Başlıktan da anladığınız gibi geçen haftayı, bence Anadolu’nun kadim kentlerinden biri olan Eşkişehir’de geçirdim.
Uzun zamandır gitmemiştim, trene binip yola çıktığımda doğrusu bu yolculuğun bana bilmediğim yeni şeyler öğreteceği hiç aklıma gelmemişti.
Ama insanoğlu yanılır, ben de yanılmışım. Öncelikle tren yolculuğunun nasıl çekici, nasıl dost bir yolculuk olduğunu yeniden hatırladım.
Keşke kar da yağmış olsaydı. Yıllar önce gene Eskişehir’e trenle giderken trenimiz kara saplanmıştı. Yaklaşık dört saat karın ortasında kaldık, biz tren ahalisi karların üstünde yuvarlandık, birbirimize kartopu attık, yemeklerimizi paylaştık. Muhteşem bir maceraydı.
Nerede kalmıştık, bilmediğim yeni şeyler öğrendim demiştim.
Başlamalıyım. Eskişehir’e 21. Eskişehir International Film Festivali nedeniyle gittim. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, Sinema Kültürüne Katkı Yarışması adı altında benim ilk kez tanık olduğum bir etkinliği başlattı:
Yılın en iyi sinema kitabı ve gene yılın en iyi sinema makalesi seçmek için yapılan bir yarışma.
Ben, 1. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali direktörü Vecdi Sayar, Mersin Üniversitesi Sinema Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Senem Ayşe Duruel Erkılıç ve sinema eleştirmeni, Okan Üniversitesi Sinema Bölümü Başkanı Murat Tırpan jüri üyesiydik.
Oybirliğiyle seçtiğimiz makale bana çok şey öğretti. Makalenin adı biraz uzun: Sinemaların Dönüşümü ve Sait Faik Abasıyanık Hikâyelerinde Sinema: Yeni Salonlar, Seyirciler ve Deneyimler.
Vay canına, usta hikâyecimiz Sait Faik’in tam 46 hikâyesinde çatır çatır sinema varmış. Adeta sinema, bu hikâyelerde başrol oynuyor. Makaleyi okuduktan sonra yeniden Sait Faik kitaplarına hızlı bir bakış attım ve dehşetli şaşırdım. Sizlere de Sait Faik hikâyelerini yeniden başka bir gözle okumanızı salık veririm. Yazmasa delirecek yazarımız, sinemaya gitmese de delirecekmiş. Pardon yazarı unutmuşum: Aydın Çam, Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi.
Gelelim en iyi sinema kitabına. Ödülü gene oybirliğiyle verdik. Kitabın adı: Franz Kafka ve Sinema. Yazarı: Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Mehmet Öztürk.
Kafka denince herkesin aklına kahramanın bir sabah vakti hamamböceğine dönüştüğü o kısacık ama muhteşem kitap gelir. Öte yandan Kafka’nın Şato ve Dava romanları filmcilerin gözbebeğidir. Ve birçok sinemacı haklı olarak Kafka’nın adından yola çıkarak Kafkaesk sözcüğüyle nitelenen bir dünyanın kapısından içeri girmiştir. Stanley Kubrick, Andrey Tarkovski, Orsan Welles, Michael Haneke, Ali Özgentürk, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu ve daha niceleri...
Ödülleri bitirdik, sinemaların yolunu tuttuk. Doğrusu görmediğim pek çok filmi görme şansına eriştim. Okul Tıraşı merak ettiğim bir filmdi. Filmi sevdim ama daha sert olmasını, gerçeğin apaçık gösterilmesini isterdim. Ne yazık ki ülkemizde hâlâ bütün canlılığıyla devam eden sansür belası senaristlerin ve yönetmenlerin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi duruyor. 78. Venedik Festivali’nde Altın Aslan Ödülü alan bol vukuatlı Kürtaj filmine de gittim. Meğer 1970 yılına kadar Fransa’da kürtaj ağır cezalık bir suçmuş, öğrendim. Film her gösterildiğinde bayılanlar oluyormuş, işte buna şaştım. Belki de şiddetin kol gezdiği bir coğrafyada yaşadığım için.
Artık biraz da ilk yerli lokomotifin ve ilk yerli araba Devrim’in, Sakarya Harbi’nde Yunanları yıldıran İsmet Tayyaresi’nin sergilendiği yollardan geçip belediye başkanı olmasa da benim dostum Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın önerisiyle hazırlanan ağırlığını kaldıramadığım “Eskişehir Kökleri Derinde, Yepyeni Bir Şehir” kitabında rastladığım Âşık Döne Sultan’ın türküsünü mırıldanalım:
Eskişehir yedilerin postunda/
Yunus Emre yatar yolun üstünde/
Posta tren geçer gönül dostuna/
Dört bucağa gider yol Eskişehir.
Porsuk’u coşmuş kar suyuna akar/
Sarıkavak çalı Kırgız’a bakar/
Karaman tekkenin gülleri kokar/
Öter bülbülleri dil Eskişehir.
Urum’u fetheden Battal Gazi/
Günbegün artmakta çok oldu azı/
Başında dönderir jetlerimizi/
Kara kuvvetini al Eskişehir.
Döne Sultan söyler yurdunun methin/
Bahçe bağlarını ekerler bütün/
Arpası, buğdayı, pancarı çetin/
Akıyor şekerin bal Eskişehir...
Ve Çağdaş Cam Sanatları Müzesi’nde soluklanalım. Bu müze, 2007 yılında Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Anadolu Üniversitesi, Cam Dostları Grubu’nun işbirliğiyle kurulmuş. Türkiye’nin ilk cam müzesi. 58 yerli, 10 yabancı sanatçının eserleri sergileniyor. Muhteşem, ışıklandırma ve yerleştirme o kadar iyi ki her eser göz kamaştırıyor. Neden cam diye soruyorum? İşte yeni bir bilgi: Eskişehir, bölgenin cam atıklarını yeniden işleyen fabrikalara sahip, eh böyle olunca da cam böyle muhteşem eserlere dönüşüyor. Bu arada fotoğraf sanatçısı, Gültekin Çizgen’in çok başarılı cam heykellerini gördüm. Buna da şaştım. Ve kıskandım.
Evet, en önemli bilgiyi sona sakladım. Behiç Erkin. O Demiryollarının Babası. Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ün isteğiyle demiryollarının kesiştiği Eskişehir’de üs kurmuş ve derme çatma trenlerle cepheye asker, cephane, erzak taşımış. Ray döşetmiş, gerektiğinde ray ve vagonlarından çeliği soğutup kılıç yaptırmış. “Beni tren yollarına gömün” dediği için mezarı Eskişehir’de üç demiryolunun kesiştiği noktada.
Behiç Erkin ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında Paris’te Türk Büyükelçiliği yapmış ve yaklaşık 20 bin Yahudi yurttaşını Nazilerin gözleri önünde trenle taşıyarak ülkemize getirmiş.
Efendim, kendinize bir iyilik yapın, atlayın trene, iki buçuk saat sonra Porsuk Çayı’nın kenarında çayınızı içersiniz ve Cumhuriyetin ilklerini barındıran bu kentte yeniden umudu yakalarsınız.
Işıl Özgentürk / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder