16 Haziran 2022 Perşembe

15-16 Haziran İşçi Direnişi (Dosya II)

 


1) Büyük işçi direnişinin ikinci günü: 16 Haziran'da neler oldu? (ALPASLAN SAVAŞ - SOL / Özel)

15-16 Haziran günleri Türkiye işçi sınıfı iki gün boyunca kelimenin tam anlamıyla tüm ülkeyi sarstı. Direnişin gerek o günlere gerek sonrasına önemli etkileri oldu.

Direniş ertesi gün de devam etti. Hatta ilk günü gölgede bırakacak ölçüde kitleselleşti. İşçiler yine fabrikalardan sabah saatlerinde yürüyüşe başladılar. Topkapı’daki işçiler Fatih ve Cağaloğlu yönüne ilerledi.  Önleri zırhlı birlikler tarafından kesilmesine rağmen aşıp Eminönün’ne ulaştılar. Niyetleri Haliç’in öbür yakasındaki işçilerle buluşmaktı. Ancak işçilerin birleşmesini önlemek için Galata köprüsünün ayakları açılıyor. 

İstinye’de Kavel işçileri Levent ve Mecidiyeköy bölgelerindeki fabrikaları harekete geçti. Birlikte Zincirlikuyu’ya yürüdüler. Eyüp, Edirnekapı, Gebze de de işçiler aynı şekilde eylemi sürdürdü. İzmit’te lastik fabrikaları ikinci günde de direnişe katıldı.

Kadıköy’de ise Otosan fabrikası önünde başlayan yürüyüşü polis engellemek istedi. İşçilere silah çektiler. Barikatı aşan işçiler Üsküdar’a, oradan da Beykoz’a doğru yürümeye devam etti. Diğer kol ise Kartal’a yürümekteydi. Yol boyunca işçiler kalabalıklaşmaya devam etti.

Kadıköy’de iskele meydanında son derece şiddetli çatışmalar meydana geldi. Öfkeli topluluk Adalet Partisi binasını tahrip etti, Kaymakamlık binasını ve bazı polis arabalarını ateşe verdi. Burada polisin silahla yaptığı müdahalede bir esnaf ve üç işçi yaşamını yitirdi. Ayrıca bir polis de hayatını kaybetti.

16 Haziran günü eylemlerin daha da büyümesi üzerine hükümet İstanbul ve Kocaeli illerinin bütününde sıkıyönetim ilan etti. Ertesi gün DİSK’e bağlı sendikaların merkez ve şube binalarına polis baskınları düzenlendi ve pek çok işçi ile sendikacı gözaltına alındı.

Eylemlerin sıkıyönetim ilan edildikten sonraki birkaç gün daha kimi işyerleri ile bazı bölgelerde sürdüğü biliniyor. Ancak direnişin esas olarak ve etkin biçimde gerçekleştiği iki gün 15 ve 16 Haziran günleriydi.

15-16 haziran’ın yankıları

15-16 Haziran günleri Türkiye işçi sınıfı iki gün boyunca kelimenin tam anlamıyla tüm ülkeyi sarstı. Direnişin gerek o günlere gerek sonrasına önemli etkileri oldu. Bu etkiler sendikal, siyasal ve sol harekete yansıdı. Peki neydi bu eylemi bu denli etkili kılan?

Neden bu kadar etkili oldu?

1970 yılında Türkiye sanayisinin kalbi sayılan iki kent Kocaeli ve İstanbul’dur. Bu iki kent Türkiye için oldukça büyük bir coğrafyayı temsil eder. 15-16 Haziran’ın etkisinin büyük olmasının bir nedeni bu coğrafi yaygınlık olmuştur.

İkinci önemli etken eylemin işyeri temelli olmasıdır. Eylemler işyerlerinde örgütlenmiş, orada başlamıştır. İşyerleri, örgütlü işçinin güçlü olduğu yerlerdir. İşyeri eyleminin katılımı yüksek olur, işçi disiplinli ve kararlı olur. 15-16 Haziran’ın işyerlerinde başlayan eylemleri buradan güç almıştır.

15-16 Haziran eylemlerinin etkisini arttıran bir diğer faktör de sektörel yaygınlığıdır. Eylemde metal işkolundaki fabrikaların ağırlığı vardır ancak petro-kimya, lastik, ilaç, gıda işkollarından da işyerlerinde işçiler eylemlere katılmıştır.

Ve yaygınlık sendikal ayrım olmaksızın da söz konusu olmuştur. Eylemde esas olarak yasa tasarısından doğrudan etkilenecek olan DİSK’e üye işçiler vardır ancak tasarının hazırlanmasında payı olan Türk-İş’e üye işçiler de eylemlere katılmıştır.

Kısacası 15-16 Haziran eylemini güçlü kılan tüm bu özellikler daha önce görülmemiş ölçekte ve etkide olması sağlamıştır. Eylem işçi sınıfının birliğini esas almıştır.

Kim örgütledi bu eylemi?

Elbette DİSK önemli bir rol oynadı. Yasa tasarısının merkezinde zaten DİSK var. Ancak eylem DİSK’in planladığı gibi başlamadı ve aslında tam da öyle devam etmedi. Eylemler sendikal merkezin etkisini aşarak ilerledi.

Dönemin sol-sosyalist hareketleri açısından baktığımızda ise pek çok örgütün iki gün boyunca işçilerin içinde olduğunu ancak hiçbirinin eylemleri belirleyecek bir etkide bulunamadı. Buna TİP de dahildir.

Peki kim örgütledi bu direnişi?

Bunun yanıtını işyerlerinde buluyoruz. 1967-70 arası DİSK’in en büyük başarısı “işyeri örgütlenmesi”dir. Türk-İş’ten farklı olarak DİSK ayağını işyerlerine basarak örgütlendi. Kendisini burada kurdu. Bu süreçte fabrikalarda mücadelede öne çıkan işçiler, sendikal kadrolar ortaya çıktı. Aslında DİSK kendisini de aşacak ölçekte siyasi ve kendisine güvenen bir taban örgütlenmesi yarattı. 15-16 Haziran direnişinin merkezi işte burası olmuştur.

Solu nasıl etkiledi?

Direniş, işçi sınıfının uzun yıllar içinde olgunlaşmaya başlayan mücadeleci kimliğini güçlü bir şekilde ortaya çıkardı. İşçi sınıfı bu iki gün, sermaye egemenliğinin öyle hiç de sarsılmaz olmadığını gösterdi. Bu, işçilerin aynı zamanda kendi gücünün de farkına varmasına yaradı.

Türkiye solunda ise özellikle o dönemin kritik tartışmalarından biri olan “Türkiye’de işçi sınıfı var mıdır” ya da “Devrim yapabilecek güçte ve olgunlukta bir işçi sınıfından söz edilebilir mi?” tartışmasına net bir yanıt verdi: “Evet, Türkiye’de işçi sınıfı vardır ve bu düzeni sarsabilecek kadar güçlüdür”.

Düzen cephesinin dersi ne oldu?

15-16 Haziran direnişinden patronların çok korktuğunu biliyoruz. Direnişin sermaye sınıfında yarattığı bu korkuya dair en çarpıcı kanıt eylemler başladığında hatırı sayılır sayıda patronun “devrim olacak” endişesiyle yurt dışına çıkmasıdır.

Bugüne kadar işçi eylemlerini fiziki zorla bastıran iktidar burada da bunu denedi. Sıkıyönetim ilanı, DİSK yöneticilerinin ve kimi işçi önderlerinin tutuklanması, yüzlerce işçinin işten atılması ve bir yıl geçmeden 12 Mart muhtırası ve faşizm…

Ancak düzen cephesi açısından 15-16 Haziran’ın bundan daha öte bir anlamı olduğunu söylemek mümkün. Sermaye sınıfı Türkiye tarihinde belki de ilk kez, işçi sınıfının toplumsal açıdan kendisini ifade etmede bu denli iddialı hale geldiğini gördü. Bunun kendisi için büyük bir tehlike olduğunu kavradı. İşçi sınıfı ve sol, bu iddianın devamını getiremediğinde sermaye sınıfı yol almayı başarmıştır.

Kim ne dedi?

İşçiler yargılanırken

Hakim bize diyor ki, “Gelin yürümedik deyin, çıkmadık deyin. Bakın çocuklar ben abimin çocuğuna ceza vermiş hakimim. Önümüzdeki kitaba göre karar veriyoruz. Burada kahramanlık falan yapmayın.”

Sonra ifade almaya başladı. Hakim sordu:

“Sayın Adil Harmancı, 15-16 Haziran tarihlerinde yürüdün mü?

Yürüdüm Hakim bey

Oğlum?

Yürüdüm Hakim bey,

Oğlum!

Yürüdüm Hakim bey”

Sonunda Hakim “peki neden yürüdün” diye sordu:

“Hakim yürüdü, savcı yürüdü, subay yürüdü, polis yürüdü. Patlıcan yürüdü, domates yürüdü, biber yürüdü, ben de yürüdüm”

Ben de yürüdüm derken elini yumruk yapıp göğsüne vurdu.

“Oğlum etme eyleme…

Yok, yürüdüm.

Yürüdün mü?

Yürüdüm”

Hakim “Hadi şimdi de yürü cezaevine” diye tutukladı onu. Ne kadar kaldı bilmiyorum ama çok yatmadı sanırım.

(Doğu Glvaniz fabrikasından Hasan Kahraman’ın yargılamalarla ilgili aktardıkları- “Kaynak: “İşçilerin Haziranı- sf.765, Zafer Aydın”)


Patronların korkusu

“Biz size hafif geldik. Yani siz artık işvereni muhatap almama noktasına geldiğinize inanıyorsunuz. Diyorsunuz ki bizim mücadelemiz bir işyerinde işçi haklarından çıkmıştır, siyasi bir mücadele ülkenin iktidarına el koyma mücadelesidir. Muhatabınız biz değiliz. Biz kenara çekildik. Bizim üzerimizden silindir gibi geçtiniz. Bizi ittirdiniz, kaktırdınız. Şirketin ne yöneticisi ne bilmemnesi kaldı. Kendi kendinize harekete geçtiniz. Emirler veriyorsunuz, pazubantlı adamlar dolaşıyor ortalıkta…

…Hareket o kadar güç kazanmaya başladı ki, dedim ki galiba ayvayı yemek üzereyiz… Çünkü orduyu da polisi de işin içine soktular… Töbder diye öğretmenler katıldı. Bütün meslek örgütleri, barosu, mühendisler odası, doktorlar odası hepsi bunlara katıldı. O zaman müthiş bir kuşatılmışlık hissi geldi. Ben dedim ki gidiyor hadise. Ve samimi söylüyorum, Türkiye’den kaçmaya karar verdim…”

(Arçelik fabrikasında üst düzey bir yöneticinin aktardıkları- “Kaynak: “İşçilerin Haziranı- sf.913, Zafer Aydın”)

15-16 Haziran direnişi Türkiye’de düzeninin gücünün mutlak olmadığını, patronların yenilmez olmadığını, işçilerin onlara muhtaç olmadığının da kanıtıdır.

İşçi sınıfının iktidarı mümkün ve zorunludur.

Bizim 15-16 Haziran dersimizin özeti budur.

(ALPASLAN SAVAŞ - SOL / ÖZEL)

Yararlanılan kaynaklar:

Aydın, Zafer; “İşçilerin Haziranı:15-16 Haziran 1970”, Ayrıntı Yay. 2020

Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu; “Derinden Gelen Kökler-I içinde 15-16 Haziran Direnişi Dosyası”, sf.335-429, Sosyal Tarih Yayınları, 2017
http://www.birlesikmetalis.org/kitap/derindengelenkokler_c1.pdf

Sülker, Kemal; “Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün”, Yazko,

Hekimoğlu, Cemal; “15-16 Haziran’a Övgü: İki Gün İki Sınıf”, Gelenek, Sayı 53 https://gelenek.org/15-16-hazirana-ovgu-iki-gun-iki-sinif/

Sur, A.Esin; “15-16 Haziran”, Gelenek, Sayı 53 https://gelenek.org/15-16-haziran/

Güler, Aydemir; “TİP, tarih, bugün”, sol Haber Portalı, 15.02.2020 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/tip-tarih-bugun-280546

Güler, Aydemir; “Kaçınılmaz olan”, sol Haber Portalı, 15.06.2016 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/kacinilmaz-olan-159192

Savaş, Alpaslan; “Bir kez daha 'işçiler var' diyebilmek için”, sol Haber Portalı, 17.06.2016 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/alpaslan-savas/bir-kez-daha-isciler-var-diyebilmek-icin-159420

                                                                    ***

2) İhsan Çaralan: 15-16 Haziran direnişini inşa eden işçi inisiyatifiydi (Hilal Tok - Evrensel)

Dönemin Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, Evrensel Yazarı İhsan Çaralan 15-16 Haziran'da hareketin işçi inisiyatifiyle inşa edildiğini ifade etti.

15-16 Haziran, işçi hareketinin mücadele tarihinde bir mihenk taşı olarak duruyor. O gün ile bugün arasındaki bağı bulmak, bugünün işçi hareketi önündeki engelleri tespit etmek ve çözüm yollarını bulmak konusunda oldukça elzem. O dönem hareketin işçi inisiyatifiyle inşa edildiğini ifade eden dönemin Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, Evrensel Yazarı İhsan Çaralan işçilerin başarıya ulaşmak için patrona karşı mücadelesinin yanında sendikal bürokrasiye karşı mücadele etmesinin önemine dikkat çekiyor.

15-16 Haziran direnişi, sadece tarihin sayfalarında kalan bir anma günü mü? Bu direnişi hâlâ hatırlamanın önemi ne, direnişin deneyimi ve birikimlerinin bugüne katkısı nasıl?

50 yıldan beri kutlanan iki önemli gelenek var. Bunlardan birisi 6 Mayıs günü andığımız Deniz, Yusuf, Hüseyin’in şahsında devrimci gençlik hareketi. İkincisi ise 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi şahsında aslında 1960’lı yıllardaki işçi hareketidir. Eğer bu dendiği gibi geçmişte olmuş bitmiş bir hareket olsaydı, bu kadar uzun süre anılmazdı. Her iki hareket de bugün de hâlâ konuştuğumuzda, üstünden yeni şeyler konuşabildiğimiz, öğrendiğimiz hareketler. 15-16 Haziran hareketi iki günde olmuş bitmiş hareket değil tabii, öyle olsaydı bu da işçi sınıfının bir atağı gibi görünüp kalırdı. 1960’lı yıllardaki işçi hareketinin ucu 1963’te Kavel direnişi ile başlar aslında. Kavel direnişi sürecinde ortada bir sendika yasası ve grev yasası yoktur. Bu bakımdan da işçilerin yaptığı her türlü grev hareketi yasa dışıdır. Hareket yasa dışı olmasına karşın fiilen son derece uzun ve başarılı bir grevden sonra başarı ile sonuçlanmıştır. Arkasından gelen önemli olay DİSK’in 1967 yılındaki kuruluşudur. DİSK, Türk-İş’ten ayrılan 4 sendikanın kurulması ile oluşan bir örgütlenme olarak başlamış ve sonra çeşitli iş kollarını da kapsayarak büyümüştür. Türk-İş’in politikalar, politika dışı ya da partiler üstü diye ifade ettiği, aslında iş birlikçi sendikacılık anlamına gelen anlayışa karşı kurulmuştur DİSK. En azından işçilerin büyük çoğunluğu Türk-İş’ten ayrılırken kendilerini mücadeleci bir sendikacılık, hatta sınıf sendikacılığı çizgisinde bir sendika kurma amacı ile ortaya koymuşlardır burada örgütlenirken. 1952’de Türk-İş kurulmuştur, ama Türk-İş grev hakkı, toplu sözleşme hakkı olmayan bir konfederasyon olmuştur, daha çok bir dernek gibi faaliyet göstermiştir. Bugün sendikal harekette “sendika bürokrasisi” dediğimiz... Sendikaların daha burjuva gibi yaşayan, işçi sınıfının içinden çıkmış ama işçisiyle bağı kalmamış, işçi aristokrasisi olmuş, daha sonra da sendika bürokrasisi olmuş bir yapısı vardı. Yani milletvekillerinden bile yüksek maaş alan sendika yöneticilerinin olduğu bir üst kabuk oluşturmuşlardır ve bu kabuk bugün de işçi hareketinin başındaki en önemli belalardan birisidir. ’60’larda Türk-İş böyleydi aşağı yukarı. Sendika bürokratlarının yönetimindeydi. DİSK ile buradan ayrılanlar nispeten burada bir ilerleme sağlamak üzere, -yani sendika bürokrasinin denetiminde olmayan sendikalar oluşturmak gibi fikri de vardır mutlaka ama- sonuçta Türk-İş’in ekolünde yetişmiş kişilerdi. Ama 1967’den sonra, DİSK’e geçmek isteyen işçiler, patronlar tarafından, Türk-İş tarafından önlerine barikatlar oluşturulması karşısında mücadeleyi ilerleterek başka bir safhaya geçmişlerdir. Yani çeşitli işyerlerinden özellikle az çok mücadelenin içinde öne çıkan işçiler, kendileri inisiyatif alarak bir mücadele hattı oluşturmuşlardır.

İŞÇİLER KENDİLERİNİ DE DEĞİŞTİREREK İLERLEDİLER

İşçilerin böyle inisiyatif almasını sağlayan, ilerleten, mücadelelerinde başarılı olmasını sağlayan DİSK miydi?

Mesela şöyle söyleyeyim size; Sungurlar fabrikası diyelim. Bu dönemde Haliç’te önemli bir fabrikadır. Burada Türk-İş’ten DİSK’e geçecekti işçiler; patron kabul etmiyor, Türk-İş engel olmaya çalışıyordu. İşçiler fabrikayı işgal ediyorlar. Şimdi bakarsanız bu işgali DİSK’e geçmek için yapıyorlar ama burada asıl etki o mücadeleyi başlatan işçilerindir, DİSK’in değil. Asıl olarak burada o mücadelenin önüne gelip başlayan işçilerin inisiyatifi. İşçiler bu mücadelelerde kimle iş birliği yaptı? Sendikanın merkezinden çok kendilerinden önce bu mücadeleye girmiş ve başarılı olmuş işçilerle. Örneğin, Sungurlar işçileri, Demir Döküm fabrikasındaki temsilcilerle konuşarak yaptılar. Bunu nasıl yapacaklarını onlardan öğrenerek... Dolayısıyla ilk kez Türkiye’de işçiler kendi talepleriyle ve kendi inisiyatifleriyle karar aldıkları bir süreç başlatmıştır. ’67 ile 15-16 Haziran arasındaki süreci esas belirleyen budur. Bu fabrika işgalinde desteğe ilk giden öğrenciler oluyor genellikle. O dönemdeki öğrenci hareketi de yüksekti. O öğrenciler de gerek sosyalizmle ilgili yeni temas ettikleri bilgiler etrafında, gerekse genel olarak devrimci mücadelenin yüksek seyri içinde işçi hareketine karşı bir yakınlık duyuyorlardı. Arkasından mahalle halkı geliyordu. Arkasından ise jandarma ve polis geliyordu direniş olan fabrikaya. Sendikacılar bütün bu şeylerin ötesinde bir sonuca bağlanmasını bekliyorlardı. İşçilerin, patronu ve polisi, jandarmayı orada alt ederek taleplerini kabul ettirmesini bekliyordu. Şimdi aşağı yukarı bütün fabrikalardaki bu geçişler, o dönem bu anlattığım prosedür içinde aslında Türk-İş’ten DİSK’e geçişti. Ve bu geçişler aynı zamanda işçilerin içinde ileri bir işçi tabakasını da ortaya çıkarttı. İşçiler bir taraftan da bir eylem içinde kendilerini de değiştirerek dönüştürerek bir noktaya doğru ilerlediler, bilinçlerinde de ilerleme oldu.

DÖNEMİN İKİ ÖNEMLİ HAREKETİ: İŞÇİ VE GENÇLİK

15-16 Haziran’a gelirsek… O zaman da bu kararı aldıran, harekete geçen asıl olarak işçiler miydi?

İşçiler 15-16 Haziran’da zaten karar aldılar. Burada tabii ki DİSK’in tutumu önemliydi. Bilmeyenler için hatırlayalım; 15-16 Haziran direnişi, Adalet Partisi iktidarı ve CHP ile iş birliği içinde, aslında Türk-İş’ten DİSK’e geçişleri önlemek ve DİSK’in büyümesini engellemek üzere getirilmiş bir yasaya karşı başladı. Öyle bir yasa hazırlanmıştı ki, örneğin DİSK’in sadece bir tek sendikası yetkili sendika olabiliyordu; yüzde 33 ile Maden-İş Sendikası. Onun dışındaki bütün sendikalar etkisiz hale geliyordu. 15-16 Haziran direnişi bu gelişmenin son ve büyük eylemidir. Burada temsilciler kararı aldılar. Nitekim daha sonra sendika yöneticileri sıkıyönetim mahkemelerinde, 15-16 Haziran’da temsilcilerinin karar aldığını ve kendilerinin bir dahli olmadığını söyleyecek kadar da bu işin dışında kalarak sahip çıkmadılar direnişe. Bu bakımdan da ben bu mücadeleyi asıl olarak ileri işçilerin inisiyatif aldığı bir mücadele olarak anlamamız gerektiğini doğru buluyorum.

O dönem iki tane güçlü hareket var, biri işçi, biri gençlik hareketi. Gençlik hareketi antiemperyalistir, sosyalisttir, sömürüsüz savaşsız bir dünya mücadelesi içindedirler. Türk-İş’ten DİSK’e geçmek için mücadele eden, aynı zamanda hızla sınıf mücadelesi, sosyalizm tartışması da yapan bir işçi hareketi de vardır. Aynı denize doğru paralel akan iki nehirdir bu iki hareket. Bu iki nehir de coşkulu aktıklarında birbirine karışıyor. Mücadelenin temposu yükseldiğinde gençlik hareketi ile işçi hareketi birbirine karışıyor.

15-16 Haziran’da işçi hareketine darbe vuruldu önce, arkasından da gençlik hareketinin temelleri çökertilmeye çalışılmış, hem de önderleri katledilmiştir. Ve bu iki hareket, bugüne gelen mücadele geleneğinin de temellerini atmıştır. 15-16 Haziran sıkıyönetimle önü kesilen bir hareket oldu. Bu bakımdan da o günler işçi hareketinin hem zirvesidir hem de sonuna geldiğinin ifadesidir. Artık daha sonraki işçi hareketi yeniden başlayacaktır. Tabii bu sıkıyönetimde tutuklamalar oldu. Mücadeleye önderlik eden çeşitli işyerlerindeki işçi önderleri tutuklandı. Gençlerden de tutuklananlar oldu. Ben de ilk gözaltına alınanlardanım. Öğrenci Birliği genel sekreteriydim ve işçi hareketine karşı sıkıyönetimin ilan edilmesini protesto etmek için 20 Haziran’da başlayacak sınavlara girmeme kararı aldık. Ben telefonda bu kararı diğer fakültelere bildirirken dinlendim ve sabah saat 6’da gözaltına aldılar beni. Sıkıyönetim mahkemesi tarafından yargılandı işçi önderleri de. Ama esas darbe bu harekete önderlik eden işçilere oldu. Fabrikalarda kara liste oluşturularak işçiler tasfiye edildi. 4 bin 500 işçi işten çıkarıldı. Bu işçiler bir daha hiçbir fabrikada işe alınmadılar. Doğrusunu isterseniz sendikalar da buna göz yumdu. Belki de bazı sendikaların en azından bazı yöneticilerin patronlarla iş birliği içinde davrandıklarını da söylemem herhalde yanlış olmaz.

SENDİKALI OLMA MÜCADELESİYLE BÜROKRASİYE KARŞI MÜCADELE DE ŞART

O mücadeleden bugüne dair sonuçlar çıkarırken asıl olarak neyi tartışmalıyız?

O günden bugüne koşullar bugüne göre pek çok konuda çok farklı. Bütün o sözünü ettiğimiz süreçte işçiler inisiyatif alıp harekete geçebiliyordu. Bugün büyük ölçüde sendikal bürokrasi çok daha güçlenmiş durumda. Hem kendi deneyimlerinden hem sermaye ile olan ilişkilerinin daha da ileri gitmiş olmasından, hem de bugün ortaya çıkan pek çok başka imkanlardan da yararlanarak sendika bürokrasisi bugün hakikaten herhangi bir devlet bürokrasisinden bile daha bürokratik bir yapıya kavuşmuş bulunuyor. Mesela yakın zamanda TÜPRAŞ işçilerinin direnişi vardı. Bakıyorsunuz Koç Holding 88 kişilik liste çıkarmış, bunları çıkaracağız diye sendika ile konuşuyor. Sendika 80 olmasın da 40 olsun 50 olsun pazarlığı yapıyor. Sendikacılar en ileri gittiklerinde bile patronlarla işçiler arasında ara bulucu rolü oynuyor ve burada genellikle bu rolü patronlardan yana olarak oynuyorlar. Bu açıdan işçi hareketini daha büyük ve çeşitli yönleri ile bölme ve kontrol altına alma konusunda daha başarılı bir bürokrasinin bugün var olduğu bir gerçek. Öte yandan da işçi inisiyatifinin çok çabuk oluşabildiği koşulların da oluştuğunu görüyoruz. Mesela 2015’teki büyük metal direnişinde 3 gün içinde bütün fabrikalarda örgütlenerek sendikayı da reddederek patrona karşı da meydan okuyabildiklerine de tanık olduk. Bu bize şunu gösteriyor ki, bugünün işçileri o günün işçilerine göre belki bazı bakımlardan daha zor şartlarda ama bazı bakımlardan da daha kolay öğrenebilecek ve bu örgütünü hızla ilerletebilecek olanaklara sahip. Burada iletişim araçlarının gelişmesi, kişilerin bilgiye varma araçlarının büyük önem kazanmış olması gibi etkiler de var. Ocak ayındaki çoğu hareket sendikasız işyerlerindeydi mesela. Buradan şu çıkmamalı tabii; demek ki sendikasız olmak daha iyi. Değil, ama sendikalı olmak da meseleyi çözmüyor. O zaman sendikalı olma mücadelesi veya herhangi bir şekilde patrona karşı mücadele ve antidemokrat sendika bürokrasisine karşı bir mücadelede birleşmedikçe, işçiler sendikal bürokrasi engelini aşacak önlemleri alamadıklarında başarılı olma şansları son derece düşük diyebiliriz.

ÖRGÜTLENMEKTE ISRAR ETMEK ÖNEMLİ

Bugünkü işçi hareketinin durumu, hareketin aşamadığı sorunlar ve nedenleri ne? Bu sorunlar nasıl aşacak?

Günün en önemli sorunu tabii ki örgütlenme meselesidir. Yani bugün Türkiye’deki sendikalaşabilir aşağı yukarı 13 milyon işçilerden ancak 2 milyona yakını sendikalı. Ama bunların önemli bir kısmı da toplu sözleşme yapabilecek bir örgütlülük düzeyinde değil. Bu bakımdan ülkede en önemli şey, sendikalaşmanın yaygınlaştırılması. Biraz önce sözünü ettiğimiz sendika bürokrasisine olan güvensizlik, öfke, işçilerin satılmış olması, bunlar hep engellerdir. Ama buna rağmen bakıyoruz ki aslında son yıllarda sendika bürokrasisi bu kadar işçiyi satmasına rağmen bir işyerinde bile iki kere üç kere yeniden sendikaya ulaşmak için harekete geçebiliyor işçiler. Bu da işçilerin sınıfsal bakımdan sendikalaşmaya karşı olmadıklarını gösteriyor. Dolayısıyla temel şey budur; örgütlenmekte ısrar etmek. Tabii sendikaların mücadeleci sendikalar olması, sendikalı işyerlerinde o işçinin örgütlenmesi, yani işyerinde örgütlü değilse işçi hiçbir şekilde örgütlü değildir. Yani işçilerin işyerindeki üniteleri etrafında sendikalı olarak örgütlenmesi ve buradan kararlar alabilmesi, işyerinde toplu sözleşme yaparken burada tartışması, taleplerini burada belirlemesi ve bu taleplerin arkasında olacağım derken, örgütlü olarak lafını etmesi. Toplu sözleşme masasında sendikacı ile patronunu baş başa bırakmak yerine ona dışarıdaki eylemleri ile sendikacının ensesinde olduğunu göstermesi gerekiyor. Bu mücadelenin hakikaten ustaca yürütülmesi gereken bir mücadele olduğu aşikar. Bürokrasi ve patronlar, işçi izleme yöntemlerinin gelişmiş olması, teknolojiden bunun için yararlanmaları gibi birtakım deneyimlere sahip oldular ve bu işleri zorlaştırmaktadır. Ama eğer bir kurtuluşa gidecekse işçiler, bu zor işi başarmaları gerek. Bunu başarabileceklerini de her zaman gösteriyorlar aslında bakarsanız. Şu ağır şartlarda bile çeşitli işyerlerinde hâlâ sendikalaşmaların sürdüğünü ve işçilerin hareket halinde olduğunu görüyoruz.

                                                                     ***

3) 15-16 Haziran’ın izinden gitmek (Erkan Aydoğanoğlu / Evrensel)

Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesi açısından en önemli dönüm noktalarından birisi olan 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin üzerinden 52 yıl geçti. Ülke tarihinin en büyük ve en kitlesel işçi direnişi, aradan geçen süreye rağmen, anlamını ve önemini koruyor.

1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren büyük ölçüde işçilerin iradesiyle gerçekleşen hak arama eylemleri ve örgütlenme girişimleri, işçi hareketine daha önce görülmemiş düzeyde canlılık kazandırmıştı. 1967-70 döneminde ağırlıklı olarak özel sektörde çalışan işçilerin DİSK’te örgütlenmeye başlamasıyla birlikte, Türkiye işçi hareketi ilk kez sermayeden ve devletten bağımsız bir çizgiye yönelmeye başladı. Öyle ki işçi sınıfının o zamana kadar kendiliğinden gelişme gösteren karakteri 15-16 Haziran direnişi sonrasında ciddi bir sıçrama yaşadı. 

İŞÇİLER ÖRGÜTLENME HAKKINA SAHİP ÇIKIYOR

15 Haziran günü, 115 iş yeri ve 80 bin işçiyle başlayan, 16 Haziran günü 168 fabrika ve 150 binden fazla işçiyle devam eden 15-16 Haziran direnişi etkisini en çok, Türkiye işçi sınıfının kalbi sayılan İstanbul ve İzmit’te gösterdi. İstanbul’da, Gebze’de, İzmit’teki fabrikalarda üretim büyük ölçüde durdu. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler, mitingler düzenlediler ve kent merkezlerine doğru akmaya başladılar.

15-16 Haziran eylemlerinin temel nedeni, 1963 yılında yürürlüğe giren 274 ve 275 sayılı sendika ve toplu sözleşmelere ilişkin yasaları değiştirip DİSK’i etkisizleştirmek, işçilerin bir sınıf olarak mücadeleci bir sendikal merkezde örgütlenmesinin önüne geçmekti. 15-16 Haziran eylemleri öncesinde DİSK yönetiminin bu yönde bir kararı yoktu. Hatta eylemler sürerken Dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler radyodan işçileri sakin olmaya davet etti. 15-16 Haziran direnişi işçi sınıfının kendi iradesi ve inisiyatifiyle harekete geçtiğinde ne kadar etkili bir güç olduğunu gösterdi ve dönemin iktidarı eylemlerin daha da büyümesinin önüne geçmek için 16 Haziran akşamı Kocaeli ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti.  

15-16 Haziran direnişi, özellikle sendikalarına, örgütlenme hakkına sahip çıkan ve haklarını korumak için birleşen işçilerin, bir sınıf olarak kendi güçlerinin farkına vardığında, kendi içinde birliği sağladığında neler yapabileceğini dosta düşmana göstermesi açısından önemli dersler içeriyor. Farklı sendikalara üye ya da sendikasız on binlerce işçinin o dönem ortaya koyduğu mücadeleci tutum, tüm engellemelere rağmen gösterilen cesaret ve kararlılık, aradan geçen 52 yıla rağmen önemini koruyor.

İŞ YERİ MERKEZLİ ÖRGÜTLENMENİN ÖNEMİ

15-16 Haziran 1970 tarihlerinde eylemlere katılan işçi sayısının fazlalığı, DİSK ve Türk-İş’e bağlı farklı sendikalara üye ve sendikasız işçilerden katılımların yoğun olması, iş yeri örgütlülüğünün güçlü olmasının, sendikaların gücünü doğrudan fabrikalardan ve iş yerlerinde yaşanan sorunlardan almasının somut bir sonucuydu.

İşçi hareketi ve sendikal mücadele, o dönem büyük fabrika ve işletmelerde çalışan örgütlü işçilerin öncülüğünde yürütüldü. Kitlesel işçi eylemleri, fabrika işgalleri ve grevlerin başarısında iş yerlerine ve işçilerin iradesine dayanan sendikal çalışmaların rolü belirleyiciydi.

Sendikaların iş yeri temelinde örgütlenmesi, iş yeri merkezli çalışmanın benimsenmesi, iş yeri temsilciliklerinin ve o dönem çok sayıda fabrikada fiilen kurulan iş yeri komitelerinin mücadelenin her aşamasında aktif olarak yer alması, o dönemdeki eylem ve direnişlerin etkili ve kitlesel olmasını sağladı.

15-16 Haziran direnişi, sadece yarattığı sonuçlar açısından değil, en temel hak ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmek için birleşen işçilerin kendi öz gücünün farkına varması, işçi sınıfının kendi içinde birliğini ve beraberliğini oluşturduğu zaman neler yapabileceğini göstermesi açısından da önemli dersler içeriyor.

15-16 HAZİRAN’IN AÇTIĞI YOL

15-16 Haziran direnişinin işçi sınıfı mücadelesi ve sendikalar açısından günümüze taşıdığı en önemli ders, sendikaların sermayeden ve onun siyasal temsilcilerinden ayrı ve bağımsız olarak örgütlenmesi, hakları ve kendi sınıf çıkarları için birleşerek ve birlikte mücadele ederek ilerlemesinin tek çıkış yolu olduğudur.  

Bugün için 15-16 Haziran direnişinin izinden gitmek ne anlama gelir sorusuna, fabrikalarda 52 yıl önce işçiler birbirini ve sendikalarını nasıl örgütlenmiş, sendikal bürokrasiye rağmen kendi öz örgütleri olan sendikalarına nasıl sahip çıkmışlarsa öyle yapmak gerekir yanıtı verilmelidir. Bugün açısından 15-16 Haziran’ın izinden gitmek demek, sendikalardaki her türlü bürokratik, sınıf dışı, yozlaşmış eğilim ve uygulamalara karşı mücadeleci sınıf sendikacılığı çizgisini güçlendirmeyi, sendikaları yeniden işçilerin birleşme ve mücadele örgütleri haline getirmeyi gerektiriyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder