 

Netflix’in gündem olan son yapımı “Don’t Look Up” (Kafanı Kaldırma), filmin sonlarına doğru “Bunlara kimbilir ne kadar para verdiler, ne büyük israf” dedirtecek sayıda yıldız oyuncu barındıran bir politik taşlama. Altı ay on dört gün içinde dünyaya çarpıp her şeyin sonunu getirecek bir kuyruklu yıldızı fark eden astronomi profesörü Randall Mindy (Leonardo DiCaprio) ve doktora öğrencisi Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence), bu korkunç durumu kamuoyuna duyurur ancak kimse oralı olmaz. Tam ABD hükümeti duruma müdahale edecekken, dev teknoloji şirketi BASH’in Elon Musk-Steve Jobs-Joe Biden karışımı CEO’su Peter Isherwell (Mark Rylance) durumdan kâr elde edilmesini sağlayacak alternatif bir planla gelince işler iyice karışır.

Filmin hem yazarı hem yönetmeni olan Adam McKay (The Big Short, Vice), bir röportajında filmdeki felaket senaryosunun iklim krizine dair bir metafor olduğunu belirtiyor: “Elon Musk’a iklim değişikliğini soruyorlar ve basitçe ‘Teknolojinin o sorunun üstesinden geleceğine eminim’ diyor. Bu tam da, son sahnede her şeyin çözüldüğü [ve dünyanın kurtarıldığı] çok sayıda film izlemiş birinin söyleyeceği bir şey”.

Peki, bu politik meseleyi nasıl anlatıyor yönetmen bize? Her birimize malum olan apaçık durumları sıralayarak: Politikacılar seçimleri gerçek meselelerden daha çok önemsiyor; medya magazin haberleri peşinde; zenginler sadece kendi çıkarlarını düşünüyor; kitleler saçmasapan programlar izliyor vesaire… Tüm bunları gözümüze sokup, “İyi de, niye böyle oluyor peki?” sorusuna hiçbir yanıt vermeyince yönetmen, izleyiciye kendisini ister istemez “salak” gibi hissettiriyor.

Bu iki yönden tuhaf. Birincisi, izleyici olarak biz, Netflix’ten “bişey” izliyoruz yahu, üzerinde de komedi yazıyor, beklentimiz üç beş gülüp hoş vakit geçirip kafa boşaltmak sonra da tamamen unutmak, bu mecradan bir politik manifesto beklentimiz yok. Ama yönetmen skeç tadındaki birkaç espriyi ısıtıp ısıtıp tekrar eden filmiyle biz izleyicileri üç belki, ama kesinlikle beş kere güldüremiyor, filmin kendisi zekice değil. İkincisi, işaret ettiği şeyin aynısını kendisi yapıyor: Filmde felaket haberini gölgeleyen magazin haberinin öznesi olan popstar Riley Bina’yı oynayan popüler şarkıcı Ariana Grande, filmin sonunda birdenbire filmin politik mesajını taşıyan bir şarkıyı söyleyince, insan, yönetmenin de aynı basit yordama meylettiğini fark edip, zaten pek gülemediği filmden biraz daha soğuyor.

Filmde her şey iki boyutlu. Meselelerin yapısal sebeplerine değinilmiyor falan bile demiyorum, Trumpvari, karikatürize ABD Devlet Başkanı’nın (Meryl Streep) yöresinde berisinde geçin herhangi bir devlet aygıtını, Özel Kalem yaptığı oğlundan (Jonah Hill) başka kimsecikler yok. Öyle ki, iki akademisyen ve NASA görevlisi Dr. Clayton Oglethorpe (Rob Morgan) Oval Ofis’in hemen dışındaki odada beklerken, ortama kanun nizam aşkına bir tane güvenlik görevlisi figüran dahi koymaktan imtina edecek kadar kimsecikler yok. Böyle olunca, zaten sebebini bilmediğimiz hükümet sorunu devletten azade, egzantrik başkandan ibaret hale geliyor. İki akademisyen konuyu saygın bir gazeteciye haber yaptırıyor, sonra gazeteci, hükümet “Öyle bir şey yok” deyince iki akademisyeni azarlayıp gidiyor, ne devam haberi var, ne teyit mekanizması, ne de başka akademisyenlere sormak. Görünüşe göre dünyaya hükmeden, koca BASH şirketinin CEO’sunun da işi gücü yok, tek başına sağda solda ortaya çıkıp her işi kendi hallediyor.

Buraya kadar söylediklerimiz, aslında “Eh, olmamış bu film” deyip geçmemize yeterli sebepler, malum Netflix’ten beklentimiz de öyle çok yüksek değil, unutur giderdik. Fakat yönetmen bir başka şey daha yapıyor ki, insanı tepki göstermeye, söylenmeye, yazmaya itiyor: Doktora öğrencisi astronom aile evine gittiğinde, annesi ve babası kapıda dikilip, destur daha merhaba demedikleri kızlarına “Biz kuyruklu yıldız sayesinde yaratılacak iş olanaklarını destekliyoruz” diyorlar. Bu insanlar niye böyle düşünüyor, ABD’de işsizlik sorunu ne kadar yaygın, kökeni ne, işçi sınıfı niye buna muhtaç kalıyor, hepsi yanıtsız. Yönetmen, iş isteyen emekçi anne babayı insanlıklarını dahi yerle bir edecek şekilde “İşte bu salaklar yüzünden başımıza tüm bunlar geliyor” diye hedef gösterip, yine başarısız biçimde bizi güldürme çabasına kaldığı yerden devam ediyor.

Hepimizin hatırlayacağı, pandeminin yoğunlaştığı sıralarda kendinin, ailesinin karnını doyurabilmek için yasakları delmek zorunda kalan emekçileri yargılayan o küstah üst sınıf kibri, böylece filmin merkezi söylemi haline geliyor. Öte yandan, işin tuhafı, yönetmen, izleyicilere de başka hiçbir şey önermiyor, zira filme bakılırsa, zaten yapılabilecek hiçbir şey işe yaramıyor. Sıradan kimsenin hiçbir eyleyiciliği, etkisi, hatta takati yok. Bir noktada Rusya, Çin, Hindistan vs. birleşip “bari biz durduralım bu kuyruklu yıldızı” diye füze yollayacak oluyorlar, füzeyi atacakları üssü ABD vuruyor, şaka gibi ama onlar bile hiçbir tepki vermiyor, biz düz insanlar zaten neyimize… Ha, bir de, yine filme bakılırsa, niye tepki verelim ki sorusunun bir yanıtı da yok, çünkü filmde dünyanın “kurtarmaya değer bir yer” olduğuna dair kullanılan tek malzeme, bir yerden sonra gına getiren, klişe, içeriksiz stok çiçek böcek görüntüleri.

Yönetmen, filmin başlığını “Don’t Look Up” (“Kafanı Kaldırma”) koyarken aslında biz izleyicilere söylüyormuş, zira bizden tek istediği, filmin sonunda popstara şarkı eşliğinde söylettiği üzere, “Kafamızı kıçımızdan çıkarıp lanet olası vasıflı bilim insanlarına kulak vermemiz”. Küresel bir mesele olan koca iklim krizinin çözümüne dair mesajı bu. 

Oysa, kendi çektiği, 2008 ekonomik krizini anlatan “The Big Short” filmini hatırlasa, bütün o krizden önce o pek vasıflı (veya, açık veya dolaylı tüm Millet İttifakı bileşenlerinin sihirli değnekmişçesine ağızlarına sakız ettikleri güncel versiyonuyla “liyakatli”) bilim insanlarının, ekonomistlerin nasıl bütün ABD halkını uçuruma sürüklediğini de aklına getirebilirdi. Bilim, siyasetten, düzenden, ekonomiden azade şekilde havada duran bir şey değil ki! Hem, madem tek yapabileceğimiz şey vasıflı bilim insanlarına kulak vermek, kendisinin zerre payı ve sorumluluğu yokmuş gibi “İklim krizini teknolojinin çözeceğine inanıyorum” diyen Elon Musk’a niye kızıyorsun ki? Bekleyelim, hallolsun her şey, en olmadı, dünyanın sonu geldiğinde masa başında el ele tutuşur, inanmasak da dua ederiz.

 YİĞİT GÜNAY / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder