27 Temmuz 2022 Çarşamba

Arkeolog Mesut Alp: IŞİD'ın yarattığı yıkımın geri dönüşü yok - ÖZKAN ÖZTAŞ / SOL-Söyleşi

 Arkeolog Mesut Alp ile arkeolojik alanlarda yaşanan yıkım konusuna bu hafta IŞİD'in Suriye'deki saldırıları ve Palmira Antik Kenti ile devam ediyoruz.

Arkeolog Mesut Alp ile "Arkeolojik alanlarda yıkımın tarihi" başlıklı röportaj serimize bu hafta IŞİD'in sebep olduğu barbarlık ve tarihi eser kaçakçıların etkisi üzerine devam ediyoruz. Alp, IŞİD'in yarattığı yıkımın geçmişte benzer örnekleri olsa da günümüz açısından ciddi bir tahribat yarattığını ve insanlık tarihinin kara lekelerinden birisi olarak hafızalara kazındığını ifade ediyor. 

IŞİD ve benzeri gerici örgütlenmelerin aynı zamanda perde arkasından arkeolojik eser ticareti yaptıklarını ifade eden Alp, "Satamayacakları ve götüremeyecekleri büyüklükte olan eserleri tahrip ettiler. Taşınabilir ve küçük eserlerin tamamını ise satarak ticari kalanlar oluşturdular. Çünkü bunlar barbar oldukları kadar da paragöz bir yapılanmadır" diyerek arkeolojik alanların yaşadığı tahribatı gözler önüne seriyor. 

Arkeolojik eserlerin ve yerlerin tahrip edilmemesi konusunda uluslararası sözleşmeler ne diyor?

Uluslararası sözleşmelerde aslında bu konuyu kapsayan bir sürü kanun var. Somut ve somut olmayan kültürel değerleri korumak adına kağıt üzerinde de olsa bazı maddelerinin varlığından söz edebiliyoruz. Mesela UNESCO 1972 yılında "Dünya kültürel ve doğal mirasın korunması sözleşmesi"ni imzaladı. Sonra sözleşmeden önce 1954 yılında "silahlı çatışmalar halinde kültür varlıklarının korunmasına dair sözleşme ve ekleri" diye yayınlanan bir deklarasyon da var. 1970'de de "kültür varlıklarının kanunsuz ithal, ihraç ve mülkiyet transferinin yasaklanması" için alınacak tedbirlerle ilgili sözleşme de mevcut. Yani 1954'ten 70-72'ye kadar silahlı çatışmaların vuku bulacağı alanlarda kültürel eserlerin korunmasına dair bir girişimin olduğunu söyleyebiliriz.

Bu girişim caydırıcı mı? İşe yarıyor mu?

Eğer caydırıcı olsaydı Birleşmiş Milletler'e, NATO'ya, UNESCO'ya üye olan ve korunması gereken kültür, tabiat varlıkları listesinde olan Diyarbakır'da Sur içinin de korunması gerekirdi. Sadece bu örneğe bakarak dahi bu kanunların ya da girişimlerin bir caydırıcı gücü olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye bu maddelerin altına imza atmış bir NATO ülkesi iken bir çok kültürel alanın tahrip edildiği örnekte bir yaptırıma maruz kalması beklenirdi. Herhangi bir yaptırım duydunuz mu? Hadi yaptırımı geçtim herhangi bir açıklama ya da kınama? Hayır. Hiç bir şey duymadık.  

Avukat Tahir Elçi, Sur'da yaşanan yıkıma dikkat çekmek ve tarihi eserlere sahip çıkmak için gerçekleştirdiği basın açıklaması sırasında, Diyarbakır'da Dört Ayaklı Minare önünde suikaste kurban gitmiş ve yaşamını yitirmişti.

Suriye'den Türkiye'ye bir sürü tarihi eser gelmişti

Peki Suriye'de 10 yılı aşkın süredir devam eden savaşta cihatçı çetelerin yarattığı yıkım? Buralarda arkeolojik eserlerin basına neler geldi? 

Önce şuradan başlayalım. Bir savaşta o ülkenin arkeolojik eserleri önce nereye gider? Cevabı komşu ülkeler. 8 yıllık müze geçmişi olan birisi olarak söyleyebilirim ki Rojava ya da Kuzey Suriye denilen bölgede savaş patladığında bize akın akın envanter numaraları olan eserler gelmeye başladı.

O dönem emniyetin Kaçakçılık Şube birimlerinin sürekli yaptığı operasyonlarında ele geçirilen eserlerde, Suriye'den Türkiye'ye getirilen eserlere denk geliyordu. Sınırda olduğumuz için de bu eserlerin çoğu Mardin Müzesi'ne getiriliyordu. Ben de orada görev yapıyordum. O dönem bir tarihi eser akışı başladı.

Gelen eserlere ne yaptınız? Nasıl ilgilenildi?

Bu sözleşmelere uygun olarak müzenin deposunda Suriye'den gelen eserler için ayrı bir yer açtık. Bakın tüm kaçakçılık eserleri bir yere konulurken, Suriye'den gelen eserler başka bir yere konuluyordu. O kadar fazlaydı. Uluslararası sözleşmeler ve kanunlar diyor ki silah zoruyla bir çatışma ortamından çalınan eserler komşu ya da başka bir ülkede yakalanırsa, savaş bitiminde o ülkenin milli serveti olduğu için iade edilmesi gerekir. Normalde bu sözleşmelere üye olan tüm ülkelerin de bunu yapması lazım.

Ama biz tabii yakalanmış eserler için bunu söyleyebiliyoruz. Bizim elimize geçen eserlerin belki de beş mislisi koleksiyonerlerin eline geçti. Müzayede evlerinin listesine girdi. Bu koleksiyonerler ya da müzayede evlerine ulaşan eserler kaç kişinin elinden geçerek nerelere ulaştırıldı bilmiyoruz. 

Peki kırılan veya tahrip edilen eserler?

Arşivlerde IŞİD denilen barbarların müzelere ve tarihi yerlere saldırdıkları, bazı büyük eserleri kırdıklarını görürüsünüz. Ama IŞİD'in iki yüzlülüğü de burada başlıyor. Göze görünen şey büyük eserleri kırdığı, yıktığı. Ama bu barbarlar aynı zamanda bunu bir kazanç kapısı haline getirip, kameraların kayıt altına almadığı binlerce taşınabilir küçük eseri alıp tüccarlara peşkeş çekip satmışlardı.

Satışa çıkarılan eserlerden ele geçirilenler oldu mu hiç?

Bunların bir kısmı yakalandı. Ama kırılan, satılan, müzayede evlerinin ve koleksiyonerlerin depolarına taşınan daha bilmediğimiz bir sürü eser var. Ve eserlerin bir kısmı ilelebet kayboldu. Kırıldı. Artık geriye döndüremeyeceğimiz bir sürü örnek var bugün.

'IŞİD taşıyabildiği eserleri satarken taşıyamayacağı eserleri de ortadan kaldırdı'

Tahrip edilen eserlerin hepsi orijinal miydi?

Bir kısmının orijinal eserler olmadığını biliyoruz. Ama bazıları da orijinal eserlerdi. Kırılan orijinal eserlerde görüntüleri gözlerinizin önüne getirin, taş kırma makineleri ile 2 bin 3 bin yıllık eserlerin kafalarına, gövdelerine delikler açarak tahrip ettiler. Sadece arkeolojik alanları da değil üstelik: türbeleri de yatırları da ziyaret alanlarını da tahrip ettiler. Çünkü bu barbarların temel derdi bellek yıkımıdır.

Ama bunlar aynı zamanda bilinçli ve amacı para kazanmak olan barbarlar oldukları için ne yaptılar? Eserlerin taşınabilir olanlarını taşıyıp sattılar. Taşınamaz olanlarını, büyük ebatta olan eserleri ve yerleşim alanlarını, büyük heykelleri, rölyefleri ise parçalayarak yok ettiler. Evet bir kısmı eserlerin replikalarıydı ama maalesef önemli bir çoğunluğu da geri dönüşü olmayacak, tekrarı üretilmeyecek olan orijinal eserlerdi. Bu da 21.Yüzyılın ayıplarından, insanlığın ortak hatalarından birisi olarak tarihe geçti. 

Gerici terör örgütü IŞİD, bir çok arkeolojik esere geri dönüşü olmayan zararlar vermiş ve bunları da video propagandalar ile kamuoyuyla paylaşmıştı.

Yalnız burada ilginç bir şey var. IŞİD iki örnekte vahşet videoları üretti. İlki insanları katlettiği videolar iken ikincisi de tarihi ve kültürel eserlerin tahribatı oldu. Bu tür video propagandalar için neler söylersiniz?

Sosyal medya, telefonun bir kamera ya da kayıt cihazı olarak binlerce, milyarlarca insanın elinde olması, vuku bulan zararın ve yıkımın daha görünür olmasını sağladı. Aslında perde arkasında o telefon ve kameraların ulaşamadığı, defineciler ile temsil edilen buz dağının görünmeyen yüzü de var. Bunlar tarafından da yok edilen ciddi tahrip edilen arkeolojik alanlar var. IŞİD ise insana ve ona dair ne varsa yok etmek isteyen, belleği ortadan kaldırmak isteyen bir örgüt. Bu videolar tesadüf değil.

Peki gelelim Palmira'ya. Palmira neden bu kadar önemliydi?

Palmira'nın bu kadar popüler olmasının nedeni biraz geç dönem yerleşim yeri olmasıdır. Bu nedenle çok fazla "ben buradayım" diyen esere sahip olan bir yerden söz ediyoruz. Mesela Göbeklitepe'deki dikili taşları çıkarırsanız oraya giden bir çok insan için bir şey ifade ettiği şeyler azalacaktır.

Bir arkeolojik alanda görünür eserlerin çokluğu oranın daha fazla ilgi görmesine neden oluyor maalesef. Çünkü bunun tersi örneklere de çok fazla sahip çıkılmıyor. Mesela Batman'daki Hallan Çemi denilen yer sular altında kaldı ve kimsenin gıkı çıkmadı. Burası dünyanın en önemli neolitik yerleşim yerlerinden bir tanesiydi. "Kimse" görmedi burayı ve bugün yok olup gitti. Göbeklitepe'nin "ağabeyi" ya da "ablası" olarak tarif edilebilecek olan Nevala Çori Atatürk Barajı suları altında yok olup gitti. Göbeklitepe'nin aynısıdır burası da. Çok görünür olmayan ya da görünmesi istenmeyen örneklere maalesef sahip çıkılmıyor. 

Bugün Atatürk Barajı'nın suları altında kalan Nevali Çori alanı için yapılan kurtarma kazılarında ele geçirilen eserler bazıları Şanlıurfa Arkeoloji müzesinde sergileniyor. 

'Palmira antik kenti, insanlığın çölü ehlileştirme örneğidir'

Bir de Palmira'nın çölde inşa edilmiş olması onu önemli kılıyor sanırım

Palmira'nın bu kadar popüler olmasının temel nedeni dediğim gibi çok fazla görünen eserinin olması. Geç dönem yerleşim yerlerindendir. Ama en önemlisi dediğin gibi çöldeki bir vaha üzerinden kurulmasıdır. Yani 2 bin yıllık bu yerleşim yeri çöl ticaretine olanak sağlamıştır. Ki o dönemler çöl aşılması gereken büyük bir engeldir. Siz oradaki vaha üzerine güçlü bir şehir kuruyorsanız, çölü bir engel olarak görmez, ticaretin hızlı ve güvenli aktığı bir alana dönüştürürsünüz.

Çünkü Palmira'nın varlığı beraberinde onun güvenliğini sağlayacak onlarca uydu yerleşim ve kalenin de olması manasına gelir. Bundan dolayı Palmira kuzey-güney ve doğu-batı arasında, çölün ortasında güçlü bir yapı inşa etti. Kendi başına bir krallıkla olmasının yanı sıra Ortadoğu ve Yakındoğu arkeolojisi açısından oldukça önemli bir yerdi. Palmira çok eskilerde bir iletişim, buluşma yeriydi. Çölün yarattığı kopukluğu ortadan kaldıran, çölü ticaretin ve belki de askerlerin geçişine olanak sağlayan, çölü ehlileştiren bir tarafı vardı diyebilirim. Bundan dolayı da çok konuşulan bir yer oldu. Ayrıca bunca ilgiyi ve değeri de hak ediyor. İnanılmaz bir yerden söz ediyoruz. IŞİD'in kültürel eserlere yaptığı saldırılarda buraya öncelik vermesi de tesadüf değil bu nedenle.

ÖZKAN ÖZTAŞ / SOL-Söyleşi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder