Kolektif sessizlik: Sendikasızlık
'Bugün Türkiye’de çalışan emekçilerin neredeyse yüzde 90’ı sendikasız. Özellikle son 10 yıldır Türkiye’de sendikasızlaştırma sürecinin işlediği açık. Sendikalaşmadaki düşüş ideolojik bir süreçtir.'
“Biz buraya nasıl geldik?” adıyla başladığım yazı serisinde, son dönemde peşi sıra yaşanan işçi eylemlerinin arka planını irdelemeye çalıştım. Türkiye’nin her bir köşesinde direnen emekçilerin bu aşamaya nasıl geldiğini, 2000’li yıllardan bugüne iletişim kanallarının bir bir nasıl tıkandığını geçtiğimiz üç yazıda aktarmaya çalıştım. Bu son yazıda ise işçi sınıfının darmadağın edilen örgütlü yapısından bahsedeceğim. Bugün memleketin her bir köşesine sinen direnişin o coşkulu sesinin ardında güvencesizlik, iş cinayetleri, borçluluk ve sendikasızlığa karşı bir başkaldırının olduğunu söylemek bu dört yazının özeti diyebilirim aslında.
2000’li yıllarda işçi sınıfının derin sessizliğinin kolektif bir hale bürünmesinin en temel nedenlerinin başında örgütsüzlük gelmektedir. Örgütlü yapısı parçalanan emekçiler sorunlar karşısında güçsüz, yalnız ve sessiz kalmaktadırlar. Örgütsüzlük hali işçi sınıfının var olan tüm sorunlarını beslemekte, büyütmekte ve sınıf çatışmalarını görünmez hale getirmektedir. Güvencesiz çalışma koşullarının, artan iş cinayetlerinin, borçlandırılarak yaşamlarının her anı ve gelecekleri denetlenen emekçilerin sorunlarının temelinde örgütsüzlük ve azalan sendikalaşma oranlarının yer aldığı söylenebilir.
1960 ve 1980 arası yıllar Türkiye’de işçi hareketi sendikacılığın en çok geliştiği yıllardır. 1980 sonrası değişen iktisadi yapı, Keynesyen politikaların ve Fordist birikim rejiminin terk edilmesiyle ortaya çıkan durum hem işçi sınıfı hem de sendikalar açısından değişmiş ve neoliberal politikalar emeğin her alanını etkilediği gibi, örgütlülüğünü de etkilemiş, işçilerin temsiliyeti ve örgütlü yapısı zarar görmüştür.
Siyaset, ekonomi ve sosyal hayatı hegemonyasıyla ören iktidar, çalışma hayatını da es geçmemiş, köklü değişikliklerle emek dünyasını ve sendikal hayatı zayıflatan politikaları hayata geçirmeye başlamıştır. 1970'li yılların sonlarından itibaren ekonomi ve sosyal politikalarda başlayan dönüşüm, özelleştirme, kamunun daraltılması, taşeron, esnek, kuralsız çalışma şekilleri hem dünyada hem de Türkiye’de sendikalaşma oranlarını azaltmıştır.
Kayıt dışı istihdam, taşeron uygulamalar ve özelleştirmeler işçi sınıfının örgütlenmesinin önüne geçmektedir. Üretimin parçalanarak işçilerin bir arada bulunmalarının engellenmesi emeğin dayanışmasına ve işçi sınıfının kendi arasındaki iletişiminin sürmesine ket vurmaktadır. Özelleştirmeler ile kamudan özel şirkete geçilmesi istihdamda ciddi bir azalmaya sebep olurken, mevcut işçiler işlerini kaybetmekte ve sendikaların küçülmesiyle toplu pazarlık güçleri kaybolmaktadır.
İşçi sınıfının örgütlülüğü iş cinayetleri, borçlanma, güvencesizlik gibi emek sürecinin temel problemlerini aşabilmek için temel niteliktedir. Gelinen parçalı hal ve sendikasızlaştırma süreci, emeğin üretim anı ve üretim dışı hayatındaki yapıyı ve ilişkileri dönüştürmüş, emek için bireyler ve bireysellik özendirici bir hale getirilmiştir. İşveren ve işçiyi bireysel olarak karşı karşıya getiren, yaşanan hak ihlalleri ve ihmallerin sebebinin kişilerin insiyatifiyle veya niyetiyle olduğunu görüntüsü, sınıfların varlığını bulanıklaştırmak ve sınıfın örgütlülüğünü parçalamak adına yapılan kasıtlı bir tavırdır. İşçiler arasında kasıtlı bir biçimde arttırılan rekabet, örgütsüzlüğü tetiklemektedir. Güvencesizlikle şekillenen tüm bu süreçler tesadüfi ya da kendiliğinden oluşan durumlar değildir.
Türkiye sendikalaşmada OECD sonuncusu
Azalan sendikalaşma oranları, grev yasakları ve toplu iş sözleşmesinden mahrum bırakılan emekçiler, örgütsüzlük içinde güvencesiz çalışma koşullarına mahkûm edilmektedir. DİSK-AR’ın 2019 yılında yaptığı çalışma, Türkiye’de sendikalaşma gerçeğini gözler önüne seriyor. Söz konusu çalışmaya göre, toplu iş sözleşmesi kapsamı ve sendikalaşma açısından Türkiye OECD sonuncusudur. AB ülkelerinde TİS kapsamı genellikle yüzde 50’nin üzerinde iken Türkiye’de bu oran sadece yüzde 7’de kalmaktadır.
Sendikalaşma oranlarının azalması emek açısından çok ciddi bir soruna işaret ederken, diğer bir problem de resmi sendikalaşma verilerinin tıpkı diğer veriler gibi ciddi hatalara sahip olduğudur. Sendikalaşma verileri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yayınlanmaktadır. Fakat Bakanlık, verileri değerlendirirken kayıt dışı çalışan işçileri hesaplamaya dahil etmemektedir. ILO’nun sendikalaşma hesap yöntemlerinde kayıtlı ve kayıt dışı işçi ayrımı yapılmazken Bakanlık bu ayrımı esas almaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Ocak 2022 istatistiklerine bakıldığında sendikalı işçi sayısının 2 milyon 190 bin, sendikalaşma oranının ise yüzde 14,3 olduğu görülecektir. Fakat belirttiğim gibi Bakanlık verileri sadece 15 milyon 294 bin kayıtlı işçiyi baz alarak hesaplamaktadır. Kayıtdışı çalışan milyonlarca insan da bu hesaplama dahil edildiğinde oran daha da aşağılara düşmektedir. O zaman şunu açıkça söyleyebiliriz, bugün Türkiye’de çalışan emekçilerin neredeyse yüzde 90’ı sendikasızdır.
Sendikalaşma verilerindeki bir diğer handikap ise memur-özel sektör ayrımıdır. Özel sektörde sendikalaşma oranı yüzde 6’larda kalmaktadır. Dolayısıyla mevcut sendikalaşma verisindeki oranın büyük bir kısmı kamu işçilerini kapsamaktadır.
Yandaş sendikacılık büyürken
Sendikalaşmada belki de en ciddi problemlerden biri ise bağımsız sendikacılıktan uzaklaşılırken, iktidar ya da sermayeye bağımlı sendikaların etkinliğinin artması/artırılmasıdır. Türkiye’de özellikle son yıllarda Hak-İş’in yükselişini “yandaş sendikacılık” olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Aziz Çelik, Hak-iş’in bu “hızlı” yükselişini şu sözlerle aktarmaktadır:
"2010’lu yıllarda yaşanan üye artışının işçi konfederasyonları arasında asimetrik bir özellik gösterdiğinin altı çizilmelidir. Bu artıştan aslan payını Hak-İş aldı. 2013-2022 arasında sendikalı işçi sayısı yüzde 119 artarken, Türk-İş’in üye sayısı yüzde 71, DİSK’in üye sayısı yüzde 112 arttı. Hak-İş’in üye sayısında ise sendikalı işçi sayısındaki artışın üç katına yakın bir artış oldu. Hak-İş 10 yılda üye sayısını 166 binden727 bine yükseltmiş ve yüzde 337 oranında artış kaydetti."1
Veriler açıkça göstermektedir ki, Türkiye sendikalaşma tarihinde yeni bir dönemece girilmiştir. Sendikalaşma oranları düşmüş, sendikalı işçilerin neredeyse yarısı toplu iş sözleşmesinden yararlanamaz hale gelmiştir. Özellikle son 10 yıldır Türkiye’de sendikasızlaştırma sürecinin işlediği açıktır. Bu sendikasızlaştırma süreci, emekçilerin bir arada durma pratiği parçalamış, yukarıda bahsettiğim iletişim kanallarını neredeyse tamamen koparmıştır. O yüzden bugün tüm bu açılardan mevcut eylemlere baktığımızda tarih içerisinde bu eylemlerin kıymeti daha da net anlaşılacaktır. Dört bir tarafından zarar verilmeye çalışılan emek hareketi her şeye rağmen hikayesini anlatmaya çalışmaktadır.
Bu noktada, mevcut eylemlere baktığımızda minik bir dipnot olarak şunu da söylemek yerinde olacaktır diye düşünüyorum: İşçi sınıfı tüm bu parçalanan sürece rağmen nasıl direnmeyi “hatırladıysa”, sendikalar da sendikaların da şapkayı önlerine koyup kendi iletişim pratiklerini tekrar değerlendirmeleri gerekmektedir. Şu anki direnişlerden ders çıkarmak tarihi bir zorunluluktur.
Burjuvazinin 'sınıf taarruzu'
Sendikalaşma oranlarında yaşanan düşüş, sayısal bir sonuç olmaktan öte ideolojik bir süreçtir. Bahsedilen tüm bu neoliberal süreçler; özelleştirme, iş cinayetleri, taşeron uygulaması, borçlandırma ve sendikasızlaştırmanın ortak paydası bu süreçlerin hepsinin işçi sınıfını böldüğü ve burjuvazinin “sınıf taarruzudur”. 2000’li yıllarda işçi sınıfının içinde bulunduğu derin sessizlik ve iletişimsizlik halinin temel hatları ortaya konulmak istenirken tüm bu süreçlerin, sınıf çelişkilerini bulanıklaştırmaya çalıştığı unutulmamalıdır. Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise neoliberalizm belirleyici bir politika rolündeyken, çok açıktır ki tarih hâlâ “sınıf mücadeleleri tarihidir”.
Bugün işçi sınıfı türlü mücadelelerle tıkanan iletişim kanallarını bir bir açmıştır. Güvencesizliğe, iş cinayetlerine, borçluluğa, örgütsüzlüğe karşı en iyi cevabı direnişle vermiştir. O halde başladığımız gibi bitirelim: Hikayemizi hatırlatan ve hikayemizi anlatan, sessizliği çığlığıyla parçalayan, direnen tüm işçilere selam olsun!
DİLARA İLBUĞA YILDIRIM / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder