30 Ocak 2022 Pazar

Mübadelenin hüzün yüklü gemileri+Mübadelenin iki vatan yorgunları+Mübadele değil, insan ziyanlığı (İskender ÖZSOY-EVRENSEL)

 1) Mübadelenin hüzün yüklü gemileri (İskender ÖZSOY-EVRENSEL/30 Ocak 2022)

İskender Özsoy, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol'ün yıl dönümünde mübadillerin yolculuğuna tanıklık eden gemileri yazdı.

Rumların İzmir’den Epiniki gemisiyle İzmir’den tahliyesi 23 Eylül 1922 tarihli L’Illustration dergisine kapak olmuş. (İskender Özsoy arşivi)

O koca köhne gemi homurdanarak çalışmaya başlayıp, ciğerlerindeki kara dumanları göğe savura savura demir alırken yolcuları ayrılık gözyaşlarını içine akıtıyordu.

Kaptan yol verdikçe köhne vapur inliyor, yolcuları yaşın yaşın ağlıyordu.

Köhne gemi suları yara yara yol alıyor; aşılan her milde yolcularının yürekleri doğdukları toprakları terk etmenin acısıyla biraz daha dağlanıyordu.

Gemi meçhule gitmiyordu belki ama yolcularının hayatlarının ne olacağı meçhuldü.

Yunanistan’ın Kavala, Selanik, Preveze limanlarıyla, Sakız, Limni, Midilli ve Girit adalarından kalkan hüzün gemilerine binenler günlerce kara bulutlara bakarak yol aldı.O limanlardan yola çıkarılan kader yolcusu on binler, mübadildi.

On binler, 30 Ocak 1923 tarihinde TMBB hükümetiyle Yunanistan arasında imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol gereğince topraklarından zorunlu olarak koparılanlardı.

KAMARALAR HASTALARA

O on binler, köhne gemilerle arkalarından bir mendil sallayanı olmadan yola çıkarıldılar ve çok zor koşullarda geçen yolculuklardan sonra yeni vatanları Türkiye’nin çeşitli limanlarına ayak bastılar.

1923 yılının ekim ayında başlayan mübadillerin taşınması işi için önceleri yabancı gemilerden faydalanma düşünüldü.

Ancak Mübadele, İmar ve İskân Bakanlığının Türk armatörleri ve Seyr-i Sefain İdaresiyle yaptığı anlaşmadan sonra taşımada büyük oranda Türk bayraklı gemiler kullanıldı. Bu gemilere İstanbul Liman İdaresinden uygunluk belgesi alma koşulu getirildi. Uygunluk belgesi alan gemilerde yolculuğun kolaylaştırılması için bazı düzenlemeler yapıldı. Kamaralar hastalarla, kadınlar, hamileler, yaşlılar ve çocuklar için ayrıldı.

Bu gemilerde mübadillerden asgari taşma ücreti isteniyor, çocuklardan ücret alınmıyor, fakirler indirimli olarak taşınıyordu. Hiç para veremeyecek kadar fakir olanların ücretlerini Mübadele, İmar ve İskan Vekâleti karşılıyordu. Mübadil taşıyan gemilerin hemen hemen hepsinde Hilal-i Ahmer (Kızılay) heyetleri vardı.

Mustafa Necati Bey’den sonra Mübadele, İmar ve İskân Bakanlığına getirilen Refet Bey'in (Canıtez) verdiği bilgiye göre, mübadele günlerinde bindirme ve indirme limanları arasında yolculukta gemilerde 269, gemilerden indirilip misafirhaneye götürülürken dokuz, misafirhanelerde de 870 mübadil öldü.

İlk mübadil kafilesi Midilli’den 1923’ün ekiminde Ayvalık’a geldi. Midilli mübadilleri cumhuriyetin ilanına Ayvalık’ta tanık oldu. O günlerin İleri gazetesinde Midilli’den gelecek yedi bin kişilik kafilenin yemek, barınma, yerleştirilme ve sağlık sorunlarıyla ilgilenmek üzere İstanbul’dan iki doktor, iki hastabakıcı ve yedi hademeden oluşan ekibin Milas vapuruyla Ayvalık’a hareket ettiği haberi yer aldı.

Aralarında özel kumpanyaların gemilerinin de olduğu gemilerden adlarını tespit edebildiklerim şunlar: (*)Ankara,  Altay, Bozkurt, Barış, Arslan, Rumeli, Akdeniz, Bahr-i Cedit, Bahri Kemal, Anadolu,  Adana,  Antalya, Amid, Asya, Cumhuriyet, Canik, Dumlupınar, Giresun, Gülnihal, Gülcemal, Gelibolu, Hacıpaşa, İstanbul, İsmetpaşa, İnönü, İstiklal, İnebolu, Teşvikiye, Dumlupınar, Kırzade, Mahmudiye, Millet, Kartal, Milas, Mahmut Şevket Paşa, Reşid Paşa, Kocaeli, Kızılırmak, Nilüfer, Nimet, Sakarya, Samsun, Rumeli, Timsah, Sürat, Salih, Suat (yandan çarklı), Türkiye, Trabzon, Rize, Sulh, Sürmene, Tevfik Elbari, Turan, Sadıkzade, Şam, Uğur (Oğuz), Üsküdar, Ümmet ve Ümid.

YABANCI GEMİLER

Türk bayraklı bu gemilerin dışında Kuzey Yunanistan’ın limanlarından ve adalardan yabancı bayraklı gemi ve botlar da mübadil getirdi.

Bu gemilerden bazıları şunlar:

Maryano, Jeanne, Pirenista, General Andon, Jenatu (Zanetta da olabilir.), Arşipogolos, Kirason, Klora, Dafenman, Rodanya, Rodina, Adriya, Corc, Teytis, Jan, Veladimpo, Prezya, Marunyan, Thetis, Vladmir.

Yunanistan’dan mübadilleri getiren Türk ve yabancı bayraklı bu gemilerin dışında bir de iç denizlerde mübadil taşıyan gemiler vardı.

Bu gemiler de şunlardı:

Drama’nın Kozluca köyü (Karyofito) sakinlerini Sirkeci’den İzmit’e götüren Karabiga, Drama’nın Darova köyü (Kechrokambos) mübadillerini yine Sirkeci’den Sinop’a götüren Vatan ve Kavala mübadillerini Sirkeci’den Samsun’a götüren Reşadiye.Rumları Türkiye’nin çeşitli limanlarından Yunanistan’ın liman kentleriyle adalara ve Kıbrıs’a taşıyan gemilerden bazılarının adları şöyle:

Mersin, İstanbul ve İzmir’den Yunan bayraklı Archipelagos, Erdek’ten Propolis , Mersin’den Yunan bayraklı Pantelis, Selanik, Patris, Antalya’dan Yunan bayraklı Andros/Andreas, Alanya’dan Türk bayraklı ırmak gemisi Azaklar ve Silifke’den motorlu/yelkenli Karadağ.

Bu arada Rumların, bazı İngiliz ve İtalyan bayraklı gemilerle kayıtlara girmeksizin Türkiye’den ayrıldığını da belirtelim.

İstanbul’un mübadele harici tutulan yerleşimlerindeki Rum mübadiller de Türk bayraklı Tire ve İsmetpaşa’yla Yunan bayraklı Venizeles, Toskana, Kavala, İyopolis, Nikomedya, Archipelagos ve Ünyanos adlı gemilerle Yunanistan’a gitti. Mimarsinan’dan da Jüpiter adlı römorkörün çektiği birbirine bağlanmış 23 yelkenliyle Selanik’e uğurlandı Rum mübadiller.

Mübadele günlerinde adı geçen üç gemiyi daha analım.

Bu gemiler Abazya, Dalmaçya ve Famaka.

Bu iki gemiden Abazya’nın adı İleri gazetesinin 21 Ekim 1339 (1923) tarihli sayısında ikinci yardım heyetinin Selanik’e gitmek için yola çıkmaya hazırlandığı haberinde; Dalmaçya’nın adı da Cumhuriyet gazetesinde karma mübadele komisyonu üyelerinin Rumların mübadelesine nezaret etmek üzere İstanbul’a gelişleriyle ilgili haberde geçiyor.

Famaka’ya gelince.Bu geminin adı da 23 Ocak 1924 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde bir Hilal-i Ahmer heyetinin Hindistan’daki Müslümanlardan mübadiller için yardım toplamak üzere bu ülkeye gitmek üzere yola çıktığı haberinde yer alıyor.

(*)Gemi adlarının dökümünde birinci kuşak mübadillerle 1999 yılından bu yana yaptığım röportajlardan elde ettiğim bilgilerin yanı sıra Doç. Dr. Cahide Zengin Aghatabay’ın Mübadelenin Mazlum Misafirleri,  Prof. Dr. Kemal Arı’nın Büyük Mübadele’yle Türk Ticaret-i Bahriyesi ve Mübadele Gemileri, Baki Sarısakal’ın Belge ve Tanıklarla Samsun’da Mübadele, Dr. Önder Duman’ın Rumeli’den Samsun’a Göç ve Küçük Asya Araştırmaları Merkezinin Göç/Rumların Anadolu’dan Mecburi Ayrılışı ( 1919-1923) adlı kitaplarından da yararlandım.

                                                                      ***

2) Mübadelenin iki vatan yorgunları  (İskender ÖZSOY-EVRENSEL-07/02/2016)


Bir rüzgâr esti, Ege’nin mavi suları karardı; on binler ayrılık acısına kelepçelendi.

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da TBMM Hükümeti’yle Yunanistan Hükümeti arasında imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’e göre Yunanistan’dan Türkiye’ye yaklaşık 500 bin kişi geldi.

Mübadele büyük bir travmaydı; hem de aradan 93 yıl geçmesine karşın özellikle birinci kuşaklarda etkisi hâlâ devam eden travma.

Mübadeleyi “orada” ve “burada” yaşayan iki “asırlık çınar”ın tanıklıkları travmaya dair bazı ipuçları veriyor.
15 Mayıs 1909 tarihinde Yunanistan’ın Preveze kentinde doğan Salih Engeç bunca yıldır çocukluk vatanının hayaliyle yaşamış, kentini yanında taşımış.
……….

1924’ün temmuzunda Preveze limanından iki gemi kalktı.

Gemilerden Sulh Pendik’e, yandan çarklı Bahri Kemal Gemlik’e bıraktı yolcularını. O iki gemiden Bahri Kemal’in bugün 107 yaşında olan yolcularından Salih Engeç, geçmişini tarihin emaneti olara saklıyor hafızasında.

Üç yaşına varmadan yetim ve öksüz kalan Salih Bey’i anneannesi Fatime Hanım’la teyzesi Zülfide büyütmüş.

KARDEŞÇE YAŞAMAK

Artık Salih Engeç’in Preveze’deki çocukluk günlerinden başlayarak anlattıklarına kulak vermenin zamanıdır: 

“Preveze’de çocukluğum hep okulda geçti. Gemlik’e gelene kadar Kuran okulunda okudum. Preveze’deki camide müezzin yardımcılığı yaptım, ezan okudum. Okul hayatımın dışındaki hayatımız şatafatlı bir hayat değildi. Ama bayramları hatırlıyorum. Bayramlarda belimize yeşil-kırmızı kuşak bağlayıp gezerdik. Preveze’de Türk Rum kardeş gibi yaşıyorduk. Ta ki Türkiye’den kaçan Rumlar Preveze’ye gelene kadar. O Rumlar geldi bizi bozdu.”

Bozulan sadece Türklerle Rumların komşuluk, arkadaşlık ilişkileri değil; dirlik, düzendir.

Kaçak Rumlar iki de bir “Mustafa Kemal yakalandı. Demir kafese konuldu.” diye tellal çıkarmakta, moral bozmaktadır.Huzursuzdur Preveze. Aileler huzursuzdur.

İşte böyle bir ortamda bir gerçekle tanışır Salih Engeç.

Preveze’ye veda gerçeğiyle.

AMBARDA YOLCULUK

Engeç anlatıyor:

“Huzursuzduk. Bir şeyler bekliyorduk ama adını koyamıyorduk. Limanda balık tuttuğum günlerden bir gündü. Yandan çarklı bir geminin ağır ağır yol aldığın fark ettim. Oltayı topladım koşarak eve gittim ve teyzeme haber verdim. Teyzem sevinçle, ‘Haydi gözümüz aydın. Vatanımıza gidiyoruz. O gemi bizi Türkiye’ye götürecek…” dedi. Bir hafta bekledikten sonra Bahri Kemal’e bindik. Yanya’dan, Lorus tarafından da gelenler oldu. Onlar Sulh gemisiyle Pendik’e gitti. Ambarda zahmetli bir yolculuktan sonra bir gece yarısı İstanbul’a geldik, ertesi gün de Gemlik’e. İlk bir hafta açıkta geceledik. Sonra evler verilene kadar böcekhanelerde kaldık. Gemlik’e bizden önce Vodina ve Girit mübadilleri gelmiş. Onlar değil ama yerliler bizi hoş karşılamadı. Tek kelime Türkçe bilmiyorduk. Ana dilimiz Rumcaydı. Bize o yüzden olsa gerek gâvur dediler.  Aramızda büyük kavgalar çıktı birbirimize girdik. Ama zaman geçti bizden iyisi olmadı.”

Uzun yıllar İstanbul’da marangozluk yapan Salih Engeç’in bugün Preveze hakkında neler düşündüğünü öğrenmenin zamanıdır şimdi:

“ Preveze’yi özlemiyorum, ama görmek isterim doğrusu. Çünkü hep hayalimde. Gidebilsen eğer –tabii hâlâ duruyorsa - bir rüya gibi hatırladığım annemin, babamın ve kardeşim Namık’ın mezarını ziyaret etmek isterim. Evimi elimle koymuş gibi bulurum. Ezan okuduğum camiyi bulurum.”

GÖNÜL GÖZÜYLE GÖRÜYOR

Mübadelenin diğer tanığı Ayşe Çam Erdek’teki en yaşlı mübadil.

104 yaşında.

1912 yılında Kavala’nın Kokala (Kokkala) köyünde doğan Çam’ın gözleri uzun yıllardır görmüyor.

Gözleri görmüyor ama gönül gözü açık Ayşe Nine’nin.

Gönül gözüyle görüyor Kokala’yı.

Sorularımı can kulağıyla dinledi, bana gönül gözüyle bakarak ana dili Pomakçayla yanıtladı.(*)
Kokala’nın sakinleri Akdeniz gemisiyle 1924’ün martında önce Bandırma’ya, oradan da tepelerinde karların henüz erimediği Erdek’e gelmiş.

Şimdi gelelim başında yaşlı Pomak kadınlarının taktığı geleneksel sarı yemenisiyle köşesinde oturan mübadelenin asırlık tanığı dört çocuk, 30 torun, torun çocuğuyla torununu torunu gören Mollaalilerden Ayşe Çam’ın anlattıklarına:

AKDENİZ’LE MARMARA’YA

“Atatürk nurlarda yatsın. Bizi o kurtardı da getirdi buraya. Mübadil olmadan önce köyümüze Rumlar geldi. Galiba Bursa’dan gelmişlerdi. Bize ‘Bursa’ya gidin, güzeldir oraları…’ diyorlardı. Rumlar dinimize karışmıyordu, o bakımdan rahattık ama köy halkına çok eziyet ettiler. Evlerde hep silah arıyorlardı. Vermeyene işkence ediyor, zeytinyağında kaynattıkları yumurtaları koltuk altlarına koyuyorlardı. Köyün muhtarı olan dedem Ali aynı zamanda pehlivandı. O yüzden Rumlar bize dokunamıyordu. Mübadele olduğunda annem Fatma, dedem Ali ve amcalarımla Bandırma’ya geldik. Gelirken ev eşyalarımızı ve hayvanlarımızı da getirdik. Bizi Akdeniz gemisi getirdi. Yolda zorluk çektiğimizi hatırlamıyorum. Herkes erzağını hazırlamıştı. Erzağı bitenlere yardım ediliyordu. Ortak sofra kuruluyordu. Bandırma’ya gelince doktorlar bize baktı. Aileyi Erdek’e vermişler, Yukarıyapıcı köyüne. Ama orada kar vardı geldiğimizde. Onun için önce Aşağıyapıcı’da kaldık, karlar eriyince yukarı çıktık.”
…..

(*)Ayşe Çam Türkçe biliyor. Ama Pomakça düşündüğü ve daha çabuk konuşabildiği için sorularıma ana diliyle cevap ermeyi tercih etti. Konuşmayı torunu Şeref Aldırmaz çevirdi.

                                                                                       ***

3) Mübadele değil, insan ziyanlığı (İskender ÖZSOY-EVRENSEL/ 30 Ağustos 2015)


Türkiye’nin tanık olduğu göç dalgalarından en önemlisi, etkileri bugün de devam eden mübadeledir.

Türkiye’yle Yunanistan arasında 30 Ocak 1923’te imzalanan protokolle Türkiye’deki Ortodoks Rumlarla Yunanistan’daki Müslümanların zorunlu göçü öngörüldü.

Sözleşmenin imzalanmasından sonra Yunanistan’a yaklaşık 1 milyon 200 bin Ortodoks Rum gitti, yaklaşık 500 bin Müslüman da geldi.

Balkan Savaşı’yla sözleşmenin imzalanması arasındaki 11 yılda Yunanistan’ı terk eden Müslümanlarla Yunan ordusunun 1922 yenilgisi sonrası Türkiye’yi terk eden Rumlar da mübadele kapsamına alınınca her iki ülkeden iki milyonu aşkın insan mübadil sayıldı.

Din temelli sözleşmenin birinci maddesi “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk Hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye, Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.” diyordu.

Dünya tarihinde ilk kez uluslararası bir sözleşme imzalanmış zorunlu göç konusunda. Hem de kimseye sormadan, “Gitmek istiyor musunuz?” diye.

93. yılın eşiğindeki mübadelenin kısaca özeti böyle.

Mübadillere bir daha asla “memleket”lerine dönememe, yerleşememe yasağı, hatta cezası getiren sözleşme tarih sayfalarına bir “acı” olarak geçti.

Bunlar, mübadelenin kâğıt üstündeki gerçekleri.

Mübadelenin bir de insan odaklı tarafı var ki, o tarafta dram var,  orada ve burada yaşanan sıkıntılar, çileler, ölümler, hastalıklar, özlemler, acılar var; iskân edildikleri yerlerde “yerli” halkla uyum sorunu var, horlanmalar, ötekileştirmeler var.

ÖTEKİLEŞTİRME SORUNU

Yunanistan’dan gelen 500 bin civarındaki mübadil, geride ülke tarihinin yanı sıra aile tarihleriyle kişisel tarihlerini de bıraktı.
Mübadiller bir gece yarısı kandilleri dahi söndürmeye fırsat bulamadan; anne babalarının mezarı başında son kez dua edemeden yola çıkarıldıklarında özlemlerin acısını yaşamaya başladılar. 

Bu özlem; eve, bahçesindeki kiraz ağacına, dağ taşa, toprağa, hatta gölgesinde yatılan ağaca özlemdi ve katlanarak büyüdü yıllarca birinci kuşağın yüreklerinde.

Bir de “ötekileştirme”yle sınavı var mübadillerin.

“Memleket”lerinden koparılan yorgun ve öksüz çocukların yerleştirildikleri yerlerde karşılaştıkları en önemli sorun, bugün belki de nefret suçu sayılması gereken aşağılanma, ötekileştirmeydi.

Türkiye’de mübadillere gâvur, yarım gâvur, gâvur tohumu, biberci, tarhanacı, macır, bitli macır denildi.

Macır (muhacir) genel adlandırmayken mübadillere iskân edildikleri yerlere göre çeşitli adlar takıldı.

Örneğin İstanbul’un Tuzla ilçesindeki Kılkış mübadillerine kahvaltıda çay değil, tarhana çorbası içtikleri için “ tarhanacı”; Mudanya’da, Darıca’da, Gemlik’te, Ayvalık’ta ana dilleri Yunanca olan Girit mübadillerine de “gâvur, yarım gâvur” denildi. Bazı yerlerde de Girit mübadilleri için “gâvurlar gitti, gâvurlar geldi” denilmiş.

Bir değişik yaftalama da Vodina (Edessa) mübadilleri içindi. 

Vodina’nın bazı köylerinden gelenlere de, memleketlerinde geçim kaynakları bibercilik olduğu için “biberci” yaftası takıldı.

‘PATRİYOTLAR GELİYOR’

Peki, Nasliç ve Grebene’den gelip ağırlıklı olarak İstanbul’un Silivri, Büyükçekmece, Çatalca ilçeleriyle Eskişehir, Isparta, Bursa ve Aydın’ın ilçe ve köylerine yerleştirilen Patriyotlara karşı takınılan tavıra ne demeli?

Ana dilleri Yunanca olan Patriyotlar’a da yarım gâvur denildi.

Bu aşağılama yetmezmiş gibi Silivri’de “yerli” anneler yaramazlık yapan çocuklarını “Patriyotlar geliyor.” diye korkuttu.
…………
Mübadiller “insan ziyanlığı” deyimini çok sık kullanır.
Bu deyimin derin manasını onlardan başka kim bilebilir ki?
Ne ziyanlıktır mübadele; ne kıyımdır.
Sadece bizim için mi?
Hayır elbette.
Rumlar için de -belki daha fazlasıyla- mübadele insan ziyanlığıdır.  
Mübadele, bir başka deyişle “Küçük Asya felaketi” Rumlar için daha büyük bir dramdı.
Yunanistan yerli ahalisi Türkiyeli Rumları çok zor kabul etti. 
Türkiye’den giden Rumlara Yunanistan’da genellikle tek bir ad takıldı:
Türkosporos, yani Türk dölü.
Bir de “Temiz.”
Temiz; genel anlamıyla “vesikalı.” 
Onlar dramı yokluğu yoksulluğu daha çok yaşadı.
 ……….

Bugün Türkiye’de tarihin tanığı birinci kuşak mübadil sayısı kadar az ki.
Cumhuriyetin yapı taşları arasında önemli yeri olan birinci kuşak mübadilleri saygıyla anıyorum.

(İskender ÖZSOY-EVRENSEL)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder